ABD'de konut kredisi krizi şeklinde patlak veren ve neoliberalizmin mali sisteminin iflasını simgeleyen mali krizin ardından, ekonomik kriz dünyayı etkilemeye başladı ve Türkiye kapitalizmini de etkisi altına aldı. 01 Aralık 2008 / Red Dawn / Sayı 13 2008'in Kasım ayına kadar geçen süreçte, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gerek egemenler, gerekse de işçi sınıfı ve emekçiler açısından önemli gelişmeler yaşandı. Faşist rejim içindeki çatışmalar, generaller cephesinin kendi iktidar mevzilerini korumak ve hükümet partisi AKP'nin ise generalleri iktidar mevzilerinde gerileterek, bu mevzileri ele geçirmek amaçlı sürerken, rejimin dün de bugün de üzerinde hem fikir olduğu belli konular da vardı. Bu konuların başlıcaları, Kürt ulusal hareketinin, komünist ve devrimci hareketin ezilmesi, bunun için dizginsiz devlet terörünün uygulanması, Ortadoğu'da Irak'ın bütünlüğünün korunması ve Kürt devlet oluşumunun önünü almakta ifadesini bulan statükonun korunması gibi konulardır. 4 Mayıs 2007'de Başbakan Tayip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, İstanbul'da Dolmabahçe'de bir araya gelerek bu konularda mutabakat sağladılar. 22 Temmuz 2007'deki genel seçimlerin ardından Erdoğan ve Bush'un yaptığı görüşmede ise, ABD'nin Ortadoğu planlarında Türk devletine biçilen roller çerçevesinde sonuçlara varıldı.Ortadoğu'da saplandığı bataklıktan çıkamayan ve BOP planını uygulamada ilerleme sağlayamayan ABD, Ortadoğu politikasında değişiklikler yaptı. Daha önce askeri saldırganlıkla teslim almaya çalıştığı İran'a, Suriye'ye ve Lübnan'a yönelik politikasında, Türkiye'yi de devreye sokarak diyalog arayışına girdi. ABD, Türkiye'ye verdiği bu rol karşılığında, PKK'nin tasfiye edilmesi amaçlı, Türk devletinin Güney Kürdistan'a hava saldırılarına ve sınırlı bir kara harekatı yapmasına izin verdi. Egemenler cephesi üzerinde ortaklaştıkları ve ABD'nin de desteğini aldıkları, başta Kandil Dağı olmak üzere Güney Kürdistan'a Aralık 2007'de hava saldırısı düzenledi. Ardından medyanın savaş çığırtkanlığı eşliğinde Şubat 2008'de 25. sınır ötesi kara harekatını gerçekleştirdi. Ancak Kürt gerillasının, Güney Kürdistan'a giren Türk ordusunu Zap bölgesinde yenilgiye uğratması, ulusal harekette büyük bir moral ve psikolojik üstünlük sağlarken, egemenler cephesinin çatlamasına yol açtı. Yaşanan yenilgi ve demoralizasyon durumunda, egemenlerin generaller cephesi karşılıklı suçlama ve söz düellosuyla bir yanda generaller, diğer yanda ise CHP ve MHP olmak üzere karşıt duruma düştüler. Öyle ki, TÜSİAD bile generallerin yardımına koşma ihtiyacı hissetti. Güneyde ve Kuzeyde askeri operasyonlarla bir sonuç alamayan devlet, sopa ve havuç politikasının havuç kısmı olarak, 2008 Mart ayından itibaren ‘'Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı'' adlı ve 62 maddeden oluşan yeni bir "tek dil, tek millet"çi asimilasyon planı devreye soktu. Planla, Kürdistan'da sömürgeci politikalar aracılığıyla kronik hale getirilmiş olan yoksulluk ve işsizlik Kürt halkına karşı asimilasyon silahı olarak kullanılmaya çalışıldı. Erdoğan, bölgeye ekonomik yatırımlar yapma, kalkındırma söylemleriyle Kürdistan'a seferler düzenledi. Ancak Kürt halkının seçilmiş temsilcilerinin Erdoğan'ın planlarını teşhir etmesi ve tavır alması, Kürt halkının "Makarna değil, özgürlük istiyoruz" diyerek protestolar geliştirmesi, devletin bu planını da boşa çıkardı. Türk ordusu, ABD'nin verdiği askeri istihbarat