Uluslar arası politik durum dönem içinde belirginleşen çelişkilerle karakterize edilebilir. Dönem içinde belirginleşen çelişkiler ve gelişmenin yönü nedir? 1)ABD önderliğindeki emperyalist işgal koalisyonu Irak'ı işgal etti. Bu emperyalizmin mali-ekonomik sömürgeciliğine boyun eğmeyi reddeden geri kapitalist ülkelere yönelik saldırganlığın bir ifadesiydi. Önceki dönemde Yugoslavya'nın emperyalist yağmaya uğratılması sürecinde ezilen halkların tarihin çöplüğüne fırlatıp attığı himayeci sömürgecilik yeniden gündemleştirilmişti. Irak işgali ile ortaya çıkan yönetim bunun yeni versiyonuydu. Irak aynı zamanda emperyalizme tam teslimiyet anlamına gelen mali ekonomik sömürgeleştirme ile buna direnen ülkeler arasında çelişki ve uzlaşmazlıkların keskinleşmesine bir örnekti. Afganistan işgali, İran'a yönelik abluka, Lübnan'a İsrail saldırısı, Filistin'e yoğun saldırılar altında teslimiyet dayatması bunun kimi örneklerindendir. Diğer yandan, Latin Amerika'da, Venezuela, Bolivya, Ekvator'da olduğu gibi, kitle hareketinin basıncı ile antiemperyalist halkçı hükümetler işbaşına geçmiştir. Bunlar Küba'yla yakın ilişki içinde az-çok ilerici eğilimdeki diğer hükümetlerle birlikte emperyalizmin hareket alanını kısmen sınırladılar. Emperyalizme karşı biri nesnel diğeri öznel olmak üzere iki antiemperyalist duruş sergilendi. Irak'da Saddam, Afganistan'da Taliban güçlerinin, bir dönem ülkelerinde gerici diktatörlükler kurup emperyalistlere hizmet edenlerin emperyalist işgal karşısında nesnel olarak antiemperyalist konuma gelmeleri bunlardan birincisine örnektir. Latin Amerika'daki halk hareketleri de bağımlı ve geri-kapitalist ülkelerdeki öznel antiemperyalist eğilimlerin ifadesidir. Önümüzdeki dönem emperyalizme kölece boyun eğmeyi reddeden bu her iki eğilimden devletlerle emperyalizm arasındaki çelişkilerin keskinleşmeye devam edeceği söylenmelidir. Kapitalizmin genel bunalımı, mevcut kriz atlatıldıktan sonra da "eski günlerin" geri gelmesinin hiç de kolay olmayacağını işaret ediyor. Üretimi eskisinden daha hızlı geliştirme yeteneğini yitirmiş tekelci sermayenin kar oranlarındaki düşmeyi telafi etmek için gözünü eskisinden de daha çok dikeceği alanlardan biri hammadde ve enerji kaynakları, diğeri de ucuz işgücüdür . Ve nitekim bu ülkelerin derinleşmeye olanak tanıyan bakir iç pazarları iştah kabartıcıdır. Bunlar gelişmiş sanayi ülkelerinden geri kapitalist ülkelere sermaye akışının önümüzdeki süreçte de devam edeceğini göstermektedir. Ama bu aynı zamanda gelişmiş sanayi ülkelerin, özellikle en büyük emperyalist devletlerin ve devasa dünya tekellerinin geri kapitalist ülkeler üzerinde tam hakimiyet kurma eğiliminin güçlenerek devam edeceğini de göstermektedir. Ekonomik kriz emperyalizmle daha yüksek bir entegrasyonun bir dönem kısmi bir ekonomik canlanmaya sebep olsa da nihayetinde daha büyük bir çöküşün de nedeni olduğunu halklar nezdinde ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle önceki dönemde olduğu gibi bu yöndeki bir entegrasyonunun refah getireceği yönlü beklentiler krizle birlikte zayıflamıştır. Doğaldır ki bu yöndeki kırılmalar önümüzdeki dönem emperyalizmin mali-ekonomik sömürgeciliğine olan tepkileri güçlendirecektir. Tabi aynı şekilde dize gelmeyi reddeden ülkeler ve halklara yönelik emperyalist saldırganlık da yükselecektir. Örneğin İran'a dönük saldırganlığın yanı sıra ABD Latin Amerika'da kaybettiği mevzileri geri almak için kendi uşağı olan devletler