Komünist kadın çalışmasının bugün zayıf olması da dikkate alındığında, karşılıklı birbirinden öğrenmek, deneyimleri paylaşmak ve emekçi kadınların tek tek ülkelerdeki mücadelelerini güçlendirmek için uluslararası ilişki ve paylaşım önemlidir. Bu görevi komünist partiler arasında daha iyi bir enternasyonal işbirliği yaratılıncaya kadar ertelemek yanlıştır. Tam tersine, devrimci ve komünist kadınlar arasındaki enternasyonal işbirliği, devrimci ve komünist örgütler arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve derinleşmesine de katkı sunabilir. 01 Aralık 2008 / Red Dawn / Sayı 13 Kadın Hareketinin Doğuşu Kolektif mülkiyetten özel mülkiyete geçilmesi, analık hukukunun ortadan kalkması ve toplumun sınıflara bölünmesi ile kadının ezilmesi başlamıştır ve o günden bu yana toplumun bütün yaşam alanlarında devam etmektedir. Kadınlar, ezilen cins olmalarına elbette başından beri direnmişlerdir, ancak ne yazık ki söylenceler ve tekil örnekler dışında bu dönem hakkında fazla bilgi yoktur. Örgütlü kadın hareketi 18. yüzyıl sonlarında Fransız Devrimi ile başlamıştır. İlk defa tam sosyal eşitlik talebi dile getirilmiştir. Buna temel teşkil eden ise kapitalist üretim tarzı olup, gerek erkek gerekse de kadını hiç bir engele takılmadan sömürmeyi hedeflediği için eşit haklar için mücadelenin temel gücü olmuştur. Burjuva kadın hareketi kadının ezilmesinin kaynağını, özel mülkiyetin varlığını hiç sorgulamadı. Ancak tarihte ilerici bir rol oynadı ve kadınlara seçme hakkı, yasalar önünde eşitlik, doğum izni gibi birçok kazanım elde etti. Kadını gerçekten baskı ve sömürüden kurtarmayı hedefleyen ilk ve tek kadın hareketi proleter kadın hareketidir. Çünkü proleter kadın hareketi, kadın sorununu toplumsal bir sorun olarak görür ve emekçi kadın mücadelesini bütün işçi sınıfının mücadelesiyle birleştirir. Bu hareket, varolan sistem içinde biçimsel, hukuki bir eşitlik için savaşmakla kalmaz, aksine kadının ekonomik ve sosyal eşitliği için ve kadının üzerindeki baskının kaynağı olan özel mülkiyetin ortadan kalkması için mücadele eder. Proleter kadın hareketi, 19. yüzyıl sonlarından itibaren gelişmeye başladı ve özellikle Clara Zetkin gibi komünistlerin önderliğinde güç ve anlam kazandı. Kadınların da erkekler gibi sınıf mücadelesine katılması ve örgütlenmesinin zorunluluğunun kavranmasında Marks ve Engels önderliğinde kurulan I. Enternasyonal'in de büyük rolü olmuştur. II Enternasyonal'de ise Clara Zetkin'in inisiyatifiyle 1910 yılında 8 Mart tarihi, 1857'de New York'ta kadın işçilerin direnişinin anısına Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilmiş ve bugün de bir çok ülkede kutlanmaktadır. Feministler ve burjuva kadın hareketi Günümüzde uluslararası kadın hareketi içinde farklı akımlar mevcuttur ve bu akımlardan açık farkla en güçlüsü feminizmdir. Genel olarak feminizm, sınıflar arası ilişkinin değil, cinsler arası ilişkinin temel çelişki olarak sunulmasıdır. Bundan dolayı feminizm, burjuva kadınlar ile proleter kadınlar arasında bir fark görmemekte, sadece kadın ve erkek arasında fark görmektedir. Bu anlayış sınıf uzlaşmasını öngörmektedir ve dikkatleri sorunun kaynağından, özel mülkiyetten başka yere çekmektedir. Feminizm bu güne kadar kadına özgürlük getirecek projeler üretemedi ve bunu yapamaz da. Zaten feminizmin bütün insanlığı kurtarma iddiası da yok. Ancak feminizm farklı sınıflardan kadınları bir araya getirmek istediğinden, sınıflı bir toplumda farklı sınıfsal çıkarlar arasındaki çelişkilerle karşılaşmak zorunda ve gerçekte temelden bir değişimi getiremez. Tabii ki feminizmin de farklı akımları vardır ve aralarındaki farkları görmek gerekir. Birinci dalga burjuva kadın hareketi seçme ve seçilme hakkı, yasalar önünde eşitlik gibi kazanımları elde etmesinin ardından, çoğunlukla burjuva devletler eliyle de desteklenen liberal feminist akımlara dönüşmüştür. Bunu, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda ikinci dalga burjuva kadın hareketi izledi ve birincisinin aksine, sınıfsal tabanını esas olarak küçük burjuvazi oluşturdu. Daha çok Avrupa'da gelişen bu hareket içinde çeşitli akımlar oluştu. Bunlar arasında radikal feminizm olarak tanımlanan hareket, cinslerin kökten eşitliğinden (üniversalizm) yola çıkmaktadır ve cinsler arasında varolan farkları esas olarak toplumsal iktidar yapısına ve insanın toplumsallaşmasına dayandırmaktadır. Aynı yıllarda feminizmin diğer büyük akımı olan sosyalist feminizm ise, özel mülkiyetin kadın sorunuyla ilişkisini kabul etse de cins çelişkisini sınıf çelişkisinin üzerinde tutmakta ve Marksizm'in kadın sorununa yaklaşımının özünü kavramayarak, revizyonist partilerin kadın sorunundaki olumsuz yaklaşımını Marksizm'e fatura etmektedir. Radikal feminizm, 70'lerdeki hızlı yükselişinin ardından 1980'li yıllarda "postmodern feminizm" olarak yozlaşmış ve bir çok akıma ayrılmıştır. Bu akımlardan biri de yapı-sökümcü feminizmdir, ki o da diğer bir çok akım gibi Beauvoir'ın varoluşçu feminizmine dayanmakta ve hatta bir adım daha ileri gitmektedir: Gerek biyolojik cins (sex), gerekse de sosyal cins (gender) toplumun ortaya çıkardığı olgulardır ve bu nedenle sınıflandırma ölçütü olarak reddedilmelidir. Bu teorinin merkezinde insanların farklı olduğu durmaktadır; bu demektir ki genel kabul gören ortak yanlar/cinsel kimlik "çözülmeli/yapı söküme uğramalıdır". Bunun yerine insan sayısı miktarında kimliğin var olduğu kabul edilmektedir. Kadın sorununda bu burjuva anlayışlar daha çok da emperyalist ülkelerde yaygındır. Bunlarla sosyal forumlarda, farklı NGO'larda, küreselleşme karşıtı hareket içinde ve doğrudan hükümetler tarafından finanse edilen kadın projelerinde sıkça karşılaşmaktayız. Bütün postmodern teoriler gibi bu postmodern ve liberal feminist teoriler de bugün her türlü ilerici karakterini yitirmiştir ve sadece işçi sınıfının din, ulus ve burada olduğu