yardımıyla Güney Kürdistan'a sürekli hava operasyonları düzenlemekte, bu operasyonlarda sivil yerleşim birimlerini yerle bir etmekte ve sivil halkın yanı sıra özellikle hayvanları telef etmektedir. Kuzey Kürdistan'da ise sürekli askeri ve kara operasyonları yürütmektedir. Ancak gerillanın direnişi ve karşı saldırıları sonucu esas kayıp veren güç durumuna düşmüştür. Ülkenin her yanına asker cenazeleri gitmektedir. Gerillanın karşı atakları ve son olarak Aktütün karakolunu basarak 62 askeri öldürmesi devleti şoka soktu. Devlet zirvesinde yapılan "güvenlik" toplantıları, Genelkurmay Başkanı'nın katıldığı Bakanlar Kurulu toplantılarında alınacak önlemlerin bir kısmının açıklanmayacağı söylenirken, devletin 350 milyon YTL mali kaynak ayırarak 162 yeni karakol yapacağı açıklandı. Ayrıca Kürdistan'da savaşa sürülecek daha profesyonel ordu ve polis güçleri yetiştirileceği açıklandı. Yani sömürgecilik, Kürdistan'daki askeri işgalini ve Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşı derinleştireceğini göstermekte. Kürt ulusal hareketi, askeri vuruşlarda sağladığı başarılarına, kentlerde serhildan tipi gösterileriyle, "Dağa Yürüyüş"le, 8 Mart'tan Newroz'a akan ve bedeller ödemekten kaçınmayan kitlesel yürüyüş ve mitinglerle irade ve kararlılığını ekledi. Ulusal hareket, gerillanın üzerine sürekli bombalar yağdıran Türk devletinin "PKK'yi çökerttik, önderlerini etkisiz hale getirdik" söylemlerini her defasında boşa çıkarırken, "Edi Bese" hamleleriyle Öcalan'ı sahiplendi. Kürt ulusal hareketi, Öcalan'ın esir edilmesi ekseninde kırılan politik iradesini, yine Öcalan'ı sahiplenme ve "yasallığını" dayatma temelinde onarmaya çalışmaktadır. „Edi Bese" hamlesinin 2. ayağı olarak "Sayın Öcalan" sloganıyla yürüttüğü mücadele ile politik mücadelede süreklilik sağlamaktadır. Son dönemlerde Kürt Ulusal Hareketi'ndeki önemli gelişmelerden biri de, Kürt halkının gerilla cenazelerini kitlesel olarak sahiplenmedeki kararlılığı ve gerilla cenazelerini kitlesel siyasal gösterilere dönüştürmesidir. İmralı Cezaevi'nde tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan'a yönelik fiziki saldırının olduğu ve ölümle tehdit edilmesinin avukatları tarafından açıklanmasından sonra başta Amed olmak üzere Kürt illerinde yaygın ve militan protestolar yapıldı. Türkiye'nin bazı kentlerine de zayıf olarak olsa da sıçrayan bu eylemlerle, Kürt halkı devlet terörüne, saldırı ve katliamlarına rağmen Öcalan'ı sahiplendiğini ortaya koydu. 1-3 Kasım 2008'de Amed'de yapılan ve binlerce kişinin yanı sıra DTP'den seçilmiş olan Kürt milletvekillerinin, belediye başkanlarının da katıldığı "Kürt sorununa demokratik çözüm" talepli oturma eylemi, hem Öcalan'a ve hem de gerillaya olan bağlılık gösterisi oldu. Ekim ve Kasım ayında Kürdistan'a bazı açılışlar yapma bahanesi ile yeni bir sefer yapan Türk Başbakanı Tayip Erdoğan, Kürt halkının büyük protestosu ile karşılandı. Amed, Dersim, Van, Yüksekova, Şemdinli ve Hakkari'de halk kepenk ve kontak kapatarak, çöpleri toplamayarak, sokaklarda gösterilerle, polis saldırılarına karşı molotof ve taşlarla savaşarak Erdoğan'ın hareket alanını daralttı. Kürt halkı, gelişen kırsaldaki gerilla eylemleri ve kentlerdeki serhildanlarla, artık statükoyu kabullenmeyeceğini daha fazla ortaya koymakta ve Türk devletinin çıkmaz içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim, daha düne kadar Güney'deki Kürt oluşumuyla her türlü diyalogu ret eden devletin, şimdi PKK'ye karşı mücadelede Güney Kürdistan yönetimi ile diyalog geliştirme çabası, bu çıkmazın sonucudur. Kürt sorunu ekseninde bu gelişmeler yaşanırken, işçi ve emekçiler cephesinde de faşist diktatörlükle önemli çarpışmalar yaşandı. 