" Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin" diyordu Nazım usta şiirinde.
Peki, siz mutluluğun resmini yapabilir misiniz? Bıraktım resim yapmayı mutluluğu tarif edebilir misiniz? Mutluluk nedir sizce? Siz mutlu musunuz?
Yaşadığımız -bırakın dünyayı- toplum içinde herkesin mutluluk anlayışı elbette birbirinden farklı. Mutlu olmaktan bahsediyorum açlığın, sefaletin koynunda milyonlarca insan yaşam savaşı verirken hem de. Emperyalist, sömürgeci savaşlarda milyonlarca insan ölürken, binlerce çocuk hayatını kaybedip, binlerce kadın tecavüz saldırısına uğrarken ... Savaşlarda yitirdiklerimiz kadar "doğal felaket" diye kandırmaya çalıştıkları, kapitalist emperyalizmin insan merkezli bakmaması nedeniyle tam bir yıkıma dönüşen depremler, tsunamiler, tayfunlar, fırtınalarda yitirdiğimiz binlerce insan gerçekliğine rağmen... Neredeyse rengimizden dolayı sokaklarda linç edilirken hem de mutluluğu yakalamaktan bahsediyorum. İsyanın mekânlarından gelen her ölüm haberi ile isimsiz kahramanların arasına yenilerinin eklendiği günümüzde. Bahsettiğimiz mutluluk gerçeklere gözünü kapatıp sağlanacak olan mutluluk değil. Üç maymunu oynamak ya da sahte gülücüklerle takınılan mutluluk maskesi hiç değil.
Acıların ortasında yüreğimiz kavrulurken, mutlu olmak ve mutluluğu paylaşabilmek.
Mutlu olmak gelecek düşlerin büyüklüğü ile başarılabilir. Bir yanı ile mutluluk sistematik ideolojik düşünme ile sağlanabilir de denebilir kanımca. Devrimci öncelikle durumu anlayan, irdeleyen ve bir adım ileri giderek değiştiren değil midir. Öyle ise yaşadıklarımızın toplumsal, sınıfsal, ulusal bağlamda nedenselliklerini birbiri ile bağlantılarını ortaya koyup yorumlayabiliyor muyuz? "Evet"se devam edelim. Eğer tüm yaşadıklarımızın birbiri ile bağını koyabiliyor isek çözümünü de buradan geliştirebiliriz. Hiç bir şey sonsuz olmadığına göre acıların, yaşanılan yürek sızılarımızın da sonsuz olmadığını söyleyebiliriz öyle ise. Bu düşünüş ise mutluluk çiçeğine ulaşmasını sağlar kişinin.
Var olan egemen yapıya öfkesi olan bireyler, gelecekten yana düşlerini birleştirdikçe çoğalan, büyüyen umutlarla birlikte yüreklerin ortak tınısında buluşur. Bu tınıların ortaklığı bizi yoldaş kılar. Bireysel çıkar, karşılık beklenmeden yaşanan\ paylaşılan bu ilişkiler bizi mutlu kılmayı sağlayan bir başka etmendir. Ve elbette türkü tadında söylenmiş güven yüklü şiirlerdir ellerimizi kenetleyen.
Yabancılaşan toplum ve bireyler
Kapitalizm alt yapı ve üst yapı kurumlarını kendi egemenliğinin devamını sağlayacak şekilde oluşturur. İnsanın insana, insanın doğaya yabancılaşmasına neden olan kapitalizm toplumsal ilişkilerde dayanışma yerine rekabet, kolektif düşünüş yerine benmerkezcilik, kolektif yaşam yerine yalnızlaşmayı da getirir. Toplumsal bilinç buna göre şekillendirilir. Bireyci, tüketici, kendine yabancı, düşünmeyen, sorgulamayan bireyler ve kurdukları çıkarcı, bireysel, faydacı, samimiyetten uzak, riyakâr ilişkiler yumağı doğal olarak gelişir.
Böyle biçimlenen birey var olan çarkın sürekliliğini sağlayacaktır.
Bu noktada söylemek gerekir ki sosyalist toplumun da kendine göre insanı şekillendirmesi, toplumsal ilişkiler ağını yaratması gerekmektedir.
Açıklık ve dürüstlük
Bu noktada sosyalizm ve düşlerini gerçek kılmaya çalışan bizlerin ise gelecek toplumun ilk küçük adımlarını parti ortamında yaşatarak başlamamız bir zorunluluktur.