eliyle savaş kışkırtıcılığı dahil her yolu denemekten uzak durmayacaktır. Keza hammadde, ucuz işgücü ve pazar olanaklarıyla Afrika kıtası devletleri emperyalizmin yeni av sahaları olarak belirlemeleri güçlü olasılıktır. Salt krizin yarattığı sonuçlar nedeniyle değil Irak'da ve Afganistan'da, Lübnan ve Filistin'de en güçlü orduları bile durdurabileceğinin yarattığı özgüven; Latin Amerika'da olduğu gibi emperyalist işbirlikçilere ve ordularına rağmen güçlü bir halk hareketinin mevzi kazanabileceğine dair oluşan özgüven antiemperyalist direniş eğilimini daha da güçlendirmektedir. Buna karşın dünya tekellerinin hakim olduğu dünya ekonomisi içinde kapitalist yolda ısrar ederek bağımsızlıkçılığın, halkçılığın sürdürülmesinin bir sınır olduğu, çağımızda sosyalizme doğru ilerlemeyen ve demokratik federatif birliklerle güçlerini dünya tekellerinin egemenliğine karşı birleştirmeyen devletlerin nihayet yenilmeye mahkum olduğu açıktır. Eğer kapitalizme karşı daha radikal tedbirler alınarak halkın yaşam seviyesinin geliştirilmesine dönük değişiklikler yapılamazsa kazanılan halkçı mevzilerin yitirilmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Bu önümüzdeki dönem antiemperyalist mücadeleyle antikapitalist mücadelenin iç içe geçmesine yönelik eğilimin güçleneceğini ya da güçlenmesi gerektiğini gösterir. 2) ABD, SSCB'nin yıkılmasıyla gerilemekte olan iktisadi gücünü politik ve askeri güçle durdurma ve geliştirme olanağı yakaladığını düşündü. Hammadde, enerji kaynakları ve geçiş yolları üzerinde kuracağı hakimiyetle rakiplerinden birkaç adım öne geçeceğini hesapladı. Bu hedeflere ulaşmak için gerektiğinde BM'yi devreden çıkarmaktan çekinmedi. Sınırsız bir saldırganlık, devlet terörü ve işkenceyle amaçlarını gerçekleştirmeye girişti. ABD'nin bu başıbuyruk hareketi onunla diğer emperyalistler arasındaki çelişkileri biraz keskinleştirdi. Fransa ve Almanya'nın Irak işgaline karşı tutumları bunun örneğiydi. Ama bu çelişkiler henüz onları farklı kutuplara ayrıştıracak düzeyde olmaktan uzaktı. Nitekim Afganistan'da işgal ortaklığı içindeydiler ve işgal sonrası Irak'daki statüyü BM üzerinden onayladılar. IMF ve Dünya Bankası'nın ekonomik mali sömürgeleştirme araçları olarak kullanılmaları NATO'nun direnen halklara karşı emperyalizmin polisi olarak konumlandırılması vb. konularda da emperyalistler birlik halindeydi. Buna karşın ABD-İngiltere emperyalist ekseninin ekonomik krizle daha çok zayıflaması özellikle ABD'nin ekonomik liderliğinin daha tartışılır hale gelmesi, diğer emperyalist devletleri oluşan boşluğu doldurmak için eskisinden daha hırslı bir politikaya yöneltecektir. Herhangi bir emperyalist ülkenin bir dönem ABD'nin oynadığı liderlik rolünü oynama güç ve yeteneğinde olması yakın gelecekte söz konusu değildir. Bunda emperyalistler arasında yeni tipte bloklaşmaların ve bu uğurda çatışmaların artacağının işaretidir. Dönem içindeki en ciddi çatışma Rusya ile Gürcistan arasındaki savaştı. Gerçekte çatışma Rusya ile başta ABD olmak üzere "Batı"lı emperyalistler arasındaydı. Rusya dünya siyaseti üzerinde belirleyici güç değilse de bölgesel emperyalist bir kuvvet olarak hesaba katılması gerektiğini ortaya koydu. Rusya-Çin merkezli Şhangay hattı da ABD ve ittifak halindeki emperyalistlere karşı bölgesel hegemonyayı korumaya dönük bir eksen yaratma girişimiydi. Hammadde ve enerji kaynaklarına olduğu kadar geniş bir pazara da sahip olan Çin-Hindistan-Rusya bu ülkelere sermaye