2007 1 Mayıs çarpışmasının yarattığı kararlılık, işçi ve emekçi hareketini yeni bir eylem sürecine sokmuştu. Havayolları, Telekom, Novamend, TEKEL işçilerinin mücadelesi, tersane, tekstil işkollarındaki direnişler ve daha bir dizi grevler ve direnişlerle yükselen mücadele, SSGSS saldırısına karşı gelişen eylem dalgasıyla, Tuzla tersanelerinde 27-28 Şubat'ta yapılan iki günlük fiili grevle yeni bir aşamaya ulaştı. Mart-Mayıs sürecindeki 8 Mart, Gazi, 16 Mart, Newroz gibi mücadele günlerinin doruğu olarak yaşanan 1 Mayıs 2008 çarpışması ve 16 Haziran Tuzla tersane grevi, işçi sınıfının mücadelesinde kararlılık ve süreklilik yarattı. İşçi sınıfının 1 Mayıs 1977'de kanlarıyla sulanan Taksim alanında 1 Mayıs'ı kutlama ısrarı, devletin yasaklarına ve terörüne meydan okuyarak, onun kolluk güçleriyle savaşması, işçi sınıfının mücadelesine önemli politik kazanım olarak kaydedildi. Bu dönemde Limter-İş Sendikası öncülüğünde Tuzla tersane havzasında iş cinayetlerine karşı gelişen direniş ve fiili meşru grevlerle süren mücadelenin etkisi, sadece havza ile sınırlı kalmadı. Tuzla'da yapılan fiili meşru grevler, sendikalardan öğrenci gençlik örgütlerine, aydınlardan devrimci ve ilerici örgütlere kadar geniş bir toplumsal destek aldı. Başta değişik işkollarında grevde olan işçiler olmak üzere, DISK, KESK ve Türk-İş'e bağlı bir çok sendika Tuzla grevini destekledi. Tuzla grevleri, sınıfın militan mücadeleci çizgisiyle reformist çizgiyi ayrıştırdı, tartıştırdı. İşçi sınıfına güvenmeyen reformist ve bürokrat sendikal anlayışı önemli oranda teşhir ederek, sınıfın yürüyeceği yolu gösterdi. Gençliğin yüzünü işçi sınıfına dönmesine sağladı. Burjuvazinin özelleştirme, taşeronlaştırma, işçi sınıfını bölme ve örgütsüzleştirme saldırısının karşısına yeni bir mücadele anlayışı ve çizgisiyle çıkmayı ve kazanmayı gösterdi. İş güvenliği ve çalışma saatlerinde kısmi düzelmeleri beraberinde getiren Tuzla grevleri, Limter-İş sendikasının havzadaki patronlar örgütü GİSBİR ve hükümet tarafından muhatap alınmasını sağladı. İşçi ve emekçiler cephesinde bir diğer gelişme ise, semt yoksullarının yıkım saldırısına karşı gelişen konut hakkı mücadelesidir. Devletin bir çok emekçi semtini kapsamına alan yıkım saldırısına karşı önemli oranda komünistlerin öncülüğünde olmak üzere bir çok direniş gelişti. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da 8-12 Eylül 2006'da partimize yönelik operasyonla tutuklanan komünistler, 5-6 Haziran 2008'deki mahkemede savunmalarını yaparak faşizmi yargıladılar. Faşist diktatörlüğe ve kapitalist sisteme her biri farklı bir yönden saldırarak onu teşhir eden, devrim ve sosyalizmi kararlıca savunan komünistler, umudun, emeğin ve özgürlüğün dili oldular. Partimiz adına savunma yapan ve partimizin kuruluşundan bu güne kadar ki gelişim çizgisini ve mücadelesini anlatan yoldaşımız Seyfi Polat'ın savunması, politik bir savunma örneği olarak, burjuvazinin "antiterör" yasalarıyla bir çok ülkede devrimci ve komünist harekete yönelik saldırılarına verilmiş enternasyonal bir cevap oldu. Duruşmada 3 komünist tutsak serbest bırakılırken, 20 komünistin tutsaklığının devamına karar verildi. Komünist tutsaklar, 24 Ekim'de yapılan duruşmada da sistemi teşhir etmeyi sürdürdüler. Bu gelişmelere 68'in 40. yılında ve 71 devrimci atılımının 37. yılında başta gençlik olmak üzere emekçiler cephesinden gelişen, bu dönemin devrimci önderlerini sahiplenme ve anma etkinliklerini eklemeliyiz. Diğer taraftan egemenler cephesinde geçen yıl türban, anayasa değişikliği, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler üzerinden süren rejim krizinin, uzun süre AKP kapatma davası ile Ergenekon operasyonu ve davası etrafında yaşanan gelişmelere odaklandığını belirtmeliyiz. 