gibi cins temelinde bölünmesine hizmet etmektedir. Kadın sorunu kapitalist sistem içinde çözülemeyeceğine göre, burjuva kadın hareketi emperyalist ülkelerde sürekli sınırlarına dayanmakta ve talepleri daha çok kariyer şansına, kadınların yönetici yerlere gelmesine yönelmektedir ve emekçi kadınların sorunlarıyla ortak yanları azalmaktadır. Yine aynı nedenle kadın sorunuyla ilişkisi olan baskı, şiddet, tecavüz vb. gibi sorunlar da elbette, her yerde ve tüm kadınlar için -değişik düzeylerde de olsa- devam etmektedir. Emperyalist burjuvazi, kadınları kazanmak için yoğun çaba göstermektedir ve onları kendi amaçları için örgütlemeye çalışmaktadır. Bunun önemli bir aracı burjuva kadın hareketinin çeşitli akımlarıdır. Demokratik kadın hareketinde feminizm Feminizm demokratik kadın hareketi içinde de yaygındır. Antiemperyalist demokratik devrimin gündemde olduğu ve küçük burjuvazinin tarihsel olarak henüz devrimci bir rol oynayabileceği ülkelerde işçi sınıfı ve müttefik güçlerine mensup kadınlardan oluşan emekçi kadın hareketi farklı yapıdadır ve küçük burjuva kadınların toplumsal tabanını oluşturduğu feminist eğilimli hareketler ilerici bir karaktere sahiptir . Bugün demokratik kadın hareketi içinde feminizmin nasıl ifade bulduğuna güncel bir örnek, Kürt ulusal hareketinin parçası olan Kürt kadın hareketidir. PKK'nin kadın sorununa yaklaşımında 90'li yılların ikinci yarısından itibaren kimi feminist etkilenimler varolmakla birlikte, esas olarak PKK lideri Öcalan'ın 1999 yılında uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edilmesinin ardından İmralı savunmalarıyla birlikte gerçekleşen çizgi değişikliği ve PKK'nin küçük burjuva devrimci çizgiden küçük burjuva reformist bir çizgiye kayışıyla feminizm, belirgin bir eğilim haline gelmiştir. İmralı savunmasının içeriği genel hatlarıyla ulusal bağımsızlıktan vazgeçiş ve Marksizm'in reddedilmesidir. Teorik olarak bu değişim feminizmle temellendirilmiş ve beslenmiştir. "Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete" adlı kitabında Öcalan, detaylı bir şekilde "kadınların neden kendi başına bir sınıf olduğunu" açıklamaktadır. PJA/PJAK temel belgelerinde kadın cinsinin ezilen sınıf olduğu şeklinde feminist tezler bulunmaktadır. Ne Öcalan'ın kadın sorununa ilişkin temel tezlerinden biri olan "Kadın kurtuluş ideolojisinde", ne de PJAK programında kadının ezilen cins konumuyla özel mülkiyetin varlığı arasında hiç bir bağ kurulmamaktadır. Sınıfları ve sınıf mücadelesini hesaba katmayan bir program, bir strateji veya temel bir taktik, kadını merkeze koyarak kadın sorununu çözemez ve bir kadın kurtuluş projesi geliştiremez. PJA/PJAK belgelerinde kadınlar "en eski ve alt sınıf" olarak gösterilmektedir. Kadınların ilk önce baskı altına alındığı doğrudur ve Bebel'in söylediği gibi insanlığın ilk kölesi kadın olmuştur, ancak insanlığın yarısını oluşturan kadınlar bundan dolayı bile ayrı bir sınıf değildirler. PJA/PJAK, farklı sınıflardan kadınları "kızkardeşlik" bayrağı altında birleştirmek isteyen tipik feminist bir yaklaşım sergilemektedir. Kürt kadın hareketi, bugün belirgin feminist bir karakter taşımasına rağmen, kadınları eve hapseden feodal aile girdabından çıkarıp dağlardaki silahlı mücadelenin özgürlüğüne yöneltmiş olan ilerici bir harekettir. Bugün Kürt kadın hareketi gibi geniş emekçi kadınlar arasında bu kadar kök salmış ve çok somut başarılar kazanmış olan çok az demokratik kadın hareketi vardır. Yine bir çok sömürge ve bağımlı ülkede, küçük burjuva kadın hareketi ve içerisindeki feminist ya da feminizmden etkilenmiş akımlar, demokratik kadın hareketinin önemli bileşenleri ve proleter kadınların da demokratik kadın hareketi içindeki önemli bir müttefiki durumundadırlar. Emperyalist Küreselleşme Saldırıları ve Emekçi Kadınların Mücadelesi Üretimin ve ticaretin uluslararasılaşması arttıkça, emekçilere yönelik özelleştirme, enformel sektörün yaygınlaşması, esnek çalışma ve benzer çok sayıda saldırı olmaktadır. Özellikle emekçi kadınlar bu saldırılara daha fazla maruz kalmaktadır, çünkü öncelikle onlar yarı zamanlı çalışmakta, eve iş almakta veya en asgari hakların bile söz konusu olmadığı ve en düşük ücretlerin verildiği esnek çalışma koşullarında çalışmaktadırlar. Ancak bu ağır koşullara rağmen bu alanda da emekçi kadınlar hakları için mücadele etmektedirler. Bu konudaki bir çok örnekten biri, Hindistan'da enformel sektörde çalışan kadınlardır. Hindistan'da köylerde veya kent varoşlarında yaşayan kadınlar, hizmetçi ve ev işçisi olarak kent merkezlerinde çalışmaktadırlar. Düşük olan kazançlarının önemli bir kesimi ulaşıma gitmektedir. Bu kadınlar, devrimci bir örgütün müdahalesiyle ucuz aylık ulaşım bileti talebiyle örgütlenmeye başlayınca bir hareket ortaya çıkar ve taleplerini kabul ettirirler. Ancak kadınlar kayıtlı çalışmadıklarından ve örgütlü olmadıklarından dolayı, buna rağmen ucuz ulaşım biletlerini alamamakta ve bilet kontrollerinde sık sık cinsel tacize uğramaktadırlar. Böylece bir örgütlenmenin gerekliliği bilinci gelişir. Somut olarak ucuz aylık ulaşım bileti talebiyle başlayan mücadele, "Tüm Bengal Ev Hizmetçisi Kadınlar Örgütü" isimli sendikal bir örgütlenmenin kurulması, bu sektörün bu sendika aracılığıyla resmi olarak tanınması ve çalışmanın yer yer kayıt altına alınması biçiminde kazanımla sonuçlanır. Bugün bu mücadele, emeklilik maaşlarının ödenmesi gibi yeni taleplerle devam etmektedir. Bu örnek göstermektedir ki, en ağır koşullarda dahi somut talepler üzerinden emekçi kadınlarla bağlar kurulabilir ve somut başarılar kazanan bir hareket ortaya çıkarılabilir. Emekçi Kadınların Konut Hakkı Mücadelesi Emekçi kadınların neoliberal politikalara karşı mücadelelerde aktif rolüne ilişkin bir başka örnek ise Brezilya'dan Türkiye'ye kadar oldukça güncel olan konut hakkı mücadelesidir. Yaşamı dört duvarla sınırlı olan, ev yaşamının