Dünya Ekonomisinin Güncel Durumu
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Yaşanan kriz, hemen bütün alanlarda neoliberalizmin iflasını beraberinde getirmiştir. Kriz, sermaye ve ulusal aidiyet arasındaki bağı bir kez daha doğrulayarak; sermayenin ulusal aidiyetten koptuğu anlayışının ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir.

 

01 Ağustos 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 96 

2007 yılında Amerikan konut piyasasında patlayan balon, bankalar ve başkaca mali kurumlar üzerinde dünya ekonomisini de etkilemiş, spekülasyon krizi banka kredi ve nihayetinde fazla üretim krizi olarak dünya ekonomisi kasıp kavurmaya başlamıştır. 2008'in ilk çeyreğinde BRIC ülkeleri ve bazı "gelişmekte olan ülkeler" hariç dünya ekonomisinde fazla üretim krizi patlak vermiştir. Öncelikle mali sektörü altüst eden, ABD'de bu ülkenin en önemli yatırım bankalarını iflas sürükleyen kriz, sanayi üretiminde şiddetli üretim düşüşüne neden olmuştur.
Dünya ekonomisi (sanayi üretimi) genel anlamda 2009'un 2. çeyreğinde dibe vurmuş, sonraki süreçte üretim belli bir canlanma sürecine girmiştir; yaklaşık bu tarihten beri dünya ekonomisi durgunluk aşamasındadır. Sanayi üretimindeki kıpırdanma, kriz çevriminin canlanma aşamasına doğru gelişmenin bir ifadesi midir, yoksa bu kıpırdanma, üretimi durgunluk aşamasında canlanma aşamasına çıkartamayacak kadar zayıf bir üretim artışı mıdır, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz. Üretimde artış, krizden çıkıldığı anlamına gelmez. Krizden çıkmak için, üretimin kriz öncesi en üst değerinin aşılmış olması gerekir ki, krizde olan ülkelerde üretim bu seviyeye ulaşmaktan oldukça uzaktır. Yani fazla üretim krizi devam etmektedir.
Krizi engellemek ve sonra da tahribatını sınırlandırmak için G-7, G-20, AB ülkeleri arasında gerçekleştirilen toplantılar sonuç vermemiştir. Bu toplantılara krizi yönetme toplantıları diyebiliriz. Her seferinde toplantı öncesinde krize karşı uluslararası ortak hareket etmenin öneminden bahseden ülkeler, toplantı sonrasında kendi sermayelerini kurtarmak için atacakları adımlardan bahsetmişlerdir. Kriz, ülkeler arasındaki çelişkileri ortak hareket edemeyecek derecede keskinleştirmiştir. Sonuçta başta ABD olmak üzere çok sayıda ülke, ekonomiyi desteklemek için hazırladıkları teşvik paketlerini uygulamaya koymuşlardır. Devletlerin şimdiye kadar bu türden dünya çapında yapmış oldukları harcamaların toplamı yaklaşık 27 trilyon dolar civarındadır. Dünya üretiminin yaklaşık yarısı kadar olan bu miktar, bütçe açığı olarak işçi sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkılmıştır. Böylece kriz yükü sosyalleştirilmiştir.
Yapılan bu harcamalar ülkelerin ödemeler dengesinde büyük açıkların oluşmasına, devlet borçlanmasının akıl almaz boyutlara varmasına neden olmuştur. Ekonomik kriz şimdi kamu borçlarından dolayı bazı ülkeler açısından borçlanma krizi biçiminde devam etmektedir.
Kriz, Türk ekonomisini de etkisi altın almıştır. Her ne kadar Başbakan "kriz bizi teğet geçti" demiş olsa da kriz Türkiye'de ekonomiyi teğet geçmedi; 2009'da sanayi üretimi yüzde 9,6 oranında mutlak küçüldü. Türkiye'de kriz, mali sektörde patlak vermedi; ne tek bir banka battı veya ödeme zorluğuyla karşı karşıya kaldı ne kredi, para ve ne de borçlanma sorunu yaşandı. Kriz doğrudan maddi değerlerin üretiminde; sanayide patlak verdi.

