..........Politik İslamcı Etkinin Gelişimi
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

28 Şubat darbesinin eseri olan "milli görüş"e tövbe edenlerin, eski siyasi, iktisadi, toplumsal tez, iddia ve söylemlerin esasını çöp tenekesine atanların, kendi ifadeleriyle "milli görüş gömleğini sırtlarından çıkaranların" partisi AKP, toplumsal yaşamda dinsel etkiyi arttırma, laiklik çerçevesini genişletme talep ve eğilimi ile parti siperlerinin ardında duran "yeşil sermaye"yi kollama yönelimi bir yana bırakılırsa, TÜSİAD'ın yakın dönem amaçları için uygun bir partiydi.
3 Kasım 2002 seçimleri, "MGSB" hattında duran ve halklarımızın aynı zamanda 2000-2001 mali ve ekonomik krizinin ağır toplumsal sonuçlarından sorumlu tuttuğu geleneksel burjuva partilerinin tükenişini ilan ederken, sermaye oligarşisinin "değişim" ve AB'ye giriş bayrağını eline alan AKP'yi burjuva mecliste anayasal değişiklikler yapabileceği bir güce kavuşturdu. Şüphe yok ki, bu yeni tipte politik İslamcı partinin başarısında emperyalist küreselleşmeye entegrasyonda gözü kara davranacağı ve ABD'nin bölge politikalarının destekçisi olacağı taahhütlerinin yarattığı uluslararası desteğin de önemli bir payı vardı. Ki, bunlar sermaye oligarşisinin politikalarıyla tam bir uyum sergiliyordu.
AKP hükümeti karşısında generaller partisi saflarında iki görüşün oluştuğu biliniyor. Bunlardan ilki, "milli görüş gömleğini çıkardık'' diyen AKP liderliğine, sıkı bir denetimle de olsa fırsat tanımak hattında dururken, diğeri ise, AKP'nin takkiye yaptığı, AB hevesinin arkasında laikliği aşındırıp etkisizleştirme amacı bulunduğunu, dolayısıyla ordunun yeni seçimleri beklemeden, iç hizmet kanununun 35. maddesi doğrultusunda harekete geçmesini savunuyordu. ABD emperyalizminin ve sermaye oligarşisinin desteklememesine aldırmadan, kuvvet komutanları düzeyindeki bir grubun 2003 ve 2004'te iki kez darbe planladığı, ancak Genelkurmay Başkanlığından destek görmeyince kendi içlerindeki irade birliğinin parçalandığı ve darbe hazırlıklarının akamete uğradığı artık herkesçe biliniyor.
Burjuva meclisteki AKP çoğunluğu, sermaye oligarşisi için her şeyden önce koalisyon krizlerinden neredeyse on sekiz ayda bir yeni bir hükümet kurulmasının sıkıntılarından kurtulmak, hükümet istikrarı hedefine ulaşmak demekti. AKP o süreçte, sermaye oligarşisinin baş gündemi olan AB'ye giriş müzakerelerinin başlatılması yolunda bazı somut ve hızlı adımlar atarak, IMF'nin takdirini kazanarak, emperyalist küreselleşme politikalarını uygulama kararlılığını sergileyerek, Kıbrıs'ta, Annan planının referanduma sunulması için yol açarak, türban ve öteki bazı politik İslamcı gündemleri geride tutarak, işbirlikçi tekelci burjuvazinin güçlü desteğini almayı bildi. 1 Mart tezkeresi konusunda içine düştüğü durum bir yana bırakılırsa, ABD ve AB'li emperyalistlerin himayesini kazandı.
Birinci AKP hükümeti döneminin son etabına girdiğinde söz konusu destek ve himayenin sürmesinin yanı sıra, 2004 yerel seçim başarısı, burjuva muhalefet partilerinin 2007 genel seçimlerinde de anlamlı bir varlık gösteremeyeceği yönündeki anketler, AKP'yi ve liderini Çankaya konusunda cesaretlendirdi. Tartışmaları sürerken, TÜSİAD gerilimden kaçınma öğüdüne karşın nihayetinde AKP'li aday konusunda da demokrasi kuralları içinde bir hak olduğunu açıklayınca Çankaya için Gül'ün adı ilan edildi. Generaller partisi buna 27 Nisan muhtırasıyla cevap verdi. Ortaya çıkan yüksek gerilim koşullarında 367 şartı icat edilerek, AKP 22 Temmuz'da erken genel seçim yapılması kararını almaya mecbur bırakıldı.