bütün sorumluluğunu omuzlarında taşıyan kadınların konut hakkı için direnişlerin en canlı ve aktif kesimini oluşturmaları şaşırtıcı değildir. İstanbul Ayazma'da gecekondu yıkımlarına karşı verilen mücadele bunun canlı bir örneğidir. AKP hükümetinin "Kentsel Dönüşüm Projesi" kapsamında bütün semtin yerle bir edilerek büyük inşaat şirketlerinin planlarına sunulmasına karşı bir direniş gelişir. Emekçi Kadınlar Derneği'nden (EKD) kadınlar 8 Mart ön hazırlıkları vesilesiyle evleri yıkımla karşı karşıya olan semtte çalışma yaparlar. Kadınların büyük kesiminin okuma yazması olmadığı için bildirilerle fazla etkili olunamayınca, EKD'li kadınlar bunun yerine Ayazma'lı kadınları evlerinde ziyaret ederek, onlarla uzun uzun konuşarak, ortak bir dil geliştirmeye çalışırlar. Kadınlar protestolara ve eylemlere aktif olarak katılmalarına ve en militan öneriler yapmalarına rağmen, yıkımlara karşı kurulan komiteye, onun toplantılarına katılmaya yanaşmazlar. Kadınlar toplumsal çalışmalarda az deneyime sahip oldukları ve çoğu zaman evin içiyle sınırlandıkları, geri aile yapısı ve geleneğine sahip oldukları için, erkeklerin yanında konuşmak ve düşüncelerini tartışmakta zorlanmaktadırlar. Bilinç eksikliği de olduğundan onları mücadeleye katmak için bazı özgün mekanizmalara ihtiyaç vardır. Ayazma örneğinde, yıkımlara karşı militanca yürütülen mücadele sürecinde kurulan kadın komisyonu, hareketin en önemli ve kararlı bölümlerinden biri oldu. Eşit işe eşit ücret - Danimarkalı kadınlar grevde Bir çok insan, Avrupa'da kadın erkek eşitliğinin kazanılmış olduğunu düşünür, ancak, biçimsel eşitliği güvenceleyen yasalar yürürlükte olmasına rağmen, gerçeklik başka bir şeyi göstermektedir. Her şeyden önce çalışma alanında kadınların eşit haklara sahip olmadığı ve halen ayrımcılığa maruz kaldığı açıktır. Örneğin İngiltere'de her yıl 30.000 kadın hamile olduğu için işten atılmaktadır. Almanya'da, "kadın-erkek eşitliği hakkında yasa" 1 Temmuz 1958'de yürürlüğe girmiştir, ancak bugün bile kadınlar erkeklerden %24 daha az ücret almaktadır. Danimarka'da eşit ücret, 1973'te 250.000 işçinin greve çıktığı büyük bir mücadele sonucunda kabul edilmişti. Ancak biçimsel eşit ücret hala sadece bir kağıt parçasıdır, bunun örneği şudur: Sağlık sektöründe kadın işçiler, erkek işçilere ödenen her 100 Danimarka kronerine karşılık 81 kroner almaktadırlar. Bu, 2008 yılı baharında Danimarka çapında çoğunluğu kadın olmak üzere 100 bin kamu sektörü işçisinin greve gitmesinde başlıca nedenlerden biri oldu. Greve anaokulu çalışanları, hemşireler, hastabakıcılar ve diğer tıbbi çalışanlar katıldı. Grev, sağcı hükümetin toplu sözleşme görüşmelerinde, enflasyon karşısında eriyecek rakamlar olan, %12,8 ücret zammı ve nemaların ve ek ücretlerin ödenmesinin üç yıla yayılması dayatması karşısında patlak Verdi. Son yıllarda kamu sektöründe özelleştirmelere, vasıflı personelin vasıfsız emekle değiştirilmesine, taşeronlaşmaya, son derece stresli çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı yürütülen çok sayıda fiili grevin ardından, kamu sektöründe o güne dek yaşanan en büyük grevle birlikte protestolar doruğa çıktı. Danimarkalı kadın emekçiler de halkın geniş desteğini kazandılar, nüfusun %80'i, en az %15'lik ücret zammı talebini destekledi. Dahası, komşu ülke İsveç'te de binlerce sağlık işçisi daha yüksek ücret talebiyle iş bıraktı. İki aylık mücadelenin ardından hemşireler, ebeler ve laboratuar asistanları üç yıl içinde %13.3'lik ücret zammında anlaşarak işe geri döndüler ve kreşler ve anaokullarında çalışan kamu emekçileri de dört haftalık grevlerini %12.8 ücret zammını kabul ederek noktaladılar. Grev, ücret zammı konusunda başarılı olmadı, ancak Danimarkalı kadın işçiler için, bir çok başka mücadelenin önünü açan zengin bir deneyim oldu. Demokratik kadın hareketi ve ulusal kurtuluş mücadelesi: Kuzey Kürdistan Geleneklerinde ve aile ilişkilerinde bir çok feodal unsurun halen mevcut olduğu, üretimde henüz yarı feodal kalıntıların görüldüğü ve kadınların üç kat baskıya maruz kaldığı, sınıfsal ve cinsel baskıya ulusal baskının da eklendiği Kuzey Kürdistan'da Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesiyle birlikte güçlü bir kadın hareketi gelişti. Kürdistan'da 1990'lı yıllarda gerilla savaşının giderek genişlemesi, ulusal kurtuluş mücadelesinin kadınları da içine çekmesini sağlamıştır. Kadınlar önceleri anne ve eş olarak aktifleşti, sonrasında ise silahlı mücadele dahil her alanda mücadelede yer aldılar. Kürt kadınının silahlı mücadelede yer alması, özgürlük arayışında attığı ilk adımdı. PKK önderliği kadınların katılımını desteklemesine rağmen, Kürt kadını, başlangıçta örgüt içinde güçlü bir direnişle karşılaşmıştır. Gerillaya katılım yapan kadınlar çok defalar oradaki komutanlar tarafından geri gönderilir. Kabul edilmeyip geri gönderildiğinden düşmanın eline düşen ve katledilen yaklaşık 300 kadın olduğu bilinmektedir. 1992-93 yıllarında gerilla içinde kadınların özel olarak örgütlenmesi tartışılmaya başlanır ve şiddetli iç mücadelelerden sonra ve Öcalan'ın büyük desteğiyle kadınlar en ağır görevleri de üstlenebilmeleri sayesinde 1990'lı yılların ortalarında gerillada kabul görmeye başlarlar ve 1995'te YAJK (Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi) gerillanın kadın kolu olarak kurulur. Bu tarihten itibaren sadece kadınlardan oluşan birlikler de örgütlenmeye başlanır ve kadın ordulaşması süreci başlar. Bu adım, savaşan kadınlar için önemli bir adım olur, kadınların öz bilincini, dayanışmasını ve kadınlar arasındaki örgütlenmesini geliştirir. YAJK'ın kurulması, o dönemki ihtiyaçların bir ürünüdür. İlk Kürt kadın örgütü böylece gerillanın bir parçası olarak doğar, demokratik alanda kadınlar arasında kayda değer bir çalışma yoktur. Bugün Kürt kadın hareketi kendi ordusu YJA-STAR, kadın partisi PAJK ve demokratik kitle faaliyeti yürüten YJA'ya sahip. Ayrıca elbette demokratik Kürt kadın hareketi içinde, Barış Anneleri ya da DTP'nin kadın kolu gibi başka bir dizi değişik örgütlenme var. Kürt ulusal hareketinin bütün örgütlerinde bugün % 33 kadın kotası mevcuttur ve başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Şüphesiz Kürt kadın hareketi, bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da demokratik kadın hareketi içinde en yaygın ve kitlesel olan güçtür. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne aktif katılım sayesinde Kürt kadını ezilen cins konumuna da başkaldırmaya bunu değiştirmek için mücadele etmeye başladı. Böylece Kürt ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesine bağlı olarak, başlık parasından töre cinayetlerine kadın üzerindeki feodal baskının yoğun olduğu toplumda çok büyük değişimler yaratan güçlü bir demokratik kadın hareketi gelişti. Nepal: Kadınlar aile ve toplumdaki gerici yapıya isyan ediyor Enternasyonal kadın hareketi için çok önemli ve cesaret verici deneyimler içeren bir diğer örnek de, Nepal'deki demokratik devrim sürecidir. Yarı feodal üretim ilişkilerinin ve feodal politik sistemin hakim olduğu bir ülkede Nepal Komünist Partisi (Maoist)'in önderliğinde demokratik devrim süreci önemli kazanımlar elde etti. Nepalli kadınların bunda büyük katkılarının olduğu şüphe götürmez. Henüz 1996 Şubat'ında halk savaşının başlamasıyla Tüm Nepal Kadınlar Derneği (Devrimci) (ANWA(R))'de örgütlü olan kadınlar öne çıktılar. Yoğun baskıların beklenebilir olmasına rağmen Nepal'de 13 Şubat'ta halk savaşının başlangıcını gösteren ilk tarihsel grevle oluşan gergin sessizliği, 8 Mart 1996'da kadının kurtuluşu için kapsamlı bir devrimin gerekliliğinin altının çizildiği bir seminerle kırdılar. Batı Nepal'deki Distrikt Kalikot'ta, gerici silahlı güçlerin ellerinden tüfekleri alarak NKP (M)'ye veren, en alt kasta mensup olan kadınlardı. NKP (M) devrim için mücadelede kadının rolünü doğru kavramış ve kadınları sadece kadın sorunları alanında ya da tipik olarak destekleyici rolünde değil, savaşta yönetici kademelerde de konumlandırmanın güçlü çabası içinde olmuştur. Merkez komitesine bağlı bir kadın bölümü oluşturularak, kadınların potansiyelini daha yüksek bir seviyeye çekmek için politika geliştirmekle görevlendirilmiştir. Böylece parti, ordu ve birlik cephesi alanında, politika geliştiren organlara daha fazla kadının gelmesi sağlanmıştır. Ayrıca NKP (M)'de her seviyede % 33 kadın kotası vardır ve gerçekte de uygulanmıştır. Bu politika cesaretlendirici sonuçlar ortaya çıkarmıştır, böylece bugün çok sayıda kadın NKP (M) Merkez Komitesindedir. Parti içinde onlarca kadın bölgesel düzeyde, yüzlercesi yerel düzeyde ve bir kaç bini de yerleşim birimi ve hücre düzeyinde çalışmaktadır. Halk Kurtuluş Ordusu içinde değişik tugaylarda, birliklerde, müfrezelerde ve miliste kadınlar komutan ve komutan yardımcısı düzeyindedir. Tugayların kadın alayı, kadın birliği ve kadın milisi gibi kendi kadın bölümleri var. Yerel kadın milisleri, köylülerle birlikte ihbarcıların, ayyaşların, kumarbazların, zamparaların ve dolandırıcıların yargılandığı halk mahkemesinde de aktif rol oynamaktadırlar. Kadının devrimci saflarda aktifleşmesinde atılan olumlu adımlara rağmen, henüz oldukça güçlü feodal bir ülke olan Nepal'de daha bir çok sorun var ve buna şaşırmamak gerekir. NKP (M) önderliğinden Parwati'nin anlatımlarına göre, erkekler çoğu zaman 40 yaşın üstüne kadar askeri alanda kalırken, kadınlar nadiren 25 yaşın üstünde kalmaktadırlar. Parwati'ye göre bunun nedenlerinden biri, kadro düzeyinde olan ve büyük gelecek vaat eden çok sayıda kadını da etkisizleştiren evlilik kurumudur. Parti içinde bile evlilik ve çocuklar kadınların önderliğinin devamlılığında bir sorun teşkil etmektedir. Nepal'de halk savaşında yer almış olan çok sayıda kadın, çocuk sahibi olmanın bir disiplin cezasıyla aynı anlama geldiğini, çünkü uzun süre parti faaliyetinden uzak tuttuğunu belirterek şikayette bulunmaktadırlar. Bunun da ötesinde, evli olmayan kadınlara yönelik erkekler de ve kadınlar da güvensizlik göstermekte, kadro olan kadınların da evlenmeleri için baskı yapılmakta ve bu da kendi rızası dışında veya hazır olmadıkları evliliklere yol açmaktadır. Cinsel suçların politik suçlardan daha ciddiye alındığına dair eğilimler de var. Bu gerici geleneklerin ve tutumların henüz önemli bir ağırlığı olmasına rağmen, bu baskıcı ve politik olarak yanlış olan evliliklere karşı gelen çok sayıda kadın da var. Dul olanların bazıları da Ortodoks Hint gelenekleri bunu yasaklamasına rağmen, tekrar evlenme cesareti göstermiştir. Bu örnekler, Nepal'li devrimciler için şüphesiz ki önemli kazanımlardır. Ama aynı zamanda kadın üzerindeki baskının toplumda ne kadar derin olduğunu ve bu alanda daha ne kadar yol alınması gerektiğini göstermektedir. Demokratik devrimin zaferi ve Mayıs 2008´de monarşinin yıkılmasından sonra, yeni bir toplumun inşa edilmesinde devrimci kadınlara önemli görevler düşmektedir. Kadının durumunu iyileştirmeye yönelik ilk adımlardan biri, 12. sınıfa kadar parasız eğitimin uygulanmasıdır. Bu özellikle kadınlara yararlı olacaktır, çünkü daha iyi eğitim ve daha iyi çalışma olanakları, kadının yoğun ataerkil ve feodal baskıdan kurtulmasına katkı sunacaktır. Türkiye'de Gözaltında Cinsel Tacize Karşı Mücadele Cinsel taciz ve tecavüz, sadece kadınların baskı altında olan bir cins olarak karşılaştıkları bir sorun değil, birçok ülkede sistematik olarak uygulanan bir işkence yöntemidir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da faşist rejim bu işkence yöntemini özellikle 90'lı yıllardaki kirli savaş sürecinde uyguladı. Müslüman ve gerici namus anlayışıyla şekillenmiş olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan toplumunda tecavüz mağdurlarının bu saldırıya karşı koymaları oldukça zordur, çünkü geleneksel