Kapitalist ilişkilerin alternatifi sosyalist ilişkilerin ise sağlam zemin üzerinde kurulu olması gerekmektedir. Buradan söylenmesi gerekir ki, açıklık ve dürüstlük partili bireyin parti ile ilişkisinde olmazsa olmazlarından sayılan kavramlardandır. Partili bireyi farklı kılan genel toplumun vasat kişilerinden ayıran bir olgudur da denebilir. Peki, tam da bu noktada sormak gerekir kendimize: parti ile olan ilişkilerimizde, yoldaşlık atmosferinde buna uygun ilişkiler kurabiliyor muyuz? Kuramıyorsak aksayan yanları nerelerde başlıyor? Sahicilik duygusunu yok eden bu düzenin ve değiştirmek istediğimiz bu toplumsal ilişkilerin, ne kadar dışındayız ya da ne kadarını birlikte getiriyoruz? Bu sorularımız yüzleşme, dahası arınma eylemimizde yardımcı olacaktır. "Yalan söylemek değil, yalan söylemiyormuş gibi yapmaktır en büyük ikiyüzlülüğümüz" demişti sevgili Işık bir yazısında. İşte bu noktada açıklık önem kazanıyor. Eğer mutlu değilsek mutluymuş gibi davranıyorsak, sürekli yaşananlardan memnuniyetsizlik duyuyor ama bir türlü bunu tartışmıyor, paylaşmıyorsak, yaptığımız görevler bizi çeşitli nedenler ile tatmin etmiyor ama buna rağmen dile getirmiyorsak, parti ilişkilerimizi aleniyet (açıklık) duygusu ile nasıl açıklayabiliriz ki? Parti ile yaşadıklarımız ve paylaştıklarımız ne kadar gerçeği yansıtıyor? Öncelikle ayna tutabilmeliyiz ruhumuza, parti ile ilişkilerimize. Aynaya bakmak cesaret gerektirir. Devrimciliğe karar verdiğimize göre bu cesareti kuşanmalıyız ve iç eylemi başlatmalıyız. Eylemin ateşinde arınmak sadece politik faaliyet için geçerli değildir. Kendimizle olan savaşımı da kapsar. Olması gerektiği gibi, ya da olması istendiği gibi değil, önce olanı dışarı vurmalıyız ki gerçekten hayatın ihtiyacı olan bizi yaratabilelim.
Devrimin yağmurunda yıkanmak, eylemin ateşinde arınmak!
Arınma, özgürleşme, devrimcileşme bir süreç meselesidir kuşkusuz. Sadece sömürgeci, feodal, burjuva ilişkilere sırtımızı döndüğümüz an bu izlerden kopmuş sayılmayız. İçinden çıktığımız toplumun bir dizi izleri bizimle beraber var olmaya devam eder. Bu noktada bunları görmek ve üzerine gitmek, savaşmaktır aslolan. Devrimciliğin sürekli yenilenmeyi gerektirdiği hatırımızda, bilincimizde olmalıdır her daim.
Kendisiyle kavgası olmayanın dünya ile de kavgası olmaz denir. İç savaşımımızda bize güç veren, parti ve gelecek umutlarımız ile kurulan bağdır. Parti ile aramızda duvarlar oluşturmaz; gururun, kibirin gölgesinde korunmaya çalışmazsak partinin değiştirici, dönüştürücü gücü bu savaşımımızı başarıya götürecektir. Belirleyici olan şeylerden biri devrimciliği bir tutkuya dönüştürmek ve istemektir. Gelecekten yana düşleri hep mavi ile boyamaktır. Paylaşabilmektir, acıyı da, sevinçleri de, hüznü de.
Merdiveni yıldızlara dayamak, yıldız toplamak ve paylaşabilmektir önce omuz başımızdakiler, sonra tüm insanlıkla birlikte. Mutluluk bir çiçeğin dalında, bir kelebeğin kanadındaki renk cümbüşünde, ortak söylenen bir türküde, başarılan bir eylemde, bir çocuğun gözlerinde, aksaçlı anamızın sevgi dolu sözlerinde, omzumuza dokunulan sevgi dolu ellerin sıcaklığındadır. Yeter ki mutlu olmayı, kolektif düşlerin, kır çiçeklerinin güzelliğini paylaşmayı bilelim.
"BAKIR" ALEVİ VE UMUTLU GÖZLER!
Kışın, tüyleri ürperten, dişleri gıcırdatan soğuğu kırılmış. Bahardan çalınma bir gecedeyiz. Gece kıştan sonraki baharı müjdeliyor. Kara bulutlar telaşla gökyüzünde yoğunlaşıyor. Az önce tüm çekiciliğiyle asılı duran ay şimdi görünmüyor. Derken şimşekler çakmaya başlıyor. Kentin sessizliği bir anda şimşek sesleriyle bozuluyor. Gökyüzü ve kentin sokakları aydınlanıyor. Koynumuzda umudun renkleri, belimizde "soğuk demirlerimizle" yol alıyoruz menzilimize doğru. Yürüyüş boyunca kâh politik konuları tartışıyoruz, kâh "yanık" sesimizle türküler, marşlar söyleyerek ilerliyoruz. Her pratikten önce olduğu gibi heyecan yine hissettiriyor kendini. Ve genellikle ilk birkaç yazılama veya afiş vs. yapıncaya kadar yoğun olarak sürüyor. Bir yoldaşın heyecana ilişkin söylediklerini anımsıyorum. "Eğer heyecanlanmıyorsak sorun var" demişti. Evet, isterse kişi yıllardan bu yana bu işi yapıyor olsun, heyecan duymalı muhakkak yaptığı işten. Yaptığı işte ne kadar profesyonelleşmiş olsa da, mutlaka amatör ruhu barındırmalıdır içinde. Aynı zamanda yeni bir şeyler yapmanın heyecanını da, coşkusunu da yaşamalıdır.