Krizin ortaya döktüğü gerçekler paha biçilmez derslerle doludur:
Kapitalizmde borsa, spekülasyon; genel anlamda mali krizler değil, sadece ve sadece fazla üretim krizleri yasaldır; onun iç çelişkilerinden kaynaklanır ve dönemseldir.
Yaşanan kriz sürecinde burjuva politik ekonominin iflası bir kez daha açığa çıkmıştır; ekonomik kriz, emperyalist burjuvazinin ekonomik, siyasi, toplumsal ve ideolojik alanlarda sefilliğini sergilemiştir.
Gerek kapitalist üretim biçiminin gelişmesi açısından, gerek kriz teorisi açısından, gerekse de sınıf mücadelesi açısından çıkartılması gereken çok ders vardır. Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanların, işçi sınıfının kendiliğinden ayaklanacağına umut bağlayanların beklentilerinin hayal olduğu açığa çıkmıştır.
Yaşanan kriz, hemen bütün alanlarda neoliberalizmin iflasını beraberinde getirmiştir. Kriz, sermaye ve ulusal aidiyet arasındaki bağı bir kez daha doğrulayarak; sermayenin ulusal aidiyetten koptuğu anlayışının ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir. Her bir devletin öncelikle kendi sermayesini kurtarmaya çalışması bunun böyle olduğunu göstermiyor mu?
Kriz sermaye ve üretimin uluslararasılaşma derecesini geriletmiştir; kriz döneminde sermaye "ulusal liman"lara çekilmiştir.
Kriz, dünya ekonomisinin ulusal özellikleri kaybederek bütünleşmediğini; dünya ekonomisinin tek tek ülke ekonomilerinin bütününden oluştuğunu ve sermayeler ve emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin ne denli keskin olduğunu ve keskinleştiğini de göstermiştir.
Kriz döneminde akıl almaz boyutlarda, özellikle üretim araçları biçiminde sabit sermaye kıyımı gerçekleştirilmiştir.
Kriz dönemlerinde sınıf mücadelesinin mutlaka, otomatik olarak keskinleşeceği, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadeleye atılacağı anlayışının iradecilik olduğunu da göstermiştir. Krizin sunduğu mücadele olanaklarından yararlanılamamasının bir çok nedeni vardır; mücadeleye önderlik edecek komünist partilerinin olmaması veya güçsüz olması; sendikaların uzlaşmacı politika izlemeleri ve nihayetinde devletin "havuç ve sopa" politikasının etkili olmasıdır.


 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Dünya Ekonomisinin Güncel Durumu
fc Share on Twitter
 

Yaşanan kriz, hemen bütün alanlarda neoliberalizmin iflasını beraberinde getirmiştir. Kriz, sermaye ve ulusal aidiyet arasındaki bağı bir kez daha doğrulayarak; sermayenin ulusal aidiyetten koptuğu anlayışının ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir.

 

01 Ağustos 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 96 

2007 yılında Amerikan konut piyasasında patlayan balon, bankalar ve başkaca mali kurumlar üzerinde dünya ekonomisini de etkilemiş, spekülasyon krizi banka kredi ve nihayetinde fazla üretim krizi olarak dünya ekonomisi kasıp kavurmaya başlamıştır. 2008'in ilk çeyreğinde BRIC ülkeleri ve bazı "gelişmekte olan ülkeler" hariç dünya ekonomisinde fazla üretim krizi patlak vermiştir. Öncelikle mali sektörü altüst eden, ABD'de bu ülkenin en önemli yatırım bankalarını iflas sürükleyen kriz, sanayi üretiminde şiddetli üretim düşüşüne neden olmuştur.
Dünya ekonomisi (sanayi üretimi) genel anlamda 2009'un 2. çeyreğinde dibe vurmuş, sonraki süreçte üretim belli bir canlanma sürecine girmiştir; yaklaşık bu tarihten beri dünya ekonomisi durgunluk aşamasındadır. Sanayi üretimindeki kıpırdanma, kriz çevriminin canlanma aşamasına doğru gelişmenin bir ifadesi midir, yoksa bu kıpırdanma, üretimi durgunluk aşamasında canlanma aşamasına çıkartamayacak kadar zayıf bir üretim artışı mıdır, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz. Üretimde artış, krizden çıkıldığı anlamına gelmez. Krizden çıkmak için, üretimin kriz öncesi en üst değerinin aşılmış olması gerekir ki, krizde olan ülkelerde üretim bu seviyeye ulaşmaktan oldukça uzaktır. Yani fazla üretim krizi devam etmektedir.
Krizi engellemek ve sonra da tahribatını sınırlandırmak için G-7, G-20, AB ülkeleri arasında gerçekleştirilen toplantılar sonuç vermemiştir. Bu toplantılara krizi yönetme toplantıları diyebiliriz. Her seferinde toplantı öncesinde krize karşı uluslararası ortak hareket etmenin öneminden bahseden ülkeler, toplantı sonrasında kendi sermayelerini kurtarmak için atacakları adımlardan bahsetmişlerdir. Kriz, ülkeler arasındaki çelişkileri ortak hareket edemeyecek derecede keskinleştirmiştir. Sonuçta başta ABD olmak üzere çok sayıda ülke, ekonomiyi desteklemek için hazırladıkları teşvik paketlerini uygulamaya koymuşlardır. Devletlerin şimdiye kadar bu türden dünya çapında yapmış oldukları harcamaların toplamı yaklaşık 27 trilyon dolar civarındadır. Dünya üretiminin yaklaşık yarısı kadar olan bu miktar, bütçe açığı olarak işçi sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkılmıştır. Böylece kriz yükü sosyalleştirilmiştir.
Yapılan bu harcamalar ülkelerin ödemeler dengesinde büyük açıkların oluşmasına, devlet borçlanmasının akıl almaz boyutlara varmasına neden olmuştur. Ekonomik kriz şimdi kamu borçlarından dolayı bazı ülkeler açısından borçlanma krizi biçiminde devam etmektedir.
Kriz, Türk ekonomisini de etkisi altın almıştır. Her ne kadar Başbakan "kriz bizi teğet geçti" demiş olsa da kriz Türkiye'de ekonomiyi teğet geçmedi