Özelleştirmeye karşı mücadele, özelleştirme saldırısına maruz kalan tüm büyük işletmelerde etkin direniş ve eylemlerle yürütüldü. Bu mücadelenin seyrine baktığımız zaman, son iki yıl içinde hem eylem biçimlerinde bir militanlaşmanın hem de eylemlere katılan işçilerin sayısında bir artışın olduğunu görmekteyiz. Başlangıçta yürüyüş, miting, kısa süreli iş bırakma veya günlük grevlerle saldırıları püskürtmeye çalışan işçiler, mücadeleyi, SEKA işletmesinde işçilerin işyerini süresiz işgal etmesiyle yeni bir evreye sıçrattılar. Ve işçi sınıfına özelleştirmeye karşı izlenecek yolu gösterdiler
Emperyalist küreselleşme koşullarında bütün dünyada işçi sınıfı ve emekçi yığınlara yönelik sürdürülen neoliberal saldırılar, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da zamana yayılarak ve artarak devam ediyor. Özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasız-laştırma, esnek çalışma, ücretlerin dondurulması, işten çıkarma gibi bu somut saldırı çerçevesi, emperyalizmin IMF, Dünya Bankası gibi kurumları tarafından çizilmekte ve tekelci sermayenin yerli işbirlikçisi faşist diktatörlük tarafından yaşama geçirilmektedir. Daha Temmuz 2003'de hükümet tarafından IMF'ye sunulan ve IMF tarafından onaylanan niyet mektubu, kamu işyerlerinden 18 bin işçinin işten atılmasını öngörüyordu.
Faşist diktatörlük, çıkardığı birçok yasa ile bu saldırılara hukuki bir çerçeve ve meşruiyet görünümü vermek istiyor; işçi sınıfının eylemi ve direnişini bu faşist-gerici yasalar, kurumlar, militarizm ve devlet terörüyle bastırmaya, engellemeye çalışıyor. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın, ''Türkiye'nin hepsini pazarlamakla görevli-yim'', Maliye Bakanı Unakıtan'ın, "Kar edeni de, zarar edeni de satacağız'' biçimindeki açıklamalarıyla islami motifli AKP hükümetinin emperyalist ve işbirlikçi sermayenin hizmetinde olduğu vurgulanıyor. Ayrıca özelleştirilen işyerlerinin yarısının ka-patıldığını itiraf eden Bakan Unakıtan, böylece işçileri işsizliğe, yoksulluğa, açlığa mahkum ettiğini dile getiriyor.
KİT'ler Özelleştirmenin Hedefinde
Son bir kaç yılda işçi sınıfına yönelik saldırıların merkezinde, devlet işletmelerinin emperyalist ve işbirlikçi tekellere peşkeş çe-kilmesi durmaktadır. TC devletinin kurulmasından sonra (daha ziyade '30'lu yıllarda) oluşturulan ve küçümsenemeyecek bir istihdam alanı olan KİT'ler (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) yıllardır özelleştirmenin hede-findeydi. Petrol, kimya, kağıt, tütün, telekom, limanlar, çay gibi büyük ve kilit sektörlerde faaliyet gösteren KİT'ler, sermaye ve savaş hükümetlerinin ''KİT'ler kar etmiyor'' yalanlarıyla birer birer emperyalist ve işbirlikçi tekellere satıldı ya da kapatıldı. Faşist rejim, bir bakıma özelleştirme ve örgütsüzleştirme saldırı dalgasını zamana yaymak, işletmeleri tek tek gündeme getirmek, ara ve geçici çözüm önerileri sunmak suretiyle aşağıdan birleşik ve yaptırımcı bir sınıf hareketinin gelişimini önlemiş oldu. AKP hükümeti de, 41 büyük kamu işletmesini özelleştireceğini 2003 yılında açıklamıştı. Ve özelleştirme saldırısı sürecine devam etti.
Her özelleştirme saldırısı, öncelikle kitlesel işten çıkarmaları birlikte getirdi. Devlet işletmelerini satın alan tekeller, ilk olarak işçi sayısını azaltmakla işe başladılar. Bunu takip eden saldırılar ise, sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme, ücretlerin dondurulması veya düşürülmesi, esnek çalışma adı altında iş saatlerinin tamamen patronların çıkarına göre düzenlenmesi, çalışma saatlerinin yükseltilmesi, kalite çemberleri vb. biçiminde sürdürüldü.
Türk burjuva hükümetler, özelleştirme saldırılarını gerici yasalarla birlikte uyguladılar. Bu yasaların başında kamuoyunda "kölelik yasası" olarak bilinen "4857 Sayılı Yeni İş Kanunu" ve emekçi memurlara saldırının adı olan "Personal Rejimi Reformu ve Kamu Yönetimi Yasası" gelmektedir. Hükümetlerin bu topyekün saldırıları, işçi sınıfı ve emekçi memur hareketi cephesinin birlikte hareket etmesini ve saldırılara karşı birleşik bir mücadele geliştirmesini zorunlu kılmaktaydı. Saldırıları püskürtmenin yolu, işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanması, diğer emekçi kesimler tarafından da desteklenen ''Genel Grev, Genel Direniş" silahına başvurmasıyla mümkündü. Ancak, gerek işçi sınıfının siyasal ve sendikal örgütlülüğünün zayıflığı, gerek sendika yönetimlerinin reformist, ihanetçi ve hatta yer yer gerici karakterleri ve duruşları ve gerekse de emekçi memur hareketinin başına çöreklenmiş küçük burjuva reformist ve bürokratik akımın pasifist çizgisi, "Genel Grev, Genel Direniş" sloganının bir direniş sloganı haline gelmesini engelledi.
Özelleştirme Saldırısına Karşı Direniş
Örnekleri
Özelleştirmeye karşı mücadele, özelleştir-me saldırısına maruz kalan tüm büyük işletmelerde etkin direniş ve eylemlerle yürü-tüldü. Bu mücadelenin seyrine baktığımız zaman, son iki yıl içinde hem eylem biçimlerinde bir militanlaşmanın hem de eylemlere katılan işçilerin sayısında bir artışın olduğu-nu görmekteyiz. Başlangıçta yürüyüş, miting, kısa süreli iş bırakma veya günlük grevlerle saldırıları püskürtmeye çalışan işçiler, müca-deleyi, SEKA işletmesinde (kağıt sektörü) işçilerin işyerini süresiz işgal etmesiyle yeni bir evreye sıçrattılar. Ve işçi sınıfına özel-leştirmeye karşı izlenecek yolu gösterdiler.
TEKEL ve PETKİM işçileri, 2003 yılında özelleştirmeye karşı verdikleri mücadeleyle direniş mesajını verdiler. Ve öne çıktılar. PETKİM işçileri, işyerlerinin satışını önlemek için fabrikayı işgal ederken, TEKEL işçileri ise, işbirlikçi tekelci alıcıları fabrikaya sokmama da dahil farklı mücadele araçlarına baş-vurdular. TEKEL işçilerinin mücadelesi kar-şısında geçici de olsa hükümet geri adımlar attı. Ve işyerinin satışını bir müddet erteledi.
