|
Partinin Sesi / Sayı:51 / Nisan – Mayıs 2006 Göğün yarısı kadınlarındır, kavganın yarısı kadınların, devrimin yarısı kadınların. Peki, bu nasıl bir gerçek haline gelecek? Kendiliğinden mi? Kapitalizmin cenderesi altında her türlü zulmü, yaşamının, "kaderinin" bir parçası saymış, acılarının üstüne basa basa yarınlarını var etmiş kadını devrimin yarısı haline getirmek kolay mı? 365 günde bir kadınların kadın olmaktan kaynaklı ezilmişliklerine karşı koymasını istemek, ya da yılın altı ayında bir onları anımsamak ve kapısını çalmak, dünyasının dışına çıkarmak mümkün mü? Kapısı çalınan kadın siz olun bir an. Bir yabancı geliyor ve size başka bir gezegenden söz ediyor. Orada yoksulluğun, şiddetin, adaletsizliğin ortadan kalkacağını, herkesin çalışıp herkesin doyabileceğini iddia ediyor. Gel bu dünyaya birlikte gidelim, birlikte var edelim diyor böyle bir dünyayı. Bu yabancıyla gider misiniz? Kadınları devrim saflarına katmak istiyorsak, öncelikle onları tanımakla başlamalıyız işe. Nasıl ki toprağı analiz etmeden onu tanımadan ürünü ekip, verim alamıyorsak, emekçi kadınları tanımadan da onlarla yeni bir hayatı üretemeyiz. Sömürülen ve ezilen sınıfın içerisinde kadın hangi yönden bir kat daha eziliyor, kadınların özlemleri, kadınların alışkanlıkları, psikolojileri, zaafları, yetenekleri, düşleri nasıldır? Hangi tarihsel evreleri atlatarak gelmiştir bu konuma, nasıl şekillendirilmiştir? Onu hangi yöntem ve araçlarla dönüştüreceğiz? Okuduğumuz kitaplar, teorik bilgilerimiz yeter mi buna? Bütün bunları ancak ve yalnız emekçi kadının soluduğu havayı soluyarak öğrenebiliyoruz. Onların yaşamına yabancılaşmaktan o zaman arınabiliriz. Peki, bu havayı nereden soluyacağız, hangi ihtiyaçtan? Güneşin bizi aydınlatıp ısıttığı bilimsel bir gerçektir. Yokluğunda ısınıp aydınlanamayacağımızı bilir, sıcaklığına ve aydınlığına ihtiyaç duyar, özleriz. Kadınlar olmadan devrimin olmayacağı inancını da bilince çıkarıp havayı buradan soluyacağız. Devrimin yolunun kadın kitlelerine hücum etmekten geçtiğini ve öncü kadının bu yolu adımlama zorunluluğunu buradan göreceğiz. Bir devrimin sıcaklığını, sosyalizme duyduğumuz özlemi onlara da duyacak ve hissettireceğiz. Sıkça düştüğümüz hatalardan biri de, her kadından aynı tepkiyi beklemektir. Oysa biliyoruz ki her kadının yeteneği ve koşulları farklıdır. Her emekçi kadını barikat başına dikemiyorsak, alanlara yığamıyorsak "o kadından bir şey çıkmaz" mı diyeceğiz? O zaman örgütçü kafamız nerde bizim? Bu partinin, bu devrimin yalnızca barikat savaşçılarına mı ihtiyacı var? Yalnızca yürüyüşe katılacak kitleye mi ihtiyacı var? Sovyet devriminde kadınların kimi işçi, kimi aşçı, kimi tankçı, topçu, temizlikçi çamaşırcı değil miydi? Hepsi de cephede yer almadı mı? O halde emekçi kadınları sendikanın her birimi, her ihtiyacı için örgütleyebilir, herkese yeteneğine göre iş verebiliriz. Onun için de öncü kadın, genel olarak kadınların dünyasını bilmenin ötesinde, ilişkilendiği kadını iyi tanımak zorundadır. Dolayısıyla onlarla zaman geçirmeyi sürekli hale getirme ihtiyacı vardır. Sahi hiç emekçi kadınları özlüyor muyuz? Hiç onlarla sinemaya gitmek istedik mi, yoksulluğundan başka sofrasına koyacak bir şey bulamadığını bildiğimiz bir kadının sabah kahvaltısını paylaşma cesaretini gösterebiliyor muyuz? Dili, kimliği yok sayılan Kürt kadını için onun dilini öğrenmeye çalıştık mı? Bir bildiri dağıtımının ardından, bir dergi satışından dönerken, bir akşamüstü, bir pazar günü onları görme ihtiyacı duyuyor muyuz? Annemizin hastalığına kilometrelerce öteden derman ararken, kız kardeşimizin düğününe tüm koşullarınızı zorlayıp katılırken, öteki mahalledeki yayın götürdüğümüz kadının acılarına sevinçlerine ortak olabiliyor muyuz? Hayırsa, bir sorun var demektir. Yaptığımız işi hafife alıyoruz demektir. Neden? Çünkü biz iki ayrı dünyayı yan yana koyup birinden diğerine yönelimi sağlayacağız. Değiştirme iddiasıyla çıktık yola. Her akşam alışkanlığımız olan kendi mekânımıza gidip kendi sevincimizi ve acımızı yaşayarak başaramayız bunu. Değiştirmek için değişeceğiz. Bazen tarlada bir ırgat, fabrikada bir işçi, bazen mutfakta bir aşçı, bazen de barikat başında savaşçı olacağız. Ne kendimizi onların tepesinde göreceğiz ne de onların geri yanlarıyla uzlaşacağız. Onlara sürekli yol gösterici, çözüm üretici, tarzda yaklaşacak bu yolu beraber yürüme güvenini vereceğiz. Onların fikirlerine değer verip, karar süreçlerine katacağız. Kibritçi Kızlar grevinden, İstanbul'daki gecekondu yıkımlarına uzanan kadın iradesini rehber edineceğiz. Demokratik kadın hareketiyle komünist kadın hareketi arasındaki bağı ilmik ilmik dokuyarak ilerleyeceğiz. Çürümüş kapitalizmin ikiyüzlü politikacılarından farkımızı, ona aktardığımız teorik bilgileri birer birer pratiğe geçirdiğimizi ve onunla daha güçlü olduğumuzu an be an hissettirerek göstereceğiz. Kendimizi onlar için ihtiyaç haline getireceğiz. Tek alternatif, tek çare olacağız. Düşlerini bizimle birlikte kurmalarının adresi olacağız. Ve milyonlarca kum tanesinden yıkılmaz bir kadın ordusu yaratacağız. İşte o zaman partimiz devrim yoluna daha güçlü akacak. Düşmanın kalelerini zapt edeceğiz kadın erkek el ele dikeceğiz sosyalizmin bayrağını.
|
|
|
|
|
|
|