Kasırga Taburu'nun Eylem'i Ve Biz Komünist Kadınlar
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Partinin Sesi / Sayı:49 / Aralık 2005 – Ocak 2006


"Kasırga Taburu" adlı romanı okudunuz mu? PKK gerillalarının 90'lı yıllardaki savaşımlarının, bir tabur ekseninde anlatısına dayanıyor. O dönemi, gerilla mücadelesini, gerillanın ruh halini, kadın gerillalara yaklaşımı, eğitim sorunun nasıl ele alındığını, eleştiri-özeleştiri silahının doğru kullanımının önemini, devrimin sıradan insanları kahramanlar haline getirişini, ölümün nasıl küçüldüğünü, ihanetin acısını görmek ve elbette, yazıyla-kışıyla özgür Kürdistan dağlarını tanımak bakımından çok önemli veriler sunuyor. Hemen belirtelim ki, kitaptan, Kasırga Taburu'nu anlatmak için değil, onun savaşçılarından biri olan Eylem'den yola çıkarak devrimci kadınların kimi gerçeklerini tartışmak için söz ettik.
Eylem, ufak-tefek görünümlü yaman bir savaşçıdır. Kararlılığı, gözüpekliği ve yetenekleri, -taliplisi çok olmasına rağmen- onlarca erkeğin arasından, O'nu taburdaki birkaç biksi kullanandan biri yapmıştır. Yoldaşlığı, kendini ortaya koyuşuyla herkesin imrendiği bir genç kadındır Eylem. Çeşitli çatışmalarda ne çok yaralı gerillayı çatışma dışına çıkardığı dilden dile anlatılır. Sadeliği, sürekli gülen gözleri ve mütevaziliğiyle derin akan bir ırmağı andırır. Savaşçılığı ve gösterişsiz güveniyle özgür bir kadın portresi çizer Eylem.
Aynı taburda Eylem'in gerillaya katılmadan önceki sözlüsü de bulunmaktadır. Günün birinde nişanlısı Eylem'e önce bir not verir, ardından da elini omzuna atar. Eski sözlüsünün bu davranışını üçüncü bir gözün görmesiyle Eylem kötü bir serüvene dalar. Neşeli, mücadele dışında kaygısı olmayan Eylem gitmiş, yerine kafasında sürekli olarak sorular oluşturan, ama bunları kimseye anlatmayan bir Eylem gelmiştir. Şöyle tartışmaktadır kendi kendisiyle: "Evet, biz somut olarak bir suç işlemedik, ama bunu kafamızdan geçirdik. O, elini omzuma attı, ben de engel olmadım. Dolayısıyla biz de suçlu sayılırız. Böyle bir suç nedeniyle partimin karşısına çıkacağıma ölürüm daha iyi." Diğer yandan, mücadele hayatında yiğit kadın gerillaların kimi alçaklarca kandırılmasına veya yasaklanmış olmasına karşın karşı cinsle duygusal-cinsel ilişki yaşayan kadın gerillaların intiharına vb. tanık olmuş "üçüncü göz", Eylem'in sonunun da onlara benzemeyebileceği kaygısıyla bir gölge gibi izler onu. "üçüncü göz"ün sürekli izleyişi Eylem'i iyice gerer, baskı altına alır. "Ne zaman yönetime söyleyecek?" düşüncesi bir kurt gibi kemirir beynini, yüreğini. "Eleştiri-özeleştiri toplantısında mı söyleyecek, bugün mü, yarın mı? Böyle bir nedenle yönetimin, yoldaşlarımın karşısına çıkmak mı? Hayır, ölüm on kat iyidir." Eylem'in varsayımlarının aksine "üçüncü göz" böyle bir yol izlemez. Başkaca gelişmeler olur, bazı olaylar -isim benzerliği nedeniyle- yanlış anlaşılır ve derken Eylem tutuklanarak yönetime çağrılır. "Silahlarını bırak, yönetime gidiyoruz" talimatını günlerdir cehennem azabı yaşayan Eylem, sükunetle karşılar ve yola çıkarlar. Ne var ki, o, bir savaş aracını, el bombasını bırakmamıştır. Onu "kendisi için" saklamıştır. Eylem, yönetime gitmek yerine yoldaşından uzaklaşarak bombayı bedeninde patlatır. Bu onun son eylemidir!
Kendini ortaya koyuşu, biksi kullanışındaki yeteneği, yaralı erkek yoldaşlarını taşıyan özgüveni ve cephedeki militanlığı ile özgürleşmiş kadın gitmiş, yerine başka bir Eylem gelmiştir. Çıkıp yönetimin, yoldaşlarının karşısına: "durum bundan ibaret, cezası neyse çekmeye hazırım" deme cesaretini gösterememiş, aksine özellikle bu konuda yönetimin karşısına çıkmaktansa ölümü tercih edecek denli geleneksel bakış açısının tutsağı olmuştur.