namus anlayışına teslim olmuş olan aileler ve toplum çoğu zaman mağdurları sahiplenmek yerine onlardan uzak durmaktadır, devlet bu nedenle tecavüz işkencesiyle kadını yalnızlaştırmayı ve teslim almayı hedeflemektedir. Korku, utanma ve toplumsal baskı kadınların yaşadıkları tecavüzü anlatmalarını ve tecavüzcülere dava açmalarını engellemektedir. Çeşitli örgütlerden devrimci ve komünist kadınların devlet güçlerinin tecavüzüne uğraması 90'lı yılların sonunda artmaya başladı. Tekil durumlarda mağdurlar durumu anlatarak direnişler geliştirdiler. Komünist kadınlar ise bu dönemde cezaevlerinde ve dışında bu konuyu tartışmaya başladılar. Bu tartışmaların sonucu olarak, 1999 Aralık sonlarında gözaltında cinsel taciz ve tecavüze karşı geniş bir kampanya başlatıldı ve kısa zamanda büyük etki yarattı. Kampanyanın amacı, kamuoyu oluşturmak, sorumluları yargılamak, mağdurlara hukuki, psikolojik ve toplumsal destek örgütlemek, tecavüzcülere karşı açılmış olan davalara geniş katılım sağlamak ve bu sorunu ülke içinde ve dışında duyurmaktı. Kampanya çerçevesinde namus kavramı ve toplumun burjuva-feodal değer yargılarının sorgulanmasına önem verildi, zira bu kampanyanın başarısı için gerekli görülmekteydi. 6 ay süren kampanya "Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Hayır" şiarıyla 10-11 Haziran 2000'de İstanbul'da bir kurultayla taçlandırıldı. Konferansın üç temel konusu şunlardı: 1) Savaşta tecavüz, 2) Tecavüz ve işkence, 3) Tecavüze karşı mücadele. Konferansta bir çok kadın yaşadıklarını ilk defa açıkça anlattı ve sorumluları yargıladı. Konferans sadece delegelere sonsuz cesaret ve güç vermedi, aynı zamanda bütün demokratik kadın hareketi için de bir direniş kaynağı oldu. Tabuların yıkılması, suçluların açıkça yargılanması, geri yaklaşımların ve ahlak anlayışının sorgulanması ve mağdurlarla güçlü dayanışma, sadece cinsel tacize ve tecavüze karşı mücadeleyi güçlendirmedi, aynı zamanda Türk Devleti'nin geri adım atmasını da sağladı. Kararlıca sürdürülen bu mücadele sonucu, konuya dair geniş bir kamuoyu yaratıldı ve devlet teşhir edildi. Bu başarılı kampanyanın sonucu olarak, bu saldırı büyük oranda geri püskürtüldü ve gözaltında cinsel saldırı olaylarında bir azalma sağlandı. Günümüzde Emekçi Kadın Hareketi: Renkli Bir Mozaik Verdiğimiz örneklerin ve deneyimlerin yanı sıra, tabii ki farklı alanlarda emekçi kadınların sayısız önemli mücadele örnekleri ve hareketleri vardır. Ellerinde silahları gerici rejime ve emperyalizme karşı FARC saflarında savaşan Kolombiyalı kadınlardan, kitlesel olarak tecavüze uğramalarına rağmen direnişlerini sürdüren Meksika-Atenco'daki yerli kadınlara, AIDS hastalığına, açlığa, yoksulluğa ve savaşa karşı mücadele eden Afrikalı kadınlardan, Güney Kore'nin serbest ticaret bölgesinde ağır sömürüye karşı insanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele eden kadın işçilere, Brezilya'da toprak için savaşan kadınlara kadar değişik mücadeleleri, emekçi kadınların günümüzdeki mücadelelerine örnek olarak verebiliriz. Demokratik kadın hareketi, gerek eylem biçimleriyle gerekse de içerik olarak ve ideolojik duruşuyla oldukça farklılıklar arz etmektedir. Bu yönleriyle hemen her ülkede farklı bir karakterde almış olan Dünya Kadın Yürüyüşü bunun bir örneğidir. Buna rağmen gerek sorunlarda gerekse de dile getirilen taleplerde bir çok ortak nokta var ve bu ortak yanlar, demokratik ve devrimci kadın hareketinde birlikte çalışmanın olanaklarını sunmaktadır. Bugün uluslararası bir kadın örgütlenmesinin yaratılması için öncelikle belli önkoşulların olgunlaşması için çaba harcamak zorunludur. Deneyimlerin ve siyasal görüşlerin paylaşılmasına olanak sağlayan mücadelelerin, dayanışma eylemlerinin ve uluslararası konferansların somut koordine edilmesinde, bugün gerçekte yapılandan daha fazlası olanaklıdır. Bu konuda hem ulusal, hem uluslararası çapta emekçi kadınların ve kadın örgütlerinin dayanışmasını artırma görevi söz konusudur. Emekçi kadınların bu tip eylem ve örgütlenme biçimlerine çarpıcı bir örnek de Arjantin'de her yıl gerçekleştirilen kadın buluşmalarıdır. Arjantin'de emekçi kadınlar 23 yıldan beridir her yıl buluşmakta ve kendilerini ilgilendiren her konuda birlikte tartışmaktadırlar. Başlangıçta 700 kadın bir araya gelirken, bugün onbinlerce kadın bir araya gelmekte ve kazanımlarını kutlamakta, mücadelelerini devam ettirmektedirler. Geçen süreçte sadece katılımcıların sayısı artmamış, aynı zamanda tartışmalar da çeşitlenmiş ve derinleşmiştir. Toplumsal ve politik örgütlenmelerden, feminist, öğrenci, sendikal, insan hakları, mahalli, kültürel ve çevre örgütlerinden, toprak ve konut hakkı örgütlerinden ve eşcinsellere yönelik baskılara karşı örgütlenmelerden kadınlar, emeklilerden, yerlilere, işsizlere, inananlardan inanmayanlara çok geniş toplumsal kesimlerden kadınlarla buluşmakta, kadınları ilgilendiren ve güncel olan çok sayıda konu üzerine tartışmaktadırlar. Spordan, sağlığa, iletişimden politik grevlere, şiddetten kürtaja kadar hemen hiç bir konu kenarda kalmamaktadır. Kadınlar demokratik bir tarzda çalışma gruplarında tartışmakta, görüş alışverişinde bulunmakta, birbirlerinden öğrenmekte, deneyimlerini analiz etmekte ve gelecek mücadeleler için perspektifler oluşturmaktalar. Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın diğer ülkelerinden kadın delegelerin de katıldığı ülke çapındaki kadın buluşması, politik, ekonomik, kültürel, dini ve toplumsal sistemlerin nasıl kendilerini tarihsel olarak emeğin cinsel ve toplumsal bölüşümü üzerine kurdukları, ataerkil ve kapitalist hiyerarşi ve baskıyı ürettiklerine dair bilinç gelişmesini sağlamıştır. Kadınlar bu buluşmalarda, sadece politik ve ekonomik egemen yapıyı sorgulamamakta, aynı zamanda onlara binlerce yıldır dayatılan kültürel, etnik ve sosyal anlaşmaları da sorgulamaktadırlar. Doğrudan demokrasinin de etkileyici bir uygulaması olan Arjantin emekçi kadınlarının yıllık buluşmaları, demokratik kadın hareketinin aktif kılınmasında ve örgütlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Her yıl kadınlar bu buluşmadan yeni bir enerjiyle, bilgilerle ve somut eylem planlarıyla dönmektedirler. Buluşmaların etkisi, daha fazla özgüvende ve önderlik yapmaya hazır olmakta veya Arjantinli kadınların şiddete, tecavüze, ataerkil hukuka karşı mücadelesine önemli bir ruh kazandıran Romina Tejerina'nın özgürlüğü için yürütülen kampanyada olduğu gibi, ülke çapında kampanyalarda kendisini göstermiştir. Geniş emekçi kadın kitlelerini kapsamaya ve etkinleştirmeye olanak sağlayan bu tipten süreklilik kazanmış örgütlenme biçimlerini başka yerlerde de geliştirmek gerekir. Sosyalizm ve kadınların kurtuluşu Kadın üzerindeki baskının kaynağı özel mülkiyettir. Kolektif mülkiyetten özel mülkiyete geçiş ve toplumun sınıflara bölünmesinden beri kadınlar sadece ezilen sınıf veya uluslara mensup olmaktan kaynaklı değil, aynı zamanda cinsel baskı nedeniyle de ezilmektedir. Kadının ve bütün insanlığın kurtuluşu, sınıfların ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve komünizme varılmasıyla mümkündür. Bu görevi ancak işçi sınıfı, en devrimci sınıf olarak rolünü oynadığında yerine getirebilir. İşçi sınıfının yarısını kadınlar oluşturmaktadır ve komünist kadın çalışmasının görevi, bu kadınları komünist partisine ve sosyalizme kazanmaktır. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm, temel üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak, kadının kurtuluşuna giden yolu açar. Kadının tam olarak kurtuluşu ise, her türlü özel mülkiyetin ve sınıflı toplumun tamamen ortadan kalktığı komünizmdedir. Sosyalizm, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırarak, kadının kurtuluşunun yolunu açmakla kalmaz, aynı zamanda sosyalist iktidar aldığı önlemler ve çıkardığı yasalarla kadın üzerindeki baskıya, gericiliğe, eski toplumdan kalan gerici gelenek ve toplumsal değerlere karşı cepheden savaşır. Kadının kurtuluşu sorununu özel mülkiyetin ortadan kalkışıyla tedrici ve kendiliğinden gelişecek bir süreç olarak algılamaz, iktidar gücünü bizzat bu süreci etkin biçimde örgütlemek için kullanır. Yemek, çocuk bakımı ve çamaşır gibi ev işlerini toplumsallaştırır, kadına yönelik şiddeti yasaklar ve sert biçimlerde cezalandırır, yasalarıyla kadın-erkek ilişkisini gönüllü bir birlik haline getirir, kadını git gide artan oranda üretim ve toplumsal yaşama katarak gelişiminin önünü açar, eğitimde, üretimde, politik yaşamda pozitif ayrımcılık mekanizmalarıyla kadın katılımını ısrarlı biçimde yükseltir, kadın özgürlüğü ve kadınlarla birlikte tüm toplumun özgürlüğü yolunda bu ve buna benzer çok sayıda somut adımlar ilerler. Komünistler, Komintern ve Kadın Sorunu Uluslararası Komünist Hareket kadın sorununu henüz I. Enternasyonal döneminde merkezi bir sorun olarak ele almıştı ve özellikle Komintern'de daha çok gündeme aldı. 1920'de Komintern'in II. Dünya Kongresi döneminde, kendi merkezi yönetimine ve örgütüne sahip olan, etkili çalışma yürüten organları olan ve birçok mücadelelere aktif olarak müdahale eden Uluslararası Kadın Sekretaryası kuruldu. 8 Mart'ı Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul eden II. Enternasyonal Sekretaryasının yarattığı geleneğin devamı olarak Rus Devrimi'nde kadınların rolüne ithafen 1921'de dünya çapında kutlanan bir gün olarak kabul edilmesi gibi bir çok olumlu gelişmeye ve günümüze kadar süren kazanımlara rağmen, Komintern'in komünist kadın çalışması uzun vadeli etkileri bakımından sınırlı kalmıştır. 1926'da Kadın Sekretaryası değişime uğradı ve 1935'te de tamamen fesh edildi. Bu sürecin Uluslararası Komünist Hareket tarafından ayrıntılı bir incelemesinin henüz yapılmamış olması bir eksikliktir. Komintern döneminde komünist kadın çalışmasında önemli adımlar atılmasına rağmen, bir bütün olarak henüz yolun çok başında olduğu oldukça açıktır. Kadınlar arasında komünist çalışmanın önemli bir kriteri olan komünist partilerdeki kadın sayısına baktığımızda, bunu çok açık görebiliriz. O dönemde en yüksek kadın üye oranına % 20 ile Çekoslovakya ulaşmıştır. Norveç'te parti üyelerinin % 19,7'si kadındır. Almanya'da 1928'de 130 000 KPD üyesinin % 17'si kadındır. Bu oranlar İsviçre'de % 13 ve İngiltere'de % 14,2 dir. Ne yazık ki Komintern'in bir çok partisinde durum daha kötüdür. Fransa Komünist Partisi'nde 1924 yılında sadece % 3-4 olan bu oran 1926'da % 1,7'ye ve 1929'da % 0,6 ya düşmüştür. İtalya'da da durum benzerdir. Kadının kurtuluşu yolunda çok büyük bir adım olan Ekim Devrimi'nden sonra Sovyetler Birliği'nde kadının durumunu iyileştirmek için bir çok önlem alınmıştır. Ev işleri ve çocuk bakımının toplumsallaşması yolunda atılan adımlar, çocuk yuvaları, ortak çamaşırhanelerin açılması, halk yemekhaneleri, kürtajın yasallaşması, evliliğin ve boşanmanın evlendirme dairelerinde yapılması bunlar arasındadır. Ancak sosyalist Sovyetler Birliği'nde bile kadınlar üzerindeki binlerce yıllık baskının bir çok kalıntısı, üretim, aile ve siyasi faaliyet gibi, sosyal yaşamın bir çok alanında sürmüştür ve bu durum kadınların politik süreçleri geliştirme ve yönetmeye daha üst düzeylerde etkin katılımını olumsuz etkilemiştir. Ekim Devrimi'nden sonra MK'de yer alan kadınların sayısı hiçbir zaman 3'ü ve yedek üyelerin sayısı ise 6'yı geçmemiştir. MK üye sayısının ortalama 70 olduğu dönemlerde bile kadınlar sadece 3 kişi ile temsil edilmiştir. 1912 ve 1952 yılları arasındaki parti kongrelerinde kadın delege oranları % 1 ile % 13,9 arasında olmuştur. Bütün dezavantajlı koşullara ve miras alınan olumsuz geleneklerin tüm ağırlığına rağmen, bu tablo sorgulanmayı hak etmektedir. Bununla birlikte, kadınların dünyası esas olarak mutfak ve çocuklardan ibaret olurken, erkek, binlerce yıllık yönetme deneyimine sahiptir. Kadın ve erkeklerin sahip olduğu bu farklı ön koşullara rağmen, aralarındaki dünyalar kadar farkın birkaç yılda ortadan kalkacağını beklemek bir hayaldir.