Akıp giderken gece, yeniyi işlerken kentin varoşlarına, muştularken en taze umutları, faşist cellâtlara bilediği kinle çarpmalı yüreği devrim savaşçısının. Ve kanımca her an yaşamalı bu heyecanı. Yoğunluğundan bir şey yitirmeden.Yağmur başlıyor. Sokaktaki insanlarda telaşla dağılıyorlar evlerine doğru. Fakat fazla uzun sürmüyor. Yağmurun kesilmesiyle beraber müthiş bir toprak kokusu yayılıyor etrafa. Bu kokuyu derin nefeslerle içimize çekiyoruz. Ciğerlerimiz temiz hava ile bayram ediyor adeta. Adımlarımızı hızlandırıyoruz. Gideceğimiz yere zamanında yetişmeliyiz, aksi takdirde bu durum bize dezavantaj yaratabilir. Bir süre yürüdükten sonra nihayet işimizi yapacağımız yere ulaşıyoruz. Çevreyi kontrol ettikten sonra bir bir varoşların duvarlarına işliyoruz kızıl çağrılarımızı. Arada bir yanımdaki yoldaşlardan birine takılmadan edemiyorum. Daha önceki pratiğimizdeki inat ettiği şeye atıfta bulunarak " senin trafoya gidelim mi?" diyorum. Daha evvelki bir pratiğimizde trafo bulunduğumuz noktaya uzak olmasına rağmen bizimkinin inadı tutmuş "muhakkak o trafoya yapacağım" diye tutturmuş, başka bir şey dememişti. En sonunda trafoyu da donatmıştık ama bize epey zaman kaybettirmişti. Daha önce küçük bir macera yaşadığımız noktaya yaklaşınca yoldaşı uyarıyorum. "bizimkiler yine orada olabilir, kontrol edelim" diyorum. Çünkü daha önce kontrol etmemiştik. İçinden iki kişi çıkınca silahlarımızı çekip, kimlik bilgilerini alıp uyardıktan sonra hızla alandan ayrılmak zorunda kalmıştık. Yapacağımız yere emin adımlarla ve usulca yaklaşıyoruz. Neyse ki şimdi boş. Kimsecikler görünmüyor. Etraf sessiz. Çarçabuk işimizi bitiriyoruz. Noktayı donattıktan sonra hızla semtin sokaklarına dalıyoruz.
Bir fabrikanın çevresinde uygun bir yer kollarken, karşı evlerden birinde saatin geç olmasına rağmen bir ateş yükseldiğini fark ediyorum. Yoldaşı tekrar uyarıyorum "karşıda mangal yapıyorlar galiba, bizi görebilirler" diyorum. Eve doğru yaklaşıyoruz. Evden çok ağır bir koku yayılıyor. Ateşin yandığı yere doğru yaklaştıkça yanık plastiğin kokusu da artıyor. Karşımdaki manzarayı görünce düştüğüm gafleti anlıyorum. Kendime çok kızıyorum. Çünkü evden yükselenin mangal ateşi olmadığını görüyorum. Yoksul varoşun emekçi sakinleri kablo biçimindeki bakırları yakıp kim bilir belki de sabah yemeği için para çıkarma telaşında. Ateşin başındaki minnacık çocuklar umutla bekliyorlar. Bakırdan çıkan alevler çocukların gözlerini aydınlatırken, evin emekçisinin hummalı çalışması sürüyordu. Bense ekmek parasını dahi kılı kırk yarıp çıkaran bu yoksul insanların mangal yaptıklarını sandığım için utanıyorum. Faşist diktatörlüğe bin kez lanet okuyorum. Öfkeden gözlerim doluyor. Bu ruh haliyle devam ediyoruz semtte, bakır yakan emekçinin çığlıklarını resmetmeye. Gözleri bakırın ateşiyle aydınlanan çocuğun umudunu işlemeye. Şimdi daha da coşkuyla nakşediyorum şiarları. Boş yer kalmamacasına, kızıla boyuyoruz semti.
İşimizi bitirdikten sonra karanlığın içinde yol alırken beynimde düşünceler dolaşıyor. Bu çığlıklarla çökeceğiz faşizmin gırtlağına. Bu çocuğun umuduyla saracağız tüm alanları. Bu ateşle aydınlatacağız dünyayı. Ve mutlaka bir gün bütün çocuklar mangal ateşinin başında sabırsızca bekleyecekler ateşte pişmekte olan yemeği.. A. HAYDAR ALBAYRAK
|