2007'de doğrudan generallerce yürütülen AKP karşıtlığı, bu yıl daha çok Anayasa Mahkemesi, Yargıtay gibi yargı kurumları öne çıkarılarak yürütülmekte ve böylece ordunun geri plana çekildiği ve yerine "hukuk" mücadelesinin aldığı görüntüsü verilmeye çalışılmaktadır. Ergenekon operasyonlarıyla rejim, devlet içindeki kontrgerilla örgütlenmesinin kontrolden çıkan kesimlerini tutuklayarak, devletin bu çeteler eliyle işlediği katliamların artık üzeri örtülemeyen bir kısmının faillerini bulduğu ve yine açığa çıkmış olan rejim içindeki darbe planlarının sorumlularını yargılayacağı izlenimi yaratmak ve böylece kendisini aklamak istemektedir. Ergenekon adlı örgütlenme, tutuklanan emekli generallerle, askeri ve sivil bürokrasinin, medyanın, sermaye çevrelerinin, ırkçı faşist partilerin kimi bileşenleriyle sınırlı olmadığı gibi, işlediği çok sayıda suç ise iddianameye hiç yansımamıştır. Sayfa sayısının kabarık olmasına rağmen, kapsamı oldukça dar olan Ergenekon iddianamesi, Silivri'de yeni yapılan bir cezaevi içinde oluşturulan özel bir salonda 20 Ekim'de görülmeye başlandı. Aralarında emekli generallerin de bulunduğu bazı sanıklar sağlık bahanesiyle serbest bırakılırken, komünistler, binlerce gözaltında kayıp ve faili mechul cinayetlerin sorumlusu kontrgerilla devletinden, gerçek hesaplaşmanın sokakta işçi ve emekçiler tarafından yapılabilmesi kitle inisiyatifini büyütmeye çalışmaktadırlar. AKP'ye açılan kapatma davası ise, Anayasa mahkemesi tarafından hızla sonuçlandırılarak, AKP'ye uyarı cezası ve hazine yardımının bir kısmının kesilmesiyle sonuçlandı. "Laikliğe karşı eylemlerin odağı" haline geldiği gerekçesi ile „ciddi bir ihtar" verilen AKP'nin kapatılması, mevcut siyasal-toplumsal koşullarda uygun bulunmadı. AB ve ABD'nin dışardan yaptığı "kapatmayın" baskısı ve TÜSİAD'ın kapatmaya sıcak bakmayışının kararda etkili olduğu açıktır. Davanın sonucu, egemen sınıflar arasında geçici bir uzlaşma niteliğindedir. Ancak egemenler arasında bu konuda sağlanan bu geçici uzlaşma, rejim krizinin tüm şiddetiyle devam ettiği gerçeğinin üstünü örtememektedir. ABD'de konut kredisi krizi şeklinde patlak veren ve neoliberalizmin mali sisteminin iflasını simgeleyen mali krizin ardından, ekonomik kriz dünyayı etkilemeye başladı ve Türkiye kapitalizmini de etkisi altına aldı. Türk sömürgeci faşizmi bir yandan Kürt ulusal sorunu çerçevesindeki gelişmelerle meşgulken, aynı zamanda ekonomik krizin faturasını elektrik, su ve doğalgaz gibi temel ihtiyaç kalemlerine yapılan yüksek zamlar yoluyla işçi ve emekçilerin sırtına yüklemeye başlamıştır. Bu konu etrafında örgütlenmeye başlanan eylem ve gösteriler, Türk egemen sınıflarını bu yönden de zora sokacak önemli bir gelişme potansiyeli taşımaktadır. gerek politik gerekse ekonomik kriz koşullarının ortaya çıkardığı olanakları en iyi şekilde değerlendirmek ve yararlanmak çok önemli bir görev olarak devrimci ve komünistlerin omuzlarına düşmektedir.
|