Günümüzde kadınlar arasında komünist çalışmanın sorunları: 8 Mart'tan 8 Mart'a Emekçi kadınlar bugün dünya çapında toplumun yoksulluktan, hak yoksunluğundan, sömürüden ve baskıdan en fazla etkilenen kesimidir. En yoksul 1,3 milyar insanın % 70'i kadındır. Emekçi kadınlar, devrimci hareket için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Bütün zorluklara ve örgütsel zayıflıklara rağmen, emekçi semtlerinde ev yıkımlarına karşı, ulusal baskıya karşı, cinsel şiddete karşı, fabrikalarda daha iyi çalışma koşulları için, sağlık, eğitim vb. haklar için ve daha bir çok mücadele ve direnişte kadınlar en ön saflarda yer almaktadır. Bu mücadelelerin bir çoğunda eksik olan, örgütlenmede ve devrimci önderlikte sürekliliğin olmamasıdır. Bunun bir nedeni, devrimci ve komünist partilerin bugün oldukça küçük olmaları ve etkisiz olmalarıdır. Diğer bir nedeni ise, varolan devrimci ve komünist örgüt ve partilerin kadın sorununda ve özellikle pratik politika üretmekte yönelim zayıflıkları ya da hatalı yaklaşımlarıdır. Kadınlar arasında komünist çalışmanın çok zayıf olduğu ve dünyada emekçi kadın kitlelerini devrime ve sosyalizme kazandıracak bir komünist kadın hareketinden günümüzde bahsedilemeyeceği genel olarak göze çarpmaktadır. Bir çok devrimci ve komünist örgüt kadın sorununu yılda bir kere 8 Mart'ta hatırlamakta ve yılın geri kalanında özelleşmiş ve süreklileşmiş bir kadın çalışması yürütmemektedirler. Kadınlar arasında süreklilik ve örgütlülük kazanmış bir çalışmanın eksikliğine, kadın çalışmasına yönelik varolan çabaları küçümseyen, sekter tutumlar eşlik etmektedir. Bu da devrimcilerin ve komünistlerin, kadının kurtuluşu için mücadeleyi fiilen devrimden sonraya ve bilinmeyen bir tarihe ertelemesine yol açmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki demokratik kadın hareketinin güncel durumu, bunun tipik bir örneğidir. Hareket içinde bir çizgiyi radikal ve sosyalist feminist akımların ideolojik temelini oluşturduğu çizgi ve buna eklemlenen reformist partiler, bir diğerini komünist kadınların yıllardır ısrarla hayata geçirdiği süreklileşmiş ve özel örgütlülük kazanmış kızıl çizgi ve bir üçüncüsünü de kadın çalışmasını 8 Mart'tan 8 Mart'a gündemine alan ve bu nedenle de gerek 8 Mart, gerekse de diğer kadın sorunlarına yaklaşımda politikasızlıktan kurtulamayan diğer devrimci örgütlenmelerin çizgisi oluşturmaktadır. İlk iki çizgi arasında yıllardır süren ancak eylem birliğinin kırılmasına yol açmayan ideolojik mücadele, nihayet 2005 yılı 8 Mart'ında komünist kadınların, erkeksiz bir 8 Mart kutlaması dayatan feministlerden, Kürt kadınlarından ve EMEP, ÖDP gibi reformist partilerden ayrışarak yıllardır ilk kez ayrı bir eylem örgütlemeye yönelmesine evrilmistir. Yıllarca feministleri bahane ederek 8 Mart kutlamalarının örgütlenmesine katılmayan, komünist kadınlarla birlikte 8 Mart ve diğer kadın platformlarında yer alarak feminizmin hegemonyasının geriletilmesi çabası vermeyen, 8 Mart'larda bile kadın sorununu lafızın dışında gündemine almayan diğer devrimci yapılar ise komünist kadınların önerisiyle bu yıl 8 Mart örgütlemesine katılma kararı almışlardır. Ancak sonuçta, komünist kadınlarla da ayrışma yaşayarak Beyazıt Meydanında emekçi kadın kitlelerinden kopuk bir 8 Mart örgütlemişlerdir. Komünist kadınlar ise Kadıköy meydanında kendi güçlerine ve emekçi kadın kitlelerine dayalı ayrı bir miting örgütlemişlerdir. Feministlerle yaşanan ayrılık, onların devrimci erkeklere ve böylece emekçilerin birliğine karşı çıkmalarına tipik bir örnek teşkil ederken, devrimci örgütlerin çoğunluğunun tutumu ise, ayakları havada, kitle çalışmasına dar bakan, emekçi kadın kitlelerinden ve kendi gerçekliklerini görmekten ve değiştirmekten çok uzak olduklarını gösteren hazin bir örnekti. Onlar, işçi kadınlar arasında sürekli bir kitle çalışması yapmadan, emekçi semtlerinde örgütler kurup kadınlar arasında politik kampanyalar yürütmeden, sadece bir günde, 8 Mart'a sınıf karakteri vermek istiyorlardı. Ancak ne yazık ki, uluslararası çapta bir çok devrimci ve komünist örgütün de yaklaşımı bundan farklı değildir. Kadın sorununa, uluslararası devrimci ve komünist hareketin pratiğinde gereken değer ve ilgi gösterilmemektedir. Bu kendisini hem demokratik kadın hareketine verilen önemde ve etkilemedeki zayıflıkta göstermektedir, hem de kadınlar arasında komünist çalışmaya yaklaşımda göstermektedir. Kadının kurtuluşu mücadelesini devrimden sonraya ertelemek, ne yazık ki çok yaygındır ve böylece emekçi kadınlar arasındaki çalışma çok nadir öne çıkmaktadır. Kendisini komünist olarak tanımlayan çok sayıda parti, demokratik kadın örgütleri içinde çalışmamaktadır ve kendi içinde de kadınları devrim ve sosyalizm mücadelesine seferber etmek için özel bir araca sahip değildir. Oysa kadınlar, sınıf kardeşlerine göre yüzlerce yıllık kölelik ve çifte baskı altında yaşadıklarından özgün konuma sahiptirler ve onları devrim ve sosyalizme kazanmak ve örgütlemek özel araçların geliştirilmesi gerektirmektedir. Bir başka yanlış yaklaşım da, kadın çalışmasını kadınların özgün sorunlarıyla sınırlamaktır. Bunun kaçınılmaz sonucu, kadın çalışmasının merkezine en devrimci sınıf olan proleter kadınları değil, ev kadınları ya da şiddet mağdurları gibi en ezilen kesimleri koymak, böylelikle, feministlere benzer biçimde kadın sorunun sınıfsal niteliğini es geçmektir. Devrimci ve komünist örgütlenmeler yer yer burjuvazinin ya da burjuva hareketlerin biçimsel olarak gerçekleştirdiği kimi önlemlerin de gerisinde kalmaktadır. Bugün burjuva partilerde çok sayıda kadın yönetici pozisyonlarda yer almaktadır. Angela Merkel, Gloria Arroyo Christina Kirchner, Michelle Bachelet veya Condolezza Rice