akımının devam etmesinin de etkisiyle bir yandan dünya siyasetinde daha güçlü bir rol oynamak isteyeceklerdir, bir yandan da güçlü emperyalist devletler bu ülkelerdeki egemenlik ilişkilerini sarsacak girişimler için çaba harcayacaklarıdır. Ama her halükarda kriz sonrasında bu ülkelerin önemi artacaktır. Özellikle Çin bölge ötesi hegemonya arayışını, Afrika'da olduğu gibi arttıracaktır. Kriz sonrasında yeni yatırım alanlarının kısıtlılığı hammadde ve enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetin artan önemi ve dünya pazarındaki sıkışma emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkileri daha da keskinleştirecektir. Bu yeni ekonomik ve politik bloklaşmanın doğmasının ihtimalini güçlendirmektedir. 3) Ekonomik krizin hemen öncesinde kimi geri kapitalist ülkelerde meydana gelen açlık isyanları, Fransa'da zaman zaman yerleşik yoksul göçmen mahallerinde patlayan isyanlar ve Yunanistan gençliğinin başını çektiği Aralık isyanı; krizle birlikte fabrika işgalleri ve patronları rehin alma biçiminde görülen öncü işçi grupların mücadele kararlılığındaki yükselme vb. işçi sınıfı ve ezilen halk tabakaları arasında büyüyen savaşım filizlerinin kimi örnekleridir. Açlık isyanları, emperyalizmin talancı saldırılarının ezilen halk tabakalarının gündelik yaşamında yol açtığı feci sonuçlara karşı biriken öfkenin patlamasının ifadesiydi. Yunanistan'daki isyan Yunan kapitalist devletinin Yunan işçi ve emekçilerine yönelik sömürünün yoğunlaştırılmasına ve kazanılmış hakları gasp etmeye yönelik politikalara karşı gençliğin başını çektiği ezilen toplumsal katmanların genel bir ayaklanmasıydı. İster açlık isyanları, ister Yunanistan'daki isyan olsun, bunlar, ezilenler cephesinden emperyalist küreselleşme politikalarına verilmiş bir yanıttı. Diğer yandan, Yunanistan'daki isyanla, krizle birlikte Avrupa işçi sınıfında henüz sınırlı bir kesimi de kapsasa yükselen mücadele eğilimi, Avrupa'daki "tarihsel uzlaşma"nın, çoktandır bozulmuş olan bu uzlaşmanın tarihe gömüldüğünün bilince çıkarılmakta olduğunu gösteriyordu. İşsizlik, düşük ücretler, eğitim ve sağlığın paralı hale getirilmesi, sosyal haklardaki genel kısıtlamalar Avrupalı emekçi kesimleri ile egemen sınıf azınlığını giderek daha çok ve daha sert karşı karşıya getirmektedir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde kriz sonrası ekonomik durumun önceki yıllardan daha iyi olmayacağı bizzat burjuva sözcülerce dile getirilmektedir. Bu işçi sınıfının daha vahşi bir sömürüye zorlanacağı, gençliğin geleceğe dönük daha büyük bir umutsuzluğa düşeceği, halkın yaşam düzeyinin daha da gerileyeceği anlamına gelir. Ve elbette bunlar Avrupa'da halk isyanlarının toplumsal maddi zeminin daha da güçlenmekte olduğunu gösterir. Krizle birlikte dünyanın birçok yerinde görülen fabrika işgalleri, patronları rehin alma, sokak çatışmaları vb. işçi sınıfı hareketinin yeni bir rotaya girmekte olduğunun işaretidir. Mücadelede kararlılık ve şiddetin dozu artmaktadır. Dünya işçileri arasında birlik ve dayanışma isteği büyümektedir. Bu gerçekler bizi hangi sonuçlara ulaştırıyor? a) İleri kapitalist ülkelerde işçi sınıfı ve burjuvazi arasında uzlaşma zemininin uzun süre önce fiilen tükenmiş oluşunun bilinçlere belirgin biçimde yansımakta olduğunu gösteriyor. b) Paralı eğitim, okul sonrası işsizlik ya da eğitimli ucuz iş gücü olmak küçük bir azınlık dışında öğrenci gençliğin genel bir sorunu haline geldi. Eğitim görmek sınıf