Peki, Kürdistan dağlarında şehit düşen o yiğit Kürt kadınının düşünüş tarzına sahip 'kız kardeşleri' yok mu bizim saflarımızda da?
Bu alandaki sorunlarında, hatalarında bizim Eylem'lerimiz ne tip tutumlar alıyorlar?
Örneğin kaçımız duygusal-cinsel alana ilişkin bir hata yaptığımızda, zaaflı bir tutuma düştüğümüzde bunu kolektife kolaylıkla anlatabiliyoruz?
Ne yazık ki, kolayca anlatmayı bir yana bırakalım, bunu aylar hatta yıllarca anlatmayıp, deyim uygunsa en son sınıra kadar dayanmasını bekleyebiliyoruz. Elbette bununla bitmiyor. Bir yandan hatamız veya zaafımız, diğer yandan bunu kolektife açmamak... İki kimlik çatışmaya başlıyor; partili kimliğimiz hata veya zaafımızı kolektifin bilgisine sunmak gerektiğini söylerken, geleneksel kadınlığımız, "ne derler, nasıl yaklaşırlar" kaygılarının esiri oluyor.
Politik alanda içine düştüğümüz bir hatayı, örgütsel yetersizliklerimizin sonuçlarını, teorik eksikliklerimizi, kolektifle veya ilgili yoldaşla rahatlıkla tartışabilirken, bu alana ilişkin sorunları tartışmada bir başka kimlik hortluyor!
Neden peki? Neden kadın savaşçılar, duygusal-cinsel alandaki hata veya zaaflarını neredeyse her tür hata, eksiklik ve zaaftan ayrı tutarlar? Bu alanda yaşadıkları hata veya zaaflı bir tutumu tamamen ayrı bir kategori olarak ele alırlar? Bu alanı özerk, belki de herkesin kolaylıkla müdahale edemeyeceği bir alan olan olarak görmenin bu tutumdaki payı nedir? Örneğin bir çalışma alanını politik bakımından kötürümleştirmiş, örgütsel bakımdan adeta dağıtmış bir kadın kadro -büyük bir acı duyarak da olsa- bunu, mücadelenin olağan bir tartışması olarak görürken, cinsel-duygusal alanda ortaya çıkanları apayrı bir kategori olarak görür. Peki, ama bir devrimci kadın ve partisi için çalıştığı alanın örgütsel yıkımın eşiğine gelmesi ya da politik olarak kötürümleşmesi duygusal-cinsel ilişkilerindeki bir hatadan, zaaftan daha mı az önemlidir?
Duygusal-cinsel ilişkilerde zaaflı bir tutum göstermiş, hata yapmış bir erkek devrimci, bunu diğer sorunlarından adeta ayrı bir kategoride tartışmazken, kadın devrimciler için bu çok güç hatta bazen imkansız görülebilmektedir. Birçoğumuzun algılayışı, aşağı yukarı Eylem'in algılayışı gibi; "böyle bir nedenle partimin, yoldaşlarımın karşısına çıkacağıma, ölürüm daha iyi!" veya "böyle bir duruma düşeceğime ölseydim daha iyi!" tarzındadır.
Çarpıcıdır; cinsel zaaf gösteren erkek devrimcilerden neredeyse tamamı, eğer ortada herhangi bir duygu yoksa bunun anlık cinsel bir zaaf olduğunu kabul eder. Ama kadınların ezici çoğunluğu önce kendilerini, ardından yoldaşlarını "duygularının varlığının" kendisini böyle bir ilişkiye yönelttiğine inandırmaya çalışır. Ortada herhangi bir duygu oluşmasının zeminin alabildiğine sınırlı olduğu durumlarda dahi ilkin buna sarılırlar. Bunun bir boyutu gerçekten de kadınlarda bir ilişkinin paylaşım düzeyinde duyguların erkeklere göre daha belirleyici olmasıdır, bu doğru. Ama diğer boyutu, bu durumu kendine yedirememek oluşturur. Belki de burjuva-feodal ilişkilerin bu tip sorunlarda erkek ve kadına yaklaşımlarından beslenen bir tutumdur bu. Öyle ki devrimci kadınlar cinsel zaaf göstermiş biri olmak dışında ne tip bir seçenek varsa ona sarılmayı tercih edebiliyorlar. Ve hatta öyle ki, başkaca koşullarda, gerçek bir tanıma sürecinin ardından belki de kesinlikle duygusal bir ilişki başlatmayacakları birisiyle böyle bir serüvene girebiliyorlar. Kendilerini duyguların varlığına ve böyle bir ilişkiye ikna edebiliyorlar. Adeta bu, "cinsel zaaf göstermiş" biri olmak ve onun bedellerini ödemekten daha "kolay-kabul edilebilir" gelebiliyor.