bunlar arasında sayılabilir. Bunun kadının kurtuluşu bakımından en ufak bir ilerleme olmayıp aksine bu kadınlar yarısını kadınların oluşturduğu emekçi sınıflara yönelik düşmanca politikaları hayata geçirmekle yükümlü olması, devrimci ve komünist örgütlerin göze çarpan zayıflığını da unutturmamaktadır. Veya bir diğer örnek, sosyal forumlarda bile feministlerin etkisiyle kadın ve erkeklerin sırayla söz alması yoluyla kadın katılım sayısı oldukça az olmasına rağmen kadınlar daha fazla söz hakkı kullanırken, devrimci örgütlerin toplantılarında daha çok erkekler konuşmakta ve kadınlar oldukça az söz almaktadır. Genel olarak uluslararası devrimci ve komünist hareket, temsiliyet bazında yaşlıdır ve erkektir. Kadının gerçek özgürlük programına sahip olmamız, bu gerçeklerin özrü olamaz. Kadınlar arasında çalışmanın sürekliliğinin sağlanması: Özel örgütlenme Emekçi kadınlar arasında sürekli bir çalışmayı geliştirmek ve kadın işçileri komünist partisine kazanmak için özel araçlara ihtiyaç vardır. Burada vurgulanması gereken, mücadele gündemlerinin değil, örgütsel araçların özünlüğüdür. Kadın çalışması, kadınların özgün sorunlarıyla onlara gitmekten ibaret değil, kadın psikolojisini dikkate alan özgün araçlarla onları toplumsal mücadelenin bütününe seferber etmektir. Bu konuya ilişkin partimiz Birlik Kongresi belgelerinde şunları belirtmektedir: "Kadınlar arasında çalışmadan, ezilen cins olarak kadınlara, kadın sorununun açıklanmasının anlaşılması, kadınlar arasında çalışmanın buna indirgenmesi veya bundan ibaret bir şey olarak görülmesi, darlığın en tipik ve yaygın biçimidir." ..."Partinin, kadınlar içindeki çalışmada kadının özel psikolojisini hesaba katarak özel yöntemler uygulaması, tamamen doğru ve gereklidir, ama bu da partinin kadınlar arasındaki çalışmada propaganda, ajitasyon ve örgütlenmede kadın sorununu temel aldığı veya alması gerektiği anlamını taşımaz." Komünist partilerde kadın örgütlenmesinin özel bir aracı kadın komisyonlarıdır. Parti örgütlenmesinin tüm alanlarında, paralel bir örgütlenme biçiminde değil parti organlarına bağlı olarak, tabandan merkez komitesine kadar her organ bazında örgütlenmiş kadın komisyonları olmalıdır. Ancak sürekliliği sağlanmış organların varlığı kesintisiz bir çalışmayı garantiye alabilir. Paralel bir yapılanma, Marksizm-Leninizm'in, işçi sınıfının en ileri kesimlerini, öncülerini tek bir partide birleştirmek ve cins ya da ulusal köken gibi ayrımlar çerçevesinde bu birliği bölmemek yönündeki ilkesel anlayışına ters düşen kadın partisi fikrini içerir. Her türlü siyasi iktidar belli bir sınıfın iktidarı olduğundan, sınıfın iktidarı fethetme araçları olan siyasi partiler, belli bir sınıfın en üst örgütlenme biçimidir. Kadınlar kendi başına bir sınıf olmadığından, yalnızca kadınları içeren özel bir parti anlayışı yanlıştır. Bir başka araç, "pozitif ayrımcılık''tır. Kadınlar ve erkekler toplumsal koşullar içerisinde aynı konumda olmadıklarından dolayı, eşit muamele, kadına yönelik negatif ayrımcılık anlamına gelir. Bu geri kalmışlığı gidermek ve kadınların siyasal gelişmesini sağlamak için partimiz pozitif ayrımcılık ilkesini uygulamaktadır. Bu, kadınların sürekli özel olarak teşvik edilmesi ve gelişimlerinin desteklenmesidir. Komünist partiler kadın çalışmasında iki temel göreve sahiptirler: Bunlardan biri, demokratik kadın hareketi içindeki çalışma, diğeri ise kadın proleterleri komünist partisine kazanmaktır. Partimiz Birlik Kongresi belgelerinde bunu şöyle formüle etmektedir: "Bugünkü toplumsal düzen ve siyasal rejim altında, değişik unsurlardan oluşan ve homojen olmayan demokratik kadın hareketi, proletaryanın önemli bir yedeğidir. Proleter devrimin bir yedeği olarak, demokratik kadın hareketinin en geniş kadın yığınlarının parti çizgisinde harekete geçirilmesi için çalışmak, partinin devrim stratejisinin uygulamaya sokulması ve proletaryanın devrimde hegemonyası çalışmasının bir yönü ve biçimidir. Komünist öncü, kadınların her demokratik atılımını, sermayeyle girdikleri her çatışmayı desteklemeli, onların davasının en kararlı ve tutarlı savaşçısı olmalıdır. İkinci olarak, proletarya (ve emekçi) yığınlarının yarısını, kadın proleter ve emekçiler oluşturur. Komünist öncü, onları devrim ordusunun yarısı olarak örgütleyebilmek için, proleter ve emekçi (ve genç) kadınlar arasındaki çalışmayı parti çalışmasının yarısı olarak ele almalıdır. Burada sorun, kadınlar arasında komünist çalışma, yedeklerin kazanılması ve harekete geçirilmesinden öte, örgütün devrimin ordusunun yarısını oluşturan proleter kadınları, MLKP-K'da örgütlemesi sorunudur." Komünistlerin kadın çalışmasının bir diğer ertelenemez görevi de, kadın çalışmasını uluslararası düzeyde de örgütlemek ve geliştirmektir. Sınıf mücadelesinin birçok alanında enternasyonal dayanışma ve koordinasyon ihtiyacı artık görülmüş ve gerekli inisiyatifler geliştirilmiştir. Ancak kadın çalışması alanında, enternasyonal dayanışma ve koordinasyon çalışmasının da daha çocukluk dönenimdeyiz. Oysa burjuva ve küçük burjuva kadınlar en azından belli bir seviyede uluslararası iletişim ve bağlara ulaşmış bulunmaktadırlar. Komünist kadın çalışmasının bugün zayıf olması da dikkate alındığında, karşılıklı birbirinden öğrenmek, deneyimleri paylaşmak ve emekçi kadınların tek tek ülkelerdeki mücadelelerini güçlendirmek için uluslararası ilişki ve paylaşım önemlidir. Bu görevi komünist partiler arasında daha iyi bir enternasyonal işbirliği yaratılıncaya kadar ertelemek yanlıştır. Tam tersine, devrimci ve komünist kadınlar arasındaki enternasyonal işbirliği, devrimci ve komünist örgütler arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve derinleşmesine de katkı sunabilir. Ve son olarak Inessa Armand'ın haklı olarak söylediği gibi "kadının kurtuluşu komünizmsiz düşünülemezse, komünizm de kadının tam kurtuluşu olmadan düşünülemez".
|