YENİ İNSAN VE KOPUŞMAK ÜZERİNE
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Ruhuma gerekli olanı dinginlik içinde gerçekleştiriyorum,

Rahattan ve dinlenmekten hep mücadeleye doğru koşuyorum.

Tanrıların bahşettiği her şeyi fethetmeyi, bilim dünyasını cesaretle

Keşfetmeyi , şiirde ve sanatta ustalığımı ortaya koymayı isterdim.

Her şeyi durup dinlenmeden öğrenmek, istek ve eylemi bizden uzaklaştıran

Uyuşukluktan sakınmak, kısır düşüncelerle kokuşup gitmemek ve

Boyunduruk altında aşağılık biçimde eğilmemek yürekliliğini göstermek gerekir,

Çünkü bizi harekete geçiren daima arzu ve umuttur.

(KARL MARX)

Tarihin çarkını döndüren şey her ne kadar üretim araçlarının ve üretici güçlerin gelişimi olsa da en büyük rol etkin ve yetkinleşebilen bireyindir. Ve her toplumsal gelişim evresi -eğer nihai sonuca erişebilmişse- bunu olgunlaşmış koşullara yapılan iradi müdahalelere ve buna uyan düşensel ön hazırlıklar pratiğine borçludur. Bu yüzden, devrimci önderliğin olmazsa olmazlarından biri de, düşünsel ön hazırlık pratiğini güncelleştirecek yetkin kadrolarını yaratabilmesidir.

Yetkin kadro yetiştirme işi; tamamen özgürleşmiş, kendini üretebilen ve yeninin yükselebilmesi için uygun koşulları hazırlayan diyalektikçi kişiyi (devrim işçisini) yaratabilme işidir. Ve bu ancak, kadronun tamamen kendi eylemiyle kazanması gereken bir pratik biçimidir.

" Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır" demişti Engels. Evet, özgürlük zorunluluğun kavranması olduğu kadar, içinde bulunulan durumun kavranması ve bunun dönüştürülebilmesidir de. Kendinin ne olduğunu ve nerede durduğunu bilmeyen birey kendini gerçekleştiremez.

Kapitalizmin 500 yılı aşkın bir tarihi var ve bu tarih insandışılaşmanın tarihi olagelmiştir. Ezenler, daha fazla sahip olma dürtüsüyle sürekli denetlenebilir bir toplum yaratabilme kaygısı içinde hem kendilerini hem de özgürlüğün zorunluluğunu kavrayamayanları yani ezilenlerin ezici bir çoğunluğunu da insandışılaştırmışlardır. Bu insandışılaşmayı Marx ve Engels " Yabancılaşma " olarak tanımlamıştır. Ezenler, kendilerini var ederlerken, ezilenleri de var ederek varolabilmişlerdir. Onların varlık koşuluna bağlı olan ezilenler kendi varoluşlarında aynı zamanda kendi ezenlerini de var etmişlerdir. Üretim ve mülkiyet ilişkileri bağlamında ortaya çıkan bu durum, ancak denklem değiştirilebilirse bozulabilir. Başka bir şekilde vurgularsak, "Ezilenler, hem kendileridir hem de bilinçlerinde içselleştirdikleri ezenleridir". Ancak bunun ayırdına varabildiklerinde yabancılaşma prangasını kırıp özgürleşme yoluna kendi edimleriyle girebilir ve eylemli mücadelelerini gündemleştirebilirler.