Özelleştirme terörü 2004 yılı boyunca hız kazanarak devam etti. TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, Sümerbank, Telekom, Türk Hava Yolları ve Eki Krom, özelleştirme hedefinde olan belli başlı işletmelerdi. İşçi sınıfının tekil grev ve direnişleri yaygınlık kazanırken, emekçi memurların ve sağlık emekçilerinin genel grevleri, SSK'ların tasfiye edilmesine karşı genel grev kararı, işçilerin NATO zirvesine karşı iş bırakması, 1 Mayıs'ta Abide-i Hürriyet zincirinin kırılması, güvencesiz işçilerin örgütlenmesinde yeni deneyimler, yol kesme gibi yeni mücadele araç ve biçimlerinin kullanımı, yıl boyunca işçi sınıfının mücadele azmini ilerleten açılımlardı.
2004 yılı, Kristal-İş sendikasında örgütlü olan 5 bin cam işçisinin Şişecam Grevi ile açılırken hükümetin gerek bu grevi ve gerekse de başta lastik iş kolunda Lastik-İş sendikasının aldığı Goodyear, Pirelli ve Brisa grevlerinin yasaklamalarıyla devam etti. Petrol-İş sendikasının SASA, Dupontsa ve Toros Gübre Kimya Endüstrisi fabrikalarındaki grev kararları ise, patronların lokavtlarıyla karşılaştı. İşçilerin fiili meşru müca-dele isteklerine rağmen, sendikal bürokrasi yasak engelini aşamadı ve bu yasaklara boyun eğdi. İşçilerin tepkileri ise, sendikal bürokrasinin ihanet engelini aşamadı.
Özelleştirme saldırısına karşı mücadelede İzmir Aliağa işçilerinin yanı sıra, Sümerbank işçilerinin mücadelesi de öne çıktı. Ancak Sümerbank işçileri, 2004 sonuna doğru işyerlerinin özelleştirilmesini engelleyemediler. Sonuç olarak, 2004 yılında işçi sınıfının direnişlerinin tekil, parçalı ve sektörel kaldığı söylenebilir.
SEKA Direnişi Yol Gösterdi
SEKA işçileri, 2004 yılı sonlarına doğru çeşitli eylemlerle hükümeti uyardılar. Ancak hükümet SEKA'yı kapatma kararından vazgeçmeyince, işçiler 19 Ocak 2005'de işye-rini süresiz işgal ettiler. Üretimi durduran ve işyerini işgal eden işçilerin eylemi, işçi sınıfına yol gösterici olması ve burjuvaziyi telaşa düşürmesi açısından önemliydi. SEKA, neoliberal saldırılara ve özelleştirme karşıtı direnişe kıvılcım oldu. MLKP, "Her yer SEKA, her yerde direniş" sloganı ile SEKA'ya destek ve dayanışmayı örgütlemeye çalıştı. Bu eylemin önemini gören devrimci ve komünist güçler, SEKA direnişinin yanına koştular. Fabrika önünde çadırlar kurdular. SEKA işletmesinin bulunduğu İzmit kenti halkının desteğini almak için komünistler ve devrimciler tarafından yoğun bir çalışma yürütüldü. İstanbul'da komünist işçilerin öncülüğünde ''SEKA İşçileri ile Dayanışma Platformu'' kuruldu. İçinde sendikaların da bulunduğu platform, birçok eylem yaptı. SEKA eyleminin etkisi kısa zamanda kent sınırlarını aştı ve bütün ülkeye yayıldı. 18 Şubat'ta polis direnişe saldırdı, ancak direnişi kıramadı. Polis saldırısından sonra direnişle dayanışma, sadece destek açıklamaları ve direniş ziyareti ile sınırlı kalmadı, fiili destek eylemleri biçimini aldı.
SEKA direnişi, diğer işletmelerdeki işçilerin kendi işyerlerinin özelleştirilmesine veya kapatılmasına karşı verdikleri mücadeleyi, SEKA direnişi ile dayanışmayla birleştirmelerini ve sendika ağalarını aşan eylemlere başvurmalarını sağladı.
TEKEL işçileri öteden beri özelleştirme saldırısını püskürtebilmek için daha etkin eylemler yapmak istiyorlardı. Ancak sendikalarından bir türlü daha etkin eylem kararı çıkmıyordu. Bundan dolayı işçiler defalarca sendikalarının bürolarını bastılar ve sendikaya eylem kararı alması için baskı yaptılar. SEKA'nın saçtığı kıvılcımla, sendika ağalarını aştılar ve ülke çapında sokaklara çıkarak eylemler yaptılar. Yolları kesip, mi-tingler yaptılar. Başbakanın yolunu kestiler. Polis saldırılarını çatışarak yanıtladılar.
Eğitim emekçileri, Eğitim-Sen'in kapatılmasına karşı verdikleri mücadeleyi SEKA ile dayanışma mücadelesiyle birleştirdiler.
Maliye emekçileri, taşeronlaştırma ve sözleşmeli personel saldırısına karşı mart ayı içinde iki defa grev ve iş yavaşlatma eylemleri gerçekleştirdiler
Liman işçileri ve belediye işçileri SEKA direnişi ile dayanışmak için iş bıraktılar.
Ülke çapında sayısız dayanışma ve destek eylemleri gerçekleşti. Hatta ülke dışından, Avrupa'dan da direnişe destek ve dayanışma mesajları ulaştı.
SEKA Direnişi, etrafında örülen sınıf dayanışmasının etkisiyle, devleti hedef alan bir direnişe dönüştü. Devlet, hükümetiyle, mahkemeleriyle, valisi, polisi, jandarması ve medyasıyla SEKA'nın karşısına dikildi. Yani işlerini kaybetmek istemeyen SEKA işçileri, karşısında devleti buldu. İşçiler böylece hem hükümeti ve onun partisi AKP'yi hem devleti hem de IMF'yi tanıdılar. Direniş, işçileri siyasallaştırdı. İşçiler, siyasallaştıkça daha kararlı ve militan bir duruş sergilediler. Direnişlerini olası saldırılara karşı savunmak için gerekli hazırlıklarla direnişi sürdürdüler. Artık sadece kendileri için direnmediklerini görmeye başladılar. İşçiler, dostlarının ve düşmanlarının kimler olduğunu gördüler. Kendi öz deneyimleriyle onları test ettiler. Güvendikleri devlet ve kurumlarının işçilerin düşmanı ve sermayenin iktidar araçları olduklarını yaşayarak gördüler.