Öğretilmiş kadınlığın, eski toplumun düşünüş tarzının kendini devrimci kadında yaşatmasının bir başka biçimidir bu. Ve ne yazık ki, böyle bir tutum, komünist kadının geleneksel kadının yansıma biçimleriyle ve zaaflarıyla köklü bir hesaplaşmaya girişini engellemek dışında bir rol oynamıyor.
Erkek devrimcilerin ezici çoğunluğu sorunun tartışılmasından sonra yürüyüp giderler. Kuşkusuz sorunun ağırlığına, düzeyine bağlı tahribatlar yaşarlar, ama örneğin bu tip durumların ardından dengeleri bütünüyle alt üst olmuş, devrimciliğini sorgulayan, özgüvenini yitirmiş, özgüveninde ciddi gedikler açılmış, psikolojik travma geçiren veya yaşanılanların ardından "kadınlara güvenini yitiren", "duygusal ilişkilere mesafeli yaklaşan", "duygusal ilişki mi bir daha asla!" vb. biçiminde düşünen erkek devrimcilerin sayısı çok fazla değildir. Oysa kadın devrimciler için aynı şeyi söylemek imkansızdır. Yazık ki pek çoğumuz -düzeyleri birbirinden farklı olsa da- bu tip sorunların ardında önemli bir alt üst oluş yaşıyoruz. Devrimciliğimizi, kendimizi olabilecek en uç düzeylerde sorgulamaya başlıyoruz, özgüvenimizde önemli gedikler açılabiliyor, duygu dünyamız paramparça, karma karışık hale gelebiliyor. Öyle ki, kimi zaman duygu dünyamızdaki karmaşayı, dengesizliği hızla yeni bir ilişkiye yönelerek düzeltebileceğimizi dahi düşünebiliyoruz!
Sorunu şu perspektiften de incelemeliyiz:
Devrimin, partinin çıkarlarına zarar vermek, onu düşman karşısında koruyamamak, yoldaşlarına zarar verecek tutumlar içine girmek, düşman karşısında zaaflı-zayıf tutumlar sergilemek, devrimciliğin zayıflaması, mücadelenin dışına düşmek.... Bütün bunlar karşısındaki duygu, düşünce ve tutumlarımız, cinsel ahlak alanındaki bir hata ve zaaftan daha az sarsıcı ve yıkıcı olabilir mi? Ne yazık ki olabiliyor. Geleneksel kadınlık ve kimi açılardan erkek egemen bakış o noktada baskın hale gelebiliyor. Tıpkı, devrimci kadının işkencehanedeki ağır yenilgiyi değil de, tecavüze uğramış oluşunu "ölmeyi isteme" nedeni haline "getirmesi" gibi. Tıpkı günün birinde işkencehanedeki yenilgisini konuşup tartışabilmesine karşın, tecavüze uğradığını söylemede, açıklamada korkunç zorluk çekmesi, bunu erteleyebildiği kadar ertelemesi gibi.
Tıpkı kendimizde, devrimci çalışmada bireysel sorumluluk taşıdığımız örgütsel, politik ve ideolojik hataların, sorunların en ağırlarını bile konuşup tartışma gücü bulurken, duygusal ilişki cephesindeki bir hata veya kuralsızlığımızı tartışıp konuşma cesaretini kuşanamadığımız; onu erteleme yoluna gittiğimiz gibi. Tıpkı kuralsızca başlatılan bir ilişkinin kolektifin bilgi ve değerlendirilmesine sunulması görevini erkek yoldaşın işi gibi görmemiz, onu aşmak yerine zorlamakla yetinmemiz, böyle bir görüş açısının ve pratiğin ciddi bir hata ve zaaf olduğunu algılayamayışımız gibi.
Zaaflı bir cinsel ilişkinin parçası haline gelmişsek, kuralsız bir ilişkinin bileşeni isek elbetteki -her özgün durumda farklılıklar içermekle birlikte- bunun ne tür bir ideolojik zayıflığa denk düştüğünü sorgulamak, sonuçlar çıkarmak zorundayız. Örneğin, kuralsız ilişkilerde parti ile özdeşleşme, yabancılaşma düzeyimize dair sorular dahi sormamız gerekebilir. Zaafın düzeyine; anlık, dönemsel bir hataya tekabül edip etmediğine dair saptamalarımıza bağlı olarak, "devrimciliğimizdeki bir zayıflamaya bağlı bir durum olarak ortaya çıkıp çıkmadığına" dair sonuçlar çıkarmamızı sağlayacak cesur sorular da yöneltebiliriz. Kendimize sözü hiç dolandırmadan şöyle de sorabiliriz: "yaşadığım bu sorun, içine düştüğüm zaaf devrimciliğimdeki erozyonun bir sonucu mudur, yoksa o an'a, döneme, konuya dair bir zayıflığa, zaafa mı tekabül ediyor?"