Tartışmaya çalıştığımız, üzerinde durduğumuz yeni insan eğitimi sorununda da bu durumun izleri görülebilir. Çünkü günümüz insanı, yaşadığımız dönemden soyutlanarak düşünülemez. Kapitalizmin bağrında yetişen bireylerden bahsediyoruz ve onun yansımalarını içselleştiren durumu ezilenlerinkinden pek de farklı değildir. Eğer onu özgürleştirmek istiyorsak ve hem kendini hem de yeninin yükselmesini sağlayacak devrimci kişiyi yaratmak istiyorsak ona nesne muamelesi yapan her türlü (kimden gelirse gelsin) ilişkiyi reddetmek yer gerekir. Çünkü özgürleşme/özgünleşme; kendini var edebilme, ne ona ne de ezilenlere armağan edilecek bir şey değildir. Bu, onların özgürleşme mücadelesine tamamen özne olarak katılmalarının ürünü olacaktır. Aksi bir tutum yani nesneleşmek, kendini yeniden üreten bir pratik olur bu da ne devrimcidir ne de özgürleştirici.

Kopuş pratiğine yönlendirilmiş insanları, yeni bir dünyanın kurucuları, yapıcıları olarak görmek cesaret ama daha çok onlara güven ister. Bu insanları "olma" sürecindeki, bitmemiş, yetkinleşmemiş ve bu yüzden de yaratıcı varlıklar olarak görebilmek onlara güvenmekle ilgilidir. İş verirken de, beklenti kurarken de böyledir. Böylesi insanlarla kurulan ilişkinin içeriği "onlarla diyalog kurmak ve içinde bulundukları durumu en net haliyle aktarabilmek" olmalıdır. Bunun ön şartı ise onlara inanmak ve aslında en önemli gücün kendilerinde olduğunun (ezenlerinin yaptıklarının tersine) kavratmaktır. Diyalektiği unutmayalım, özgürlüğün ancak kendi edimiyle gerekçele-şebileceğini kavrayan birey, onun zorunluluğunu algılayıp sorumluluğunu yüklendikçe yerleşik, düzen davranışlarından uzaklaşıp yeniyi yaratmanın öncüsü, öznesi haline gelebilecektir.

Evet, yeni insanların eğitiminde konumu, yeteneği, iş kategorisi ne olursa olsun, herkesin diyalektik materyalizmi içselleştirebilmesini sağlayabilmeliyiz. Gerçektende ustaların yapıtlarını incelediğimizde onların diyalektiği nasıl ustaca kullanabildiklerini ve onları usta yapan şeyin bu olduğunu görebilirsiniz. Sosyalizmin keşif kolu olan devrim savaşçıları için de bu böyledir. Gerçekten de ML'yi yaratan şey, içinde bulundukları süreci bütün iç bağlantılarıyla, çelişkileriyle, dönüşüm yasalarıyla irdeleme ve eyleme dökme pratiğidir.

İşin burada sorunun bir ayağının felsefe çalışmasına gelip dayandığını söyleyebiliriz. Ve daha şimdiden felsefe öğrenmek ve öğretmek zor iştir, ya da edindiğimiz izlenimlerden aktarabileceğimiz gibi felsefe konusunda yetenekli olduğum söylenemez ve felsefe benim işim değil diyenleri duyar gibiyiz. Aksine şunu iddia edebiliriz ki "Düşünebilen her canlı felsefe öğrenmeye ve öğretmeye muktedir ve yeteneklidir". Yazının başında Marx'dan aldığımız alıntıda olduğu gibi "her şeyi durup dinlenmeden öğrenmek, istek ve eylemi bizden uzaklaştıran uyuşukluktan sakınmak" düşüncesini kendimize kılavuz edindiğimizde başaramayacağımız hiçbir şeyin olmadığını ve aslında böyle yaşamamız gerektiğini görürüz. Tam da burada Georges Politzer'in öğrencilerinin felsefenin temel ilkeleri kitabında geçen bir sözü daha bir anlam kazanıyor. "Eğer kudreti bilinmiyorsa istemek bir sözden ibarettir". Sözden ibaret olmayan eylemli değişim süreçlerinin mimarları olalım... Değişelim değiştirelim.