Burjuvazinin bu saldırılarına maruz kalan işçi sınıfının değişik bölükleri farklı mücadele araç ve biçimleriyle tepki gösterdiler. Görkemli direnişler sergilediler. Toplantılar, yürüyüşler, mitingler, iş bırakmalar, yol kesmeler, parti binalarını işgaller, başkent Ankara'ya yürüyüşler gibi eylemlerle haklarını, işlerini ve işyerlerini savunmaya çalıştılar. Özellikle işçilerin, sendikal bürokrasiyi aşan ve ileri bir mücadele biçimi olan işyeri işgallerine ve grevlere başvurmaları, 2003 yılından itibaren tekil de olsa sınıfın gündemine girdi ve zaman zaman hükümete zor anlar yaşattı.
Sendikacılar ise, devlete karşı gelişen öfkeyi hükümete yönelterek sınırlamaya çalıştılar. Yaptıkları açıklamalarda hükümeti ve hükümet politikalarını eleştirmekle yetindiler. Direniş, sendika ağalarıyla hükümet arasında yapılan bir anlaşma gereği bitirildi. Varılan anlaşma, sonuç olarak SEKA'nın kapatılması doğrultusundaydı.
Seydişehir bütün ilçe halkıyla birlikte direndi
Konya Seydişehir'de bulunan ve yaklaşık 1500 işçinin çalıştığı Seydişehir Eti Alüminyum fabrikasının özelleştirilmesi, Seydişehir'de aylarca süren büyük direnişlere sahne oldu. Seydişehir işçileri, ailelerinin de katılımıyla Seydişehir'i eylem alanına çevirdiler. Seydişehir, SEKA'yı takip etti. Seydişehir direnişinin özelliklerinden biri de, işçisi, emekçisi, esnafıyla tüm halkın direnişi sahiplenmesiydi. Kapitalistlerin fabrikaya geleceğini duyunca her defasında eyleme geçen ve alıcıları fabrikaya sokmayan işçiler, fabrikanın 27 Temmuz'da CE-KA İnşaat Makine Madencilik A.Ş.'ye satıldığını duyunca, işyerlerini savunma kararlılığıyla hareket ettiler. İşçiler, 29 Temmuz'da fabrikaya gelen CE-KA yetkililerini taş, sopa ve ''Seydişehir CE-KA'ya mezar olacak'' sloganlarıyla karşıladılar. CE-KA'ya ait bir cip ve 3 otomobili tahrip eden işçilerin öfkesinden dolayı CE-KA yetkilileri, ancak polis güvenliği altında fabrikadan çıkarılarak uzaklaştırılabildi-ler. Seydişehir işçisinin militan direnişi, sermayeye ecel terleri döktürmesine rağmen, Çelik-İş sendikasının genel merkezi tarafından Ankara'da yapılan bir anlaşma ile bitirildi. İşçilerden sadece 200'ü CE-KA'da çalışmayı kabul etti. Geri kalan işçilerden 200'ü emekli olurken, diğerleri ise kölece çalışmayı kabul etmeyerek, tazminatlarını alarak fabrikadan ayrıldılar. Seydişehir direnişi de, tıpkı SEKA direnişi gibi, bir okul işlevi gördü ve işçilerin hükümeti ve devleti daha iyi tanımalarını sağladı.
Sıra ERDEMİR'e geldi
Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları Anonim Şirketi, sahip olduğu işletmelerle birlikte 4 Ekim 2005'de, Türkiye'nin en büyük beş tekelinden biri olan Ordu Yardımlaşma Kurumu OYAK'a satıldı. OYAK, ERDEMİR'i almakla Türkiye'nin çelik sanayi tekelini ele geçirmiş oldu. ERDEMİR, dünyanın 18., Türkiye'nin ise en büyük yassı demir üreticisi olarak sermayenin iştahını kabartan ve tekellerin büyük ilgi gösterdiği bir işletmedir. ERDEMİR'in özelleştirilmesine karşı işçiler birçok eylem gerçekleştirdiler. SEKA ve Seydişehir işçilerinin açtığı yoldan yürüyen ERDEMİR işçileri, fabrikayı görmek isteyen tekelci firma yöneticilerini, işyerlerini terk etmeyerek veya yol kesme eylemleri gerçekleştirerek fabrikaya sokmadılar.
Ne var ki, işçiler, örgütlü oldukları Türk Metal Sendikası'nın sınıf işbirlikçi faşist yöneticilerini aşamadılar. Türk Metal Sendikası, işçilerin öfkesini bazı eylemlerle geçiştirmeye çalıştı. ''ERDEMİR Yabancıya Satılamaz'' sloganıyla ERDEMİR'in yabancı sermayeye karşı yerli işbirlikçi holdinglere satılabileceğini propaganda etti. Böylece hem işçilerin işyerlerinin satılmasına karşı öfkesini yatıştırmak ve mücadelelerini zayıflatmakta başrolü oynadı hem de hükümet ve OYAK'la işbirliği içinde olduğunu gösterdi. ERDEMİR işçileri, işyerleri, OYAK'a peşkeş çekildiği sıralarda, ihalenin yapıldığı Özelleş-tirme İdaresi Başkanlığı önünde eylemli protestolarda bulundular. Ereğli'den 10 otobüsle Ankara'ya gelen işçiler, ERDEMİR'in satılmasına karşı öfkelerini haykırdılar.
Türkiye'de ordu, OYAK üzerinden devlet içinde büyük bir ekonomik güce sahip ve iktidardaki yerini siyasi araçların yanı sıra, bu ekonomik tekel aracılığıyla pekiştiriyor. OYAK, yıllık 743 milyon dolar karla, karlılıkta Türkiye'de en önde olmakla övünmektedir. Ordu, tüm faşist diktatörlüklerde olduğu gibi, işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde faşist zulüm estirirken, OYAK aracılığıyla da işçi sınıfının emeğini ve alın terini çalmaktadır.
TÜPRAŞ
Özelleştirilmeye çalışılan Türkiye'nin en büyük firması TÜPRAŞ'ta işçiler, İzmir Aliağa, Kırıkkale, Kocaeli ve Batman rafinerileri ile Yarımca petro-kimya tesislerinde aynı gün greve çıkarak, özelleştirmeyi kabul etmeyeceklerini ve direneceklerini gösterdi-ler. İşçiler, 2 Eylül 2005'de, üretimden gelen güçlerini kullanarak işlerini bırakıp greve çıktılar ve akaryakıt ve akaryakıt ürünleri sevkıyatını da durdurdular. TÜPRAŞ'a emperyalist ve işbirlikçi 9 ayrı tekelin talip olması, özelleştirme saldırısının çok yönlü ve TÜPRAŞ'ın ne kadar iştah açıcı olduğunu gösterir. Özelleştirme saldırısıyla doğrudan karşılaşan işçiler, sınıf dayanışmasının öne-mini ve gereğini de hissetmekte ve yaşamaktalar. Bunun güzel bir örneğini grev yapan TÜPRAŞ işçilerinin yanına koşan ÇAYKUR, PETKİM ve TEKEL işçileri gösterdiler. Özelleştirme saldırısının hedefinde bulunan ÇAYKUR işçileri de iş bırakarak, Kırık-kale'deki TÜPRAŞ işçilerinin yanına yürü-düler. PETKİM ve Telekom işçileri ise İzmir-Aliağa'da direnen işçilerin yanındaydılar. Bu dayanışma eylemleri, tüm özelleştirme mağdurlarına moral ve motivasyon kaynağı olduğu gibi, onlara yol göstermektedir.
