Geride kalan dönemde faşist MGK diktatörlüğü, değişik politik geri adımlara mecbur kaldığı, hırpalandığı ve ideolojik hegemonyasının eski haline döndürülemeyecek biçimde çatladığı bir süreçten geçti. Bir rejim krizi durumundaki yönetememe krizini hafifletmek, buna yol açan dinamikleri kendi dayattığı çerçevede bir uzlaşmaya razı etmek için başvurduğu devlet terörüyle bastırma, bazı politik tavizlerle, iktisadi ve toplumsal vaatlerle yatıştırma politikası işe yaramadı. Kürt ulusal demokratik savaşımının Haziran 2004 sonrası yükselişi, ulusal kitle hareketinin başta ana dilde eğitim ve Kürt ulusal kimliğinin tanınması olmak üzere, ulusal demokratik talepleri etrafında inkarcı faşizmi kuşatması, yasal sınırları değil, taleplerinin meşruiyetini esas alan bir politik pratiğin sürece damgasını vurması, gerillanın ve PKK'nin ulusal kurtuluşçu direnişi yeniden yükseltmesi; Yeni politik İslamcı parti AKP'nin seçimler yoluyla elde ettiği kitle desteğinin AB'ye giriş ve "laikliğin tanımı-çerçevesi" sorunlarında rejimle sürtünen ve çatışan gerçeği Temmuz 2007 seçimlerinin özgünlüğünden doğan koşulların sermaye oligarşisinin tutumu ve elverişli uluslararası şartlarla birleşerek Çankaya meselesinde generaller partisini "silahsızlandırması"; Alevilerin, egemen dinsel-mezhepsel yasallığı ve fiili durumu kabul etmediklerini ortaya koyan pratiklerini sürdürmeleri ve ilk kez salt kendi talepleri temelinde görkemli bir mitingle ve kitle inisiyatifiyle bunu tartışma götürmez bir nitelikle iradeleştirmeleri; Hrant Dink'in katledilmesi karşısında şovenizmin, Türk-Kürt halkları ile Müslüman ulusal topluluklar üzerindeki en zehirli silahına, "Ermeni düşmanlığı"na yüz binlerin "Hepimiz Ermeni'yiz" haykırışıyla güçlü bir darbe vurmaları, gerek 1915 soy kırımının, gerek 1920'leren sonra Hıristiyan ulusal toplulukların maruz kaldığı baskı ve zulmün tartışılmaya başlanması; İşçilerin ve ezilenlerin söz, basın, gösteri, grev, toplantı, örgütlenme ve hak arayışları temelinde mücadelesi, vb. bütün bunlar, yönetememe krizine saplanmış politik rejimi zorlayan, kimi geri adımlara mecbur eden ve ideolojik hegemonyasını çatlatan dinamikleri oluşturdular. Gelinen aşamada Kürtler, Aleviler, ulusal topluluklar artık dünkü biçimiyle inkar edilemiyor, yok sayılamıyor, bastırılamıyor. Onlardan "alt kimlik"/ ''kültürel zenginlik'' kavramlarıyla söz edilmesi tercih ediliyor. Sorun, "bireysel ve kültürel özgürlükler'' sorunu olarak tanımlanarak, bu çerçevede ''çözümü'' "yararlı" görülüyor. Politik İslama dünden daha geniş bir alan açılıyor. Faşist 12 Eylül anayasası ve bağlı yasalar dikiş tutmuyor. İşçilere, ezilenlere, "AB standartlarında demokrasi" vaat ediliyor. Rejimin hukukileştirildiği anayasa meselesinde, kriz kendini şiddetle dayatacağı bir eşiğe doğru ilerliyor. Sürecin, generaller partisinin "MGSB" zemininde kalmakla birlikte, diktatörlüğü, mevcut politik, toplumsal, iktisadi koşuların gözetilmesine dayalı yeni bir çerçevede sürdürme iradesi etrafında birleşen kesimiyle "değişim" bloğu arasındaki konsensüse dayalı geri adımlar atılması yönünde gelişmesi olasılığı güçlüdür. Bu, aynı zamanda yeni çerçevenin anayasal yasal sınırları temelinde "MGSB" ve "değişim'' bloğu arasında mücadelelere yol açacağı gibi, daha önemlisi özellikle generaller partisi ve ordu içinde mücadeleleri şiddetlendirecektir. Bütün bu gelişmelerin silahlı ve silahsız tüm yüksek bürokraside yankılanacağından şüphe yoktur. O nedenle de süreç, "MGSB"yi dünkü tarzda sürdürmek ve egemen kılmak isteyen kesimlerin sert karşı hamleleri olasılığını da bağrında taşımaktadır. Olayların akışı, baskın olasılık yönünde gelişse de, durum, inkarcı faşist rejimin bir burjuva demokratik dönüşümle çözümüne varmayacaktır. Tersine mevcut koşullarda sağlanan ve sürdürülecek bir konsensüs, ulusal demokratik ve devrimci hareketin tasfiyesini hedefleyecek ve anayasanın değiştirilemez maddelerinin muhafazasını esas alacaktır. Şurası açıktır ki, günümüzde Kürt halkımızın ulusal inkarına son vermeyen, ulusal varlığı ve anadilde eğitim hakkını tanımayan, bunu anayasal statüye kavuşturmayan, demokratik hak ve özgürlükler alanını genişletmeyen hiç bir "değişim" bir burjuva demokrasisi getirmez. İnkarcı faşizmin devrimci yoldan yıkılması ve halklarımızın birleşik mücadelesinin büyütülmesi imkanları canlılıklarını korudukları gibi, egemen sınıfların umduklarının tersine, bu olanaklar daralmak bir yana daha da güçleneceklerdir. Önümüzdeki süreçte, statükonun yara alması, rejimin bazı ödünler vermesi kaçınılmazdır. Bu ödünlerin çapı ve hangi takvimle gerçekleştirileceği tümüyle güç ilişkilerine bağlıdır. Süreç her halükarda zorlu ve inişli-çıkışlı bir şekilde gelişeceği gibi, büyük olanaklar kadar, ciddi riskleri de barındırmaktadır. Kürt halkımızın, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin ürünü fili kazanımların korunması ve geliştirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Doğaldır ki, devrimci hareket ortaya çıkacak anayasal ve yasal olanakları, işçilerin, ezilenlerin kent ve kır yoksullarının, kadınların, gençlerin örgütlenmesi, harekete geçirilmesi için verimli tarzda değerlendirme sorumluluğuyla yüz yüzedir. Sendikalar, dermekler, grev, toplantı, gösteri, basın vb. konularda açılacak her yeni yasal alan "bireysel ve kültürel özgürlükler" çerçevesinde tanınacak her imkanının, seçim barajı vb. konularda yapılacak her yeni düzenlemenin, bütün bunları koşullamış olan mücadelenin yeni kesimlere yayılması, büyütülmesi, sağlamlaştırılması olanağına dönüştürülmesi görevi daha da yakıcı hale gelecektir.
|