"Cumhuriyet mitingleri", 27 Nisan muhtırasıyla anayasa mahkemesinin kararı koşullarında nesnel olarak bir Çankaya referandumuna dönüşen seçimlerde AKP oy oranını on puan artırmakla kalmadı. Bu sonuçlar pratik ve moral bakımından generaller partisinin de yenilgisiydi. ABD'nin ve sermaye oligarşisinin AKP'yi devirme, Çankaya seçimini kendi istediği tipte adaylar etrafında gerçekleştirme yönelimine destek vermediği ordunun yegane umudu, CHP ve MHP'nin oyları şahsında kendi istekleriyle "milletin istekleri''nin aynı olduğu dayanağı elde etmek, girişeceği hareketlere bir meşruiyet, bir kitle desteği sağlamaktı. Ne var ki, sonuçta bozgun düzeyinde bir hayal kırıklığı yaşadı.
AKP seçim sürecinde, 27 Nisan muhtırası ve "Dolmabahçe görüşmesi"ni dikkate aldığını sergileyen işaretler verdi. Örneğin "milli görüş gömleği"ni çıkarmadıkları algısı yaratmış, 1 Mart tezkeresine "hayır" oyu kullanmış, generaller partisi hakkında sivri açıklamalar yapmış vekillerine 22 Temmuz 2007 listelerinde yer vermedi. T. Erdoğan, seçimi bir Çankaya referandumu havasına büründürmemeye özen gösterdi. Eğer A. Gül adaylıkta ısrar etmezse, yeni bir aday gösterebileceklerini ifade eden beyanlarda bulundu, vb. Seçim sonrası konjonktür ve MHP desteği AKP saflarındaki bölünmeyi sona erdirerek, Gül'de karar kılınmasını koşulladı. 22 Temmuz bozgununun baskısı altındaki generaller partisi memnuniyetsizliğini ortaya koyan simgesel tepkilerle yetinmeye mecbur kaldı.
Denilebilir ki, yeni tipte politik İslamcı bir parti olarak AKP'nin, Kasım 2002 seçimlerinde anayasal değişikliklere yetecek bir meclis çoğunluğuna ulaşması, 2004 yerel seçimlerinde oylarını artırması, 2007'de yüzde 47'lere vardırması, sermaye oligarşisinin "değişim programı'' ve ABD'nin "BOP"uyla birleşince, faşist MGK diktatörlüğü koşullarında, burjuva meclis imkanlarını zorlayan ve yer yer aşan sonuçlara yol açtı. AB'ye üyelik müzakereleri sürecinde çıkarılan kimi yasalar, daha sonra uygulanmasa da Ankara protokolünün imzalanması, Kıbrıs'ta Annan planının referanduma sunulması, Çankaya'ya "aynı zamanda dindar bir cumhurbaşkanı''nın gönderilmesi, bunların önde gelenleridir. AKP, üniversitelerde türban serbestisine dair (yine MHP desteğiyle) bir anayasal değişiklik ve aynı zamanda sermaye oligarşisinin talebi olan yeni bir anayasayla belirli bir çerçevedeki adımlarını dolaysız bir hamleye dönüştürmeyi denediğinde ise geri püskürtüldü. Anayasa Mahkemesi'nin ''laikliğe karşı işlenen suçlarda odak olduğu" kararıyla rehin alındı. Durumu kabullenen AKP yeni bir girişim için fırsat kollamak üzere geri çekildi.
Tüm bunlardan başka dönem boyunca hükümet olanaklarını, 22 Temmuz ve Çankaya seçimlerinde elde etiği psikolojik üstünlüğü, medyada önemli bir güç haline gelişini çok iyi değerlendiren BOP İslamcısı AKP ve Fettullah Gülen teşkilatı, işçi sınıfı ve ezilenlerin içinde bulundukları işsizlik, yoksulluk, açlık, çaresizlik, örgütsüzlük koşullarında büyük mali ve ekonomik imkanlarına dayanarak siyasal-toplumsal etkilerini arttırdılar. İdeolojik etki alanlarını genişlettiler, şüphesiz bu durum ciddiye alınması gereken bir olgudur.