Limanlarda Direnişler
AKP hükümeti, İstanbul Haydarpaşa limanını kapatmak; İzmir Alsancak, İs-kenderun, Samsun, Bandırma, İzmit Derince ve Mersin limanlarını ise yerli veya yabancı kapitalistlere peşkeş çekmek istiyor. Ortadoğu için stratejik öneme sahip ve ABD'nin asker ve silah sevkıyatını karşıladığı Mersin limanı, 36 yıllığına satıldı. Özelleş-tirmeye karşı çıkan Mersin liman işçileri, 13 Temmuz'dan itibaren limanda çadır açarak direnişe geçtiler. 11 Ağustos'ta Mersin liman işçileri, 24 saatlik, İskenderun, Haydarpaşa, İzmir ve diğer limanlardaki işçiler ise, 8 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Aralarında Tekstil-Sen, İstanbul İşçi Birliği ve EKB'nin de bulunduğu çok sayıda sendika ve kurum destek ziyaretleri gerçekleştirdi.
TELEKOM
Özelleştirilme saldırısı kapsamında olan Telekom'da ise işçiler, bir yandan Telekom'un satılmasını engellemek için mücadele yürütürlerken, diğer yandan da Toplu İş sözleşmelerinin çıkmaza girmesi sonucu grev kararı aldılar. Telekom işçileri, yaptıkları eylemlerle Seydişehir işçilerinin izinden yürüyerek, ihalecileri Telekom'a sokmayacaklarını belirtiler. Kasım ayında, satış kararının alınmasından sonra ise işçiler, süresiz greve çıktılar ve işyerini işgal ettiler. Polisin saldırısına ve tutuklamalarına maruz kalan Telekom işçileri, kararlıca direneceklerini ortaya koydular.
Kuzey Kürdistan'da bir Direniş
Kuzey Kürdistan'ın Amed kentinde bulunan Akyıl Tekstil fabrikasında çalışan 700 işçi, maaşlarını alamamaları ve sigorta primlerinin ödenmemesi sonucu direnişe geçti. Amed'de 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra gerçekleştirilen ilk kitlesel işçi direnişi olması özelliği taşıyan direnişin kazanımla sonuçlanması, Kürdistan'da işçi sınıfının mü-cadelesine ivme kazandıracaktır. TEKEL'in satılmasına karşı geçen yıl TEKEL işçilerinin mücadelesine tanık olan Kuzey Kürdistan, bu yıl Akyıl Tekstil fabrikasında ve Batman petrol rafinerisinde çalışan işçilerin özelleştirmeye karşı kararlı mücadelesiyle tanıştı. Eylemler, işçi sınıfı mücadelesinin nispeten düşük seyrettiği Kürdistan'da, özelleştirmelere, açlığa, yoksulluğa ve işsiz-liğe karşı mücadele etme bilinci ve motivas-yonu taşımaktadır. Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP) Amed Temsilciliği, eylemleriyle Akyıl işçilerinin yanında olduğunu gösterdi.
Başka halkları ezen bir halkın özgür olamayacağını bilen komünistler, Türkiye işçi sınıfının özgürlüğünün, sınıfa doğru ve gerçek sınıf bilincinin götürülmesinin de ancak Kürt ulusal ve demokratik haklarının savunulması ve bunun için mücadele edilmesiyle mümkün olacağını söylediler. Sadece bu degil, diğer toplumsal katmaların siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarına ilgisiz kalan işçi sınıfının, kendi sorunları için de savaşamayacağının altını çizdiler ve devrimci çalışmalarını ve pratiklerini buna dayandırdılar.
İşçi Sınıfının Sendikal Örgütlülük Düzeyi
'70'li yıllarda önemli bir sendikal örgütlülük düzeyine ulaşan işçi sınıfı, bugün sendikasızlaştırma saldırısı sonucunda oldukça örgütsüzdür. İşçi sınıfının sendikalarda örgütlülük düzeyi '70'li yıllarda 2,5 milyon civarındaydı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle başta devrimci ve ilerici işçilerin örgütlü olduğu DİSK olmak üzere sendikaların ve dolayısıyla sendikal faaliyetin yasaklanmasından dolayı sendikal örgütlülük seviyesi oldukça geriledi, önemli oranda tasfiye edildi ve ancak '80'li yılların ikinci yarısından itibaren sendikal örgütlülük tekrar yükselmeye başladı. Ancak 1997'den itibaren tekrar devletin sendikasızlaştırma saldırısıyla karşı karşıya kaldı ve bu saldırıların bir sonucu olarak günümüzde oldukça dibe vurmuş durumdadır. Devlet İstatistik Endüstrisi (DİE) verilerine göre Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yarıdan fazlası kayıt dışı olmak üzere, 23 milyona yakın kişi istihdam edilmektedir. Bunların 9,5 milyona yakını ücretli işçi olarak, 2 milyona yakını ise yevmiyeli olarak çalışmakta. Kayıt dışı çalışan işçiler, her türlü iş güvencesinden yoksun, sigortasız ve sendikasız çalışmaktalar. İşçi sendikalarında örgütlü işçi sayısı 700 bin civarındadır. Ancak bunların da önemli kesimi özelleştirme saldırılarıyla karşı karşıya olan ve bir kısmı özelleştirilmiş bulunan kamu işyerlerinde çalışan işçiler. Özelleştirme ve taşeronlaştırma, kamu sektöründeki örgütlülük düzeyini sürekli aşağıya çekmektedir.
Emekçi memurlar ise '90'lı yıllarda sokakta dişe diş yürüttükleri mücadele ile sendikalarını ve çatı örgütleri olan KESK'i fiilen yarattılar. Ancak benzer durum bu cephede de gözlenmektedir. Kamu emekçilerinin bedeller ödeyerek yarattığı sendikalarının başına çöreklenmiş olan küçük burjuva reformist kesimler, burjuvazinin siyasi, ideolojik ve örgütsel saldırıları karşısında mücadeleci bir çizgi sergilemekten uzaktırlar. Onlar, tabandan yükselen sesleri ve taban basıncını, 27 Nisan 2005 gününde ülke çapında iş bırakma eyleminde olduğu gibi, zaman zaman kimi eylemlerle, eylem takvimleriyle geçiştirmeye ve durumu kurtarmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu eylemler, protestoculuğu aşan, sonuç alıcı bir düzeye varamamaktadır. Bugün emekçi memur sendikalarında örgütlü emekçi memur sayısı da 700 bin civarındadır. İşçi sınıfının örgütlülük düzeyi göz önüne alındığında, emekçi memurların görece örgütlü oldukları görülebilir. Ancak özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırısı, emekçi memurların örgütlülük düzeyini de düşürmektedir.