BAHOZ

 

 

Arşiv

 

2017
Eylül
2010
Mayıs Ocak
2008
Ocak
2005
Aralık
2004
Ekim Ağustos
Mart
2003
Ekim Temmuz
2002
Ocak
1998
Ekim

 

YENİ İNSAN VE KOPUŞMAK ÜZERİNE
fc Share on Twitter
 

Ruhuma gerekli olanı dinginlik içinde gerçekleştiriyorum,

Rahattan ve dinlenmekten hep mücadeleye doğru koşuyorum.

Tanrıların bahşettiği her şeyi fethetmeyi, bilim dünyasını cesaretle

Keşfetmeyi , şiirde ve sanatta ustalığımı ortaya koymayı isterdim.

Her şeyi durup dinlenmeden öğrenmek, istek ve eylemi bizden uzaklaştıran

Uyuşukluktan sakınmak, kısır düşüncelerle kokuşup gitmemek ve

Boyunduruk altında aşağılık biçimde eğilmemek yürekliliğini göstermek gerekir,

Çünkü bizi harekete geçiren daima arzu ve umuttur.

(KARL MARX)

Tarihin çarkını döndüren şey her ne kadar üretim araçlarının ve üretici güçlerin gelişimi olsa da en büyük rol etkin ve yetkinleşebilen bireyindir. Ve her toplumsal gelişim evresi -eğer nihai sonuca erişebilmişse- bunu olgunlaşmış koşullara yapılan iradi müdahalelere ve buna uyan düşensel ön hazırlıklar pratiğine borçludur. Bu yüzden, devrimci önderliğin olmazsa olmazlarından biri de, düşünsel ön hazırlık pratiğini güncelleştirecek yetkin kadrolarını yaratabilmesidir.

Yetkin kadro yetiştirme işi; tamamen özgürleşmiş, kendini üretebilen ve yeninin yükselebilmesi için uygun koşulları hazırlayan diyalektikçi kişiyi (devrim işçisini) yaratabilme işidir. Ve bu ancak, kadronun tamamen kendi eylemiyle kazanması gereken bir pratik biçimidir.

" Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır" demişti Engels. Evet, özgürlük zorunluluğun kavranması olduğu kadar, içinde bulunulan durumun kavranması ve bunun dönüştürülebilmesidir de. Kendinin ne olduğunu ve nerede durduğunu bilmeyen birey kendini gerçekleştiremez.

Kapitalizmin 500 yılı aşkın bir tarihi var ve bu tarih insandışılaşmanın tarihi olagelmiştir. Ezenler, daha fazla sahip olma dürtüsüyle sürekli denetlenebilir bir toplum yaratabilme kaygısı içinde hem kendilerini hem de özgürlüğün zorunluluğunu kavrayamayanları yani ezilenlerin ezici bir çoğunluğunu da insandışılaştırmışlardır. Bu insandışılaşmayı Marx ve Engels " Yabancılaşma " olarak tanımlamıştır. Ezenler, kendilerini var ederlerken, ezilenleri de var ederek varolabilmişlerdir. Onların varlık koşuluna bağlı olan ezilenler kendi varoluşlarında aynı zamanda kendi ezenlerini de var etmişlerdir. Üretim ve mülkiyet ilişkileri bağlamında ortaya çıkan bu durum, ancak denklem değiştirilebilirse bozulabilir. Başka bir şekilde vurgularsak, "Ezilenler, hem kendileridir hem de bilinçlerinde içselleştirdikleri ezenleridir". Ancak bunun ayırdına varabildiklerinde yabancılaşma prangasını kırıp özgürleşme yoluna kendi edimleriyle girebilir ve eylemli mücadelelerini gündemleştirebilirler.