Aklımız, yüreğimiz kararlılıkla, coşkuyla "devrimcilikten başka bir yaşamım yok" diyorsa, önümüzde, partiyle aleniyet ilişkisi kurmadaki Eylem örneğindeki tutukluğumuz, korkularımızla; duygusal alandaki zaaf veya zayıflığımızla şiddetli bir mücadeleye girişerek, ideolojik olarak yenilenmek, sağlamlaşmak görevi duruyor demektir. Açık ki, bu da devrimci görevlere daha büyük bir kararlılıkla sarılmakta, kendini daha ileri tarzda ortaya koyuşta var edebilir. Bir dönem yaşanılan hatanın, zaafın mutlaka bedelleri olacak. Bir süre etkisini, izlerini elbette taşıyacağız. Yaptığımız hatadan, içine düştüğümüz zaaftan dolayı büyük bir öfke duyacağız, kahredeceğiz kendimize. Bir bakıma, devrimci duygularımızın, devrimci düşünüş tarzımızın baskılarıdır bunlar. Tümüyle yanlış da değildir. Hiç olmadık anlarda konuk olacak belki yaşadığımız sorun... Beklenmedik bir anda birden hücuma geçecek belki sorularımız..."Yoldaşlarım bana ne kadar güveniyor, beni ne kadar seviyor" soruları kemirmeye başlayacak olur olmaz zamanlarda...
Elbette duruma, kendimize gerçek sorular soracağız. Kendimizi daha iyi tanımanın, bir kadın olarak komünist kimliğimizdeki zayıflıklarla yüzleşmenin de iyi bir yoludur bu. "Hiçbir şey olmamış gibi" davranmak veya davranmaya çalışmak yüzeyselliğinin, biçimselliğinin de geliştirici bir yanı yoktur. Zaafımızla, eksikliğimizle yüzleşmeyi, dolayısıyla da, mücadele olanağını ortadan kaldıran bir tavır olur bu. Ki, böyle bir yaklaşım, aynı zamanda, bir kadın komünist açısından önemli başka zaaf veya hatalara kapı aralar. Buna karşın tartışmayı gereken derinlikte yapmış, sonuçlar, dersler çıkarmışsak, o andan sonraki devrimci tutum, bütün gücümüz ve enerjimizle devrimci görevlerimize sarılmaktır. Soruna tekrar tekrar döndüğümüz, üzerimizde yarattığı baskının özgüvenimizi, inisiyatifimizi kırıcı olmaya devam etmesine izin verdiğimiz her durumda, devrimci yenilenmeyi yavaşlatırız. Belirli bir andan sonra sorunun yarattığı etkileri yönetmek ve yüzümüzü geleceğe dönmek zorundayız. Yönetmenin en iyi yolu ise bütün enerjimizle devrimci görevlerimize sarılmak, bütün yoğunlaşmamızı buraya odaklamaktır. Sorunun etkilerinin iyice silikleşmesinin de, kaybettiğimiz özgüveni yeniden kazanmanın, her bakımdan yenilenmenin de en emin yolu mücadelede ortaya koyacağımız ürünlerden geçiyor.
Yedekte tuttuğumuz el bombaları devrimci gelişimimizi sekteye uğratan, enerjimizi boğan bir silah olamamalı. Pimi çektiğimizde, gerilla Eylem değil, halklarımızın düşmanları veya onlara ait karargâhlar yerle bir olmalı!
Başarmak için sayısız nedenimiz var. Bireysel tarihimiz ve derslerimiz bir yana, dünya devrimci hareketinin ve partimizin sayısız deneyine, dersine sahibiz. Öyle bir aşamaya geldik ki, artık her komünist kadının yalnızca kendinden menkul olmadığı, aldığı her tutumun birlikte çalıştığı yoldaşlara, daha genç yoldaşlara emsal teşkil ettiği, edeceği bir durumdayız. Alacağımız olumlu-olumsuz tavırların, partinin tüm kadın güçlerini, devrimci kadınları daha genel bir vurguyla kız kardeşlerimizi ilgilendiren, tutumlar olduğu bilinciyle hareket edeceğiz. İleri her tutumumuz bütün kadın yoldaşları geliştirici, yol gösterici rol oynarken, tersinden, bunca kolektif deneyden, ulaştığımız düzeyden sonra geleneksel kadınlığa veya izdüşümlerine her geri dönüş ya da teslimiyet, kadın komünistler arasında umutsuzluk ve güven kırılması biçimindeki sonuçlara yol açabiliyor. İkincisini kabul edemeyeceğimiz açıktır. Hem komünistliğimiz, hem de kadınlığımız adına.