Neoliberal saldırılara karşı sınıfı bi-linçlendirmek, örgütlemek ve ayağa kaldırmak, dün olduğu gibi bugün de yakıcı bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu saldırılara karşı işçi sınıfının örgütlenme araçları olan sendikalar ise, saldırıları püskürtmek bir yana, saldırılara karşı direnen işçilerin mücadelesinin önünü tıkamaktadırlar. Tabii ki, burada kastedilen sendikal bürokrasi ve sarı sendika anlayışıyla hareket eden sendika yönetimleridir. Sınıf sendika-cılığı anlayışından uzak olan bu sendikal çizgi, burjuvaziye ve onun saldırılarına karşı savaşmak yerine, ücret sendikacılığı yapmakta, koltuk kapma-koruma kavgası yürütmektedir. Bu durum, burjuvazinin sendikasız-laştırma ve örgütsüzleştirme dahil çok yönlü saldırılarıyla da birleşince, işçi sınıfının önüne ikili bir görev konmuş oluyor: Hem sendikal bürokrasiye karşı mücadele hem de burjuvaziye karşı mücadele.
Şüphesiz tekstil, tersane ve deri işkolunda olduğu gibi sınıf sendikacılığı temelinde mücadele yürüten sendikalar da var. Tekstil sanayinin gelişkin olduğu Türkiye'de irili ufaklı binlerce atölye ve fabrikada işçiler örgütsüz, sendikasız ve her türlü iş güvencesinden yoksun bir şekilde çalışıyorlar. Ve haftalık çalışma saatleri 8 saatin çok üzerindedir. Bu işkolunda sınıf sendikacılığı anlayışıyla kurulan Tekstil-Sen, kurulduğundan bu yana birçok atölyedeki işçileri örgütlemeye başladı, mütevazı ama değerli ilerlemeler kaydetti.
Tersane dalında örgütlü bulunan Limter-İş sendikası, taşıma işkolunda bulunan Nakliyat-İş Sendikası ile deri işkolunda örgütlü bulunan Deri-İş, Tekstil-Sen gibi mücadeleyi, sadece işçilerin ekonomik-demokratik hakları için mücadele ile sınırlı görmemektedir. Tekstil-Sen, Limter-İş ve Deri-İş gibi sınıf sendikacılığı çizgisinde hareket eden sendikaların büyütülmesi ve benzer sendikaların yaratılması, dönemin önemli bir görevi oluyor.
Limter-İş'in tersanelerdeki ağır çalışma koşullarına, iş cinayetlerine karşı yürüttüğü mücadele ve örgütlediği kitlesel katılımlı işçi protesto gösterileri, tersane patronlarını zor ve korkulu anlarla yüz yüze bırakmaktadır.
Tekstil ve deri işkollarında yürütülen, işçileri sendikada örgütleme çalışması, sık sık patronların sendikaya üye olan işçileri sokağa atmasıyla cevaplandırılmaktadır. Ancak bu sendikaların kararlı duruşları, atılan işçilerin işyerlerini savunmalarıyla buluşmakta ve işyerleri önünde fiili direnişler gelişmektedir. Çorlu'da sendika-laştıkları için işten atılan İleri ve Birsinler deri işçilerinin direnişi, Gönen deri işçilerinin direnişi, Tekstil-Sen'in 2004 yılında yürüttüğü ve bazı kazanımlarla sonuçlandırdığı Polaris, Evita, Dalkıran ve Anıl Tekstil di-renişleri, İzmir'de Tekstil-Sen'de örgütlendikleri için işten atılan Eriş Tekstil işçilerinin direnişi, Serna Seral, Desan Dokuma, Teksture Çorap ve Antalya Rivienna İnter Tektil'de yaşanan direnişler, bu türden mücadelelere örnektir. Uzun bir sürece yayılan bu direnişlerin bazıları, işçilerin işlerine dönme kazanımıyla sonuçlanır-ken, direnişler genel olarak da işçilere mücadele deneyimi kazandırmaktadır. Birçoğu polis ve jandarma saldırılarına uğrayan bu direnişler, işçilere, tekil eylemlerin birbiriyle buluşmasının ve büyük bir güce dönüşmesinin gerekliliğini ve önemini göstermesi bakımından yeni bilinç kıvılcımlarına yol açmaktadır.
Direnişlerden çıkarılması gereken bazı sonuçlar
Yukarıda saydığımız direnişler, (ki, daha saymadığımız birçok direniş de var) işçi sınıfının mücadele biçimlerinde ve kullandığı mücadele araçlarında bir gelişime ve değişime işaret etmektedir. Grev ve direnişler, çoğu zaman tekil ve lokal direniş şeklinde sürdürülseler de, özellikle işçi sınıfı-nın diğer bölükleri tarafından ve halk tarafından desteklendiğinde, sermayeye ve hükümete sıkıntılı ve zor anlar yaşattıkları görülmüştür. Direnişler, rutin ve geleneksel protesto sınırlarını aşmanın işaretlerini veren işyeri işgalleri, yol kesmeler, polisle çatışmalar gibi militan bir çizgiye girdi. Özellikle işyeri işgalleri, işçiler arasında birlikte hareket etme, örgütlenme ve savaşma bilinci ve ruhunu geliştirdi. İşyeri işgalleri, devletin özelleştirme saldırısına ve dolayısıyla da devlete, militarizme ve düzen partilerine bir meydan okumadır. İşçiler, nesnel sınıf çıkarları temelinde gerçek sınıf aidiyeti ve iç güdüsüyle burjuvazi karşısında siyasal eği-lim, din, dil, bölge, cinsiyet farkı gözetmeksizin birleşmenin, örgütlenmenin ve mücadele etmenin zorunluluğunu ve pratiğini yaşadılar.
Ancak SEKA, Seydişehir, Erdemir ve diğer direnişlerde görüldüğü gibi, devrimci bir önderlikten yoksunlukla birleşen bu militan mücadele, sınıfın kazanmasına yetmiyor. Bu tür tekil direnişler, neoliberal saldırıları geciktirmesine ve işçilerin siyasallaşmaları için bir okul olmasına rağmen, özelleştirme saldırısını bir bütün olarak püskürtmeyi sağlayamıyor.