atlamak bir yana daha iyi bir iş, daha iyi bir yaşam için bile önemini yitirmektedir. Öğrenci gençlik için bireysel olarak da kapitalizm içinde çıkış bulma umudu tükenmiştir. Öğrenci gençliğin kaderi işçi sınıfının kaderiyle birleşmiştir. c) Sosyal haklara yönelik sıklaşan saldırılar, halkın yaşam düzeyinde genel düşme, artan işsizlik, aç ve sokakta yatanların sayısındaki artış; bireysel ve küçük devletin bir "sosyal şemsiye" olmaktan çıkacak salt bir baskı aracı olarak asıl kimliğiyle daha net belirmesi, devlet merkezli artan siyasi gericileşme vb. sorunlar, ezilen bütün halk tabakalarının kapitalizm altında insanca yaşam için yer bulma umutlarını daha fazla tüketmektedir. d) Bunlar emek-sermaye çelişkisinin sadece işçilerle burjuvalar arasında değil öğrenci gençlik ve bütün ezilen halk tabakaları içinde çözümü zorunlu ve belirleyici hale geldiğinin göstergesidir. 4) Vahşi kapitalist saldırılar emekçi insanlığı olduğu kadar doğayı da mahva yönelmiştir. Doğanın tahribinin önlenmesi için geniş yığınlardan yükselen toplumsal talepler kapitalist devletlerin toplantı masalarında oyalama vesilesi yapılmaktan öte dikkate alınmamaktadır. Nükleer atıklar ve silahlanma vb sorunlara ilişkin talepler de aynı akıbete uğramaktadır. Salt çevre için ayrılacak fonlardan kaçındıkları için değil hammadde ve enerji kaynakları üzerinde önümüzdeki dönem daha da keskinleşecek rekabet nedeniyle doğa daha büyük tahribata uğratılacaktır, doğa çok daha vahşice yağmalanacaktır. Kar için üretim aşılmadan doğanın kurtuluşu bir yana korunması bile artık söz konusu değildir. Doğanın kaderi de emek-sermaye çelişkisinin çözümüne bağlanmıştır. Dünya siyaseti üzerinde etki eden ve önümüzdeki dönem de etki edecek olan bu çelişkiler dünyanın her yerinde kapitalizmin yıkımı ve sosyalizmin kurtuluşu için şartların hiç olmadığı kadar olgunlaştığını; dünyanın her yerinde devrimci yangınların tutuşması için maddi temelin güçlendiğini ve sosyalizmin temelinde dünya işçileri ve ezilen halk tabakaları arasında potansiyel bağların hiç olmadığı kadar sıkılaştığını göstermektedir. Bütün bunlar kapitalizmin genel bunalımını derinleştiren ve derinleştirecek olan faktörlerdir aynı zamanda ve bu yönüyle uluslar arası siyasette belirleyici rolde olacaktır. Emperyalist küreselleşme vahşi kapitalist sömürü ve siyasi gericilik dalgasıdır. Dünya halkları açlık, susuzluk, göç ve savaşlarla boğuşmaktadır. Nükleer tehdit büyümektedir. İşçi sınıfı köleleştirilmekte, bağımlı ülkeler yeniden sömürgeleştirilmektedir. IMF ve DB bu köleleştirme ve sömürgeleştirmenin ekonomik-mali, NATO askeri, G-8 -G20 vb. toplantılar da siyasi araçlardır. İşgal, gerici yığın hareketleri, darbeler, uluslar arası abluka, ambargo, himayeci sömürgecilik ve yeni tipte sömürgecilik, başta Müslüman halkları ve göçmenleri hedef alan emperyalist ırkçılık, gizli yer altı zindanları, işkenceler, anti-terör adlı faşist yasalar, ırkçı göçmen yasaları, komünizme ait sembollerin yasaklanması devrimcilere yönelik uluslar arası polis saldırıları ve tutuklamalar ile ilerici -devrimci-antiemperyalist liderlere suikastlar vb. emperyalist küreselleşmenin dünyaya boca ettiği siyasi gericiliğin belli başlı biçimleridir. Dünyada hem kurtuluşun hem de barbarlığın verileri birikmektedir. Sosyalizmin toplumsal maddi zemini ne kadar güçlenmişse kapitalizm içinde düzeltmeler yaparak yaşamanın zemini o kadar zayıflamıştır. Dünyanın bütün işçileri ve ezilenler birleşin!
|