Tartışmaya çalıştığımız, üzerinde durduğumuz yeni insan eğitimi sorununda da bu durumun izleri görülebilir. Çünkü günümüz insanı, yaşadığımız dönemden soyutlanarak düşünülemez. Kapitalizmin bağrında yetişen bireylerden bahsediyoruz ve onun yansımalarını içselleştiren durumu ezilenlerinkinden pek de farklı değildir. Eğer onu özgürleştirmek istiyorsak ve hem kendini hem de yeninin yükselmesini sağlayacak devrimci kişiyi yaratmak istiyorsak ona nesne muamelesi yapan her türlü (kimden gelirse gelsin) ilişkiyi reddetmek yer gerekir. Çünkü özgürleşme/özgünleşme; kendini var edebilme, ne ona ne de ezilenlere armağan edilecek bir şey değildir. Bu, onların özgürleşme mücadelesine tamamen özne olarak katılmalarının ürünü olacaktır. Aksi bir tutum yani nesneleşmek, kendini yeniden üreten bir pratik olur bu da ne devrimcidir ne de özgürleştirici.

Kopuş pratiğine yönlendirilmiş insanları, yeni bir dünyanın kurucuları, yapıcıları olarak görmek cesaret ama daha çok onlara güven ister. Bu insanları "olma" sürecindeki, bitmemiş, yetkinleşmemiş ve bu yüzden de yaratıcı varlıklar olarak görebilmek onlara güvenmekle ilgilidir. İş verirken de, beklenti kurarken de böyledir. Böylesi insanlarla kurulan ilişkinin içeriği "onlarla diyalog kurmak ve içinde bulundukları durumu en net haliyle aktarabilmek" olmalıdır. Bunun ön şartı ise onlara inanmak ve aslında en önemli gücün kendilerinde olduğunun (ezenlerinin yaptıklarının tersine) kavratmaktır. Diyalektiği unutmayalım, özgürlüğün ancak kendi edimiyle gerekçele-şebileceğini kavrayan birey, onun zorunluluğunu algılayıp sorumluluğunu yüklendikçe yerleşik, düzen davranışlarından uzaklaşıp yeniyi yaratmanın öncüsü, öznesi haline gelebilecektir.

Evet, yeni insanların eğitiminde konumu, yeteneği, iş kategorisi ne olursa olsun, herkesin diyalektik materyalizmi içselleştirebilmesini sağlayabilmeliyiz. Gerçektende ustaların yapıtlarını incelediğimizde onların diyalektiği nasıl ustaca kullanabildiklerini ve onları usta yapan şeyin bu olduğunu görebilirsiniz. Sosyalizmin keşif kolu olan devrim savaşçıları için de bu böyledir. Gerçekten de ML'yi yaratan şey, içinde bulundukları süreci bütün iç bağlantılarıyla, çelişkileriyle, dönüşüm yasalarıyla irdeleme ve eyleme dökme pratiğidir.

İşin burada sorunun bir ayağının felsefe çalışmasına gelip dayandığını söyleyebiliriz. Ve daha şimdiden felsefe öğrenmek ve öğretmek zor iştir, ya da edindiğimiz izlenimlerden aktarabileceğimiz gibi felsefe konusunda yetenekli olduğum söylenemez ve felsefe benim işim değil diyenleri duyar gibiyiz. Aksine şunu iddia edebiliriz ki "Düşünebilen her canlı felsefe öğrenmeye ve öğretmeye muktedir ve yeteneklidir". Yazının başında Marx'dan aldığımız alıntıda olduğu gibi "her şeyi durup dinlenmeden öğrenmek, istek ve eylemi bizden uzaklaştıran uyuşukluktan sakınmak" düşüncesini kendimize kılavuz edindiğimizde başaramayacağımız hiçbir şeyin olmadığını ve aslında böyle yaşamamız gerektiğini görürüz. Tam da burada Georges Politzer'in öğrencilerinin felsefenin temel ilkeleri kitabında geçen bir sözü daha bir anlam kazanıyor. "Eğer kudreti bilinmiyorsa istemek bir sözden ibarettir". Sözden ibaret olmayan eylemli değişim süreçlerinin mimarları olalım... Değişelim değiştirelim.

BAHOZ