Diğer taraftan, soruna sadece ekonomik mücadele açısından yaklaşmak ve özelleştirmenin, sermayenin aynı zamanda ideolojik ve politik bir saldırısı olduğunu görememek, saldırıya karşı hak alıcı bir mücadele geliştirmenin önüne geçiyor. Paşabahçe, SEKA ve Seydişehir'de olan da budur. Sendikalar, mücadeleyi ekonomik taleplerle sınırlı tuttukları için bu durum, sermayenin birleşik saldırısını püskürtmeye yetmiyor. Sendika bürokrasisinin uzlaşmacı ve ihanetçi tutumu da buna eklendiğinde direnişler, hep aynı kaderi paylaşıyor ve yenilgiyle sonuçlanıyor.
Sermayenin birleşik saldırganlığı karşısında işçi sınıfının birleşik karşı koyuşunu örgütlemek, yakıcı bir görev olarak devam ediyor. Sermaye, direnişleri kırmak için tüm gücünü seferber ediyor. Ancak işçi sınıfı cephesinde ise, direnişler genelde tekil düzeyde kalıyor. Çoğu zaman kendileri saldırılarla doğrudan karşılaşmayan işçiler, diğer işyerlerinde süren direnişlere kayıtsız kalıyorlar. Bu durum, lokal direnişleri zayıf düşürüyor ve yenilgiyle yüz yüze bırakıyor. Oysa, SEKA, Seydişehir, ERDEMİR gibi fabrikalarda direnen işçiler, özelleştirmeye karşı bütün sınıf adına direniyorlardı ve orada patlayan öfke, bütün sınıfın öfkesiydi.
Saydığımız direnişler, işçilerin mücadele pratiklerine denk düşen kazanımlarla sonuçlanmasa da, bu direnişlerin işçi sınıfına kazandırdığı önemli deneyimler de var. Her direniş, kendisinden öncekinin mirasını devralarak ilerledi. Seydişehir, SEKA'nın izinden, ERDEMİR ve Mersin Liman işçileri Seydişehir'in izinden yürüdüler. İşçiler, birleşik mücadelenin gereğini kavradılar. Kazanabilmek için, ailelerin desteğini almanın, diğer işçilerin ve halkın desteğini almanın önemini kavradılar. Her bir direniş, yerel alanda bir "Genel Grev, Genel Direniş" provası oldu. İşçi sınıfının tarihsel ve toplumsal rolünü pratikte bir kez daha test etti. İşçi sınıfı, diğer toplumsal sınıf ve tabakaları, yani esnaflar gibi, gençleri ve kadınları da harekete geçirdi, sürükledi.
Bu direnişler, işçi sınıfının yeni mücadele okulları oldular. Direnen işçiler, sınıf kardeşlerine kendilerini aşmaları gerektiğini ve bunun olanaklı olduğunu pratikleriyle gösterdiler. Siyasal bir saldırı olan özelleştirmenin ancak siyasal içerikli bir mücadele ile püskürtülebileceğini ortaya koydular.
Direnişlerde işçi aileleri önemli rol oynadı. İşçi aileleri, kadınlar ve çocuklar, eşlerini veya anne-babalarını yalnız bırakmadılar, her türlü saldırıyı onlarla birlikte göğüslediler. İşçilerle birlikte aileler de devletin işçi ve emekçi düşmanı yüzünü gördüler; işçi ve emekçilere büyük vaatlerde bulunarak iktidara gelen mevcut AKP hükümetinin sermayenin dostu, ama emeğin ve işçilerin düşmanı olduğunu mücadele içinde kavradılar. İşçiler, Seydişehir'de olduğu gibi, topluca düzen partilerinden ve AKP'den istifa ettiler.
Direnişlerde Kadınlar
Özelleştirme ve diğer neoliberal saldırılara karşı geliştirilen direnişlerde kadınlar, ister işçi olsun, isterse işçi eşi olsun, her zaman direnişin içinde ve en önünde yer aldılar. SEKA'da işçiler fabrikayı işgal ederek içerde direnirken, kadınlar da dışarıda direnişi büyütme yarışındaydılar. Seydişehir halkının, Seydişehir direnişini sahiplenmesinde kadınların çabasının belirleyici bir yeri vardır. Çocuklarını da yanlarına alarak direnişe koşan kadınlar, direnişin sesini her tarafa yaymak, direnişlere desteği büyütmek için canla başla çalıştılar ve çalışıyorlar. Fabrika önlerindeki destek eylemlerini, yol kesme eylemleriyle, yürüyüş ve mitinglerle süsleyen, polis saldırılarına karşı direnen yine kadınlar oldu.
SEKA direnişinde kısmen yaratılan halkın ve esnafın desteği, Seydişehir direnişinde oldukça belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Seydişehir halkı direnişi sahiplendi, eylemlere katılarak destek verdi. Halkın ve esnafın direnişe desteği, işçilere güç ve moral verdi.
Direnişleri sahiplenmek için öncü işçiler ve bazı sendikalar tarafından kurulan platformlar, değerli kazanımlar, örnek çalışmalar ve mücadele yöntemleri olmalarına rağmen, zaten örgütlülük düzeyi düşük olan ve reformist ve gerici sendika ağalarının küçümsenmeyecek derecede etkisinde olan sınıfı harekete geçirmede etkili olamadı.
Direnişler, esasen işyerlerini kaybetmekle karşı karşıya kalan işçilerin kendiliğindenci eylemleri olarak başladı ve direnişlerin yapıldığı sektörlerde, sendikal çerçeveyi aşan bir rotaya girdi. Bu durum hem devleti hem de sendika ağalarını telaşlandırdı. Kimi sendika şubelerinin, işçilerin yanında yer alan tavırları, genel merkezleri tarafından kırılmaya çalışıldı.
Devrimci parti ve örgütler ise SEKA'da olduğu gibi, bazı istisnalar dışında direnişlere aktif müdahalede bulunamadılar. Bu durum, devrimci parti ve örgütlerin sınıfla bağlarının zayıflığını bir kez daha ortaya koydu.
Marksist Leninist Komünistler ise, direnişlerle ilişkilenmede, direnişleri sahiplenme ve yaymada önemli bir pratik sergilediler. Gerek bu yılın başlarında gerçekleştirdikleri işçi kurultaylarında ve özelleştirmelere karşı mücadeleyi işçilerle tartıştırmalarında, gerekse de SEKA'da çakılan kıvılcımı büyütmek ve genelleştirmek ve devletin saldırılarına karşı barikat olmak için açtıkları çadırla, direnişi İzmit iline yaymak için gösterdikleri çabayla öne çıktılar.
Direnişlerde sendikal ihanet çemberi, direnişlerin bitirilmesinde belirleyici oldu. Komünist öncünün görevi, işçilerin sendikal ihanet çemberini kırarak, sınıfın irade birliğini ortaya çıkarmasını sağlamak ve onun yürüyüşünü aydınlatmaktır.
Sınıf Hareketine Yaklaşım Ve Bazı Deneyimler
MLKP, 2002 yılında gerçekleştirdiği 3. Kongresinde sınıfla bağlarını ve sınıf içindeki çalışmalarını da eleştirel bir gözle değerlendirdi ve somut kararlar aldı. Bu kararların sonucu olarak, işçi sınıfıyla ilişkilerini geliştirme, işçi sınıfını neoliberal saldırılara karşı aydınlatma, birleşik ve örgütlü müca-dele etme bilincini geliştirmek ve sınıfın öncü partisi misyonunu yerine getirebilmek için yoğun bir çaba içine girdi. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerle bağları geliştirmeyi hedef-leyen "Kitlelere Hücum" parolasını sınıf çalışması alanında da yaşama geçirme pratiği yürüttü.
MLKP, 3. kongre belgelerinde, "...işten atmanın en kitlesel ve sistematik yolu olan, işçi sınıfının kazanılmış haklarının gaspı ve işletmelerin 'özel mülkiyet yüce ve eşsizdir', 'devlet mülkiyeti ve toplumsal mülkiyet kötüdür' ideolojik saldırısı eşliğinde iç ve uluslararası tekellere peşkeş çekilmesine karşı durmak için 'Özelleştirme Terörüne Karşı İşyerlerimizi Savunalım' ...talebini" ileri sürdü. Ve özelleştirme, sendikasızlaştırma, işten atma, sefalet ücreti gibi saldırıları püskürtmek için, öncü işçileri ve sendikaları harekete geçirme perspektifiyle çalışmalar yürüttü. İşçi sınıfının karşı karşıya bulunduğu saldırıları püskürtebilmek ve içinde bulunduğu sorunları aşmak için işçi kitle toplantıları, Emek Platformu, Sendika Şubeleri Platformu gibi taban inisiyatiflerini geliştirme, sendikaları veya şubelerini çeşitli platformlarda bir araya getirme çabalarının yanı sıra, mücadeleyi kendi öz gücüne da-yanarak yürütme perspektifiyle hareket etti.
Kendi öz güçlerini harekete geçirerek, işçi sınıfını, sermayenin neoliberal saldırılarına karşı sosyalist bir perspektifle aydınlatmak, örgütlemek ve mücadeleye çekmek, Marksist Leninist Komünistlerin görevidir. Bu doğrultuda yürüttükleri çalışmalara bazı örnekler vermek gerekirse:
2003 yılında kölelik yasalarına ve özelleştirmelere karşı işçileri aydınlatmak için ''Bayrak Yürüyüşü'' adıyla, yoğunlaştırılmış bir aydınlatma faaliyeti yürütüldü. İstanbul'da işçi havzalarından, fabrika ve semtlerden başlayan bu faaliyet, kısa sürede diğer illere de yayıldı. ESP'li öncü işçiler, fabrika önlerinde, işçi havzalarında, tersane-lerde, tren istasyonlarında, otobüs durakla-rında, varoşlarda, semt pazarlarında, kahve-lerde ve evlerde, işçi ve emekçilerle konuşmak, bildiri dağıtmak, afişler asmak, imza toplamak suretiyle köleleştirme yasalarına ve neoliberal saldırılara karşı geniş bir propaganda ve ajitasyon çalışması yürüttüler. Devletin tehdit, saldırı, gözaltı, işkence gibi engellemelerine rağmen kararlıca yürütülen bu aydınlatma çalışması, komünistlerin kendi güçlerini harekete geçirmesini ve özgüven geliştirmesini sağladı.
İşçi sınıfının dağınık ve örgütsüzlüğünün devam ettiği 2004 yılı boyunca, sermayenin işçi sınıfına, işçi sınıfının mücadeleyle kazandığı haklara yönelik kapsamlı saldırısı tüm hızıyla devam etti. Bu saldırılara karşı sınıfın gösterdiği tepki ve yaptığı eylemler ise parçalı, tekil, dayanışma, siyaset ve militanlıktan uzaktı. Bu duruma müdahale etmeyi gündemine alan MLKP, başta öncü işçiler olmak üzere işçilere içinde bulundukları sorunları ve çözüm yollarını tartıştırmak amacıyla, belli başlı büyük kentlerde işçi kurultayları örgütleme kararı aldı. Kurultaylar için çıkarılan çağrılarda hedefler şöyle formüle edildi: ''Kurultaylar işçi sınıfı tabanında ortak bir inisiyatif ve irade geliştirmenin yolunu açmayı hedefliyor. Kurultaylar, örgütlü-örgütsüz, sendikalı-sendikasız, sigortalı-sigortasız, işçi-emekçi memur, eve iş alan kadınlar, temizlik işçisi kadınların, işsizlerin bir araya gelerek sorunlarına ortak bir çözüm arayışı geliştirmeyi amaçlıyor. Kurultaylar, sendikal bölünmüşlüğü aşmak, sınıf dayanışmasını geliştirmek, sermayenin saldırılarına karşı işçi inisiyatifi geliştirmek için düzenleniyor. Kurultaylar, tek tek işçilerin, işyerlerinin, işçi ve emekçilerin mücadelesini birleştirmeyi, işçi sınıfını sermayeye karşı birleşik, ortak bir mücadele programı etrafında hareket etmesinin yolunu açmayı amaçlıyor.''
Somut gündemleri belirlenmiş olan kurultayların hazırlık çalışmaları, yerel ve bölgesel toplantılarla yürütüldü. İşçi ve emekçileri hazırlık çalışmalarına katarak; kurultayı, hazırlık çalışmalarıyla birlikte onlara mal etmek perspektifiyle yüründü. Kurultaylar, Ocak 2005'de gerçekleştirildi. Kurultaylarda bir araya gelen yüzlerce işçi, karşı karşıya oldukları sorunları ve çözüm önerilerini birlikte tartıştı. Çok sayıda sendika ve kurumun katılarak destek verdiği kurultaylarda söz işçilerindi. Hep susanlar/susturulanlar, dinleyenler kürsüye çıkıp özgürce sorunlarını dile getirdiler, tartıştılar.
Tekstil, metal, petro-kimya, taşımacılık, tersane, deri, hizmet ve gıda işkollarında çalışan işçilerin bir araya gelerek, sigortalı, sigortasız, sendikalı, sendikasız tüm işçi ve emekçi memurların ortak iradesini açığa çıkarmak ve güçlendirmek için neler yapılması gerektiğini tartıştığı kurultaylarda, saldırıları, işçi sınıfının politik karşı koyuşu ve birleşik iradesiyle, militan mücadelesiyle püskürtmenin olanaklı olduğu vurgulandı. Bunun için de fiili ve meşru mücadeleyi esas alarak ilerlemek gerektiğine, Bolivya'da, Arjantin'de, Brezilya'da, Güney Kore'de olduğu gibi birleşik ve militan bir işçi hareketinin ve birleşik halk direnişinin örnek olabileceğine değinildi.
Özelleştirmeye karşı iş yerlerinin savunulması ve özelleştirme hedefindeki işyerlerinde süren mücadelelerle dayanışmayı önüne görev olarak koyan kurultaylar, sınıf dayanışmasını geliştirmenin her işçinin önde gelen görevi olduğunu, bireycilik ve yabancılaşmayı kırmanın ancak eylemle olanaklı olacağını, yerel ve bölgesel düzeyde değişik işkollarında, sigortalı-sigortasız, sendikalı-sendikasız, işçi-memur-işsiz ayırımı yapmadan bir araya gelmenin ve sınıf dayanışması araçlarını geliştirmenin gerektiğini ortaya koydu.
Sendikal bürokrasinin işçi sınıfını böldüğü ve parçaladığı, bu bölünmüşlüğün ancak ortak örgütlenme ve sınıf dayanışmasıyla aşılabileceği, sendika ağa ve bürokratlarının bölücü çabalarına ve sendikal rekabete karşı taban inisiyatifinin açığa çıkarılması gerektiği, bunun için de mücadeleci işçilerin ve mücadeleci sendikaların ortak hareket tarzının geliştirilmesi yoluyla ortak mücadele platformlarında birleşerek tabanda birliğin güçlendirilmesi çağrısı yapıldı.
Sendikal krizi aşabilmenin, fabrika fabrika, atölye atölye işçileri örgütlemekle olanaklı olacağı, sendikal bürokrasinin bunu yapamayacağı, sendikaların burjuvazinin ideolojik hegemonyasından ve sendika ağalarından kurtarılması ve sınıf sendika-cılığının hakim hale gelmesi için işçiler mücadeleye çağrıldı.
Bölge ve havzalarda İşçi Birlikleri'nin kurulması kararlarının alındığı kurultaylarda, İşçi Birliklerinin, sendikalı, sendikasız, sigortalı, sigortasız işçi, emekçi memur ve işsiz işçilerin biraraya gelerek oluşturdukları ortak irade, mücadeleci işçilerin eylem birliği olduğu belirtildi.
İşçi ve işsizlerin yaşam alanlarında sosyal dayanışma ve yardımlaşma birliği mücadelesini örgütlemek için, işsiz-işçi derneklerinin kurulması ve her yerde işsizlerin işçilerle dayanışmasını geliştiren örgüt biçimlerinin yaratılması vurgusu ise, sınıfın çalışan ve iş-sizlikten dolayı çalışamayan kesimlerinin ortak sorunlarına ve mücadelesine dikkat çekiyordu.
Kurultaylarda, emperyalist tekellerin saldırısının uluslararası bir karakteri olduğu, işçi sınıfının da emperyalist kapitalizme karşı uluslararası birliğini ve dayanışmasını daha güçlü örgütleyeceği vurgulanarak, Almanya işçilerinin ve işsizlerinin Hartz IV'e karşı mücadelesi, Güney Kore ve İtalya işçilerinin grev hareketi, Bolivya, Arjantin, Ekvator, Brezilya, Rusya işçi sınıfı ve emekçilerinin mücadeleleri selamlanarak, proleter enternasyonal bir duruş sergilendi. Uluslararası işçi hareketi gündemlerinin ve taleplerinin giderek ortaklaştığı, buna bağlı olarak işçi sınıfının bölgesel dayanışmasının ve bölgesel ortak mücadele olanaklarının arttığı, Türkiye işçi sınıfı, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya işçi sınıfı ile dayanışmanın imkanlarının gözetilmesi ve somut ilişkilerin geliştirilmesi ihtiyacının olduğu belirtildi.
İşçi Kurultayları, sadece tartışma mekanları olmadı, yukarıda dile getirilen konularda ve güncel siyasal mücadeleye ilişkin bir dizi somut eylem ve mücadele kararlarıyla sona erdi. Alınan kararlar arasında, özelleştirmeye karşı somut eylemler, 8 Mart ve 1 Mayıs'ın ücretli izin günü olması için çalışma yürütülmesi, sigortasız ve sendikasız çalışmaya karşı kampanya örgütlenmesi, semt ve havzalarda İşçi Birlikleri'nin örgütlenmesi, işsiz işçilerin örgütlenmesi için olanaklar yaratılması ve uygun alanlarda dernekleş-meye gidilmesi, sermayenin saldırılarına karşı tüm direnişlerin sahiplenilmesi ve desteklenmesi, asgari ücretten vergi alınmaması için bir kampanya örgütlenmesi, işçi ve emekçilerin haklarını bilmemelerini dikkate alarak, semtlerde, havzalarda "Haklarımızı öğreniyoruz" başlıklı toplantıların, işçilerin sınıfsal çıkarlarını açıklayan eğitim çalışmalarının yapılması, kültürel yozlaşmaya karşı mücadele edilmesi gibi önemli kararlar bulunmaktaydı.
Kurultaylardan sonra, alınan kararların hayata geçirilmesi için toplantılar yapan işçi-ler, bu kararların gereği olarak semtlerde ve bölgelerde İşçi Birlikleri kurdular. İşçi Birlik-leri kazanımı ve sınıfın küçük de olsa bir bölümünü harekete geçirmesi açısından ku-rultaylar, işçi sınıfının mücadelesine mütevazı bir katkı oldular. Kurultay sonuçları, Ocak ayından sonra gelişen başta SEKA, Sey-dişehir'de olmak üzere birçok direnişle daya-nışmayı geliştirmede, özelleştirmeye karşı mücadeleyi büyütmede, sınıfın diğer sorunlarına karşı mücadelede itici bir güç oldu.
Tekstil-Sen ve İşçi Birliği'nin 2005 yazında başlattıkları''Sigortalı Sendikalı Haftada 35 Saat Çalışmak İstiyoruz'' kampanyası, işçi-lerde örgütlenme, sigorta ve sosyal güvenlik gibi haklara sahip olma bilincinin gelişmesini sağlıyor.
Tekstil-Sen sendikasının, tekstil sektörüne taşıdığı ışık, hızla yayılıyor. Bilinçlenen ve örgütlenen onlarca işyerinden atılan işçiler, Tekstil-Sen'in öncülüğünde inatçı ve kararlı direnişler geliştiriyorlar. Bu direnişlerin bir kısmı kazanımla sonuçlanıyor ve işçi sınıfının diğer bölüklerine güç ve moral veriyor.
Şüphesiz yukarıda saydığımız, sonuçlar çıkardığımız ve bazı deneyimlerini aktar-dığımız mücadeleler, işçi sınıfının karşı karşıya bulunduğu saldırıları aştığı anlamına gelmiyor. Ancak sorunları aşmada ve mücadele çizgisindeki gelişim ve militan-laşma, sınıfın ileriye yürüyüşünü hızlandıracaktır.
MLKP, işçi sınıfı partisi olma bilinci ve sorumluluğuyla, işçi sınıfını devrim ve sosyalizm perspektifiyle aydınlatma, örgütleme ve savaştırma çabasını zaferle taşlandırıncaya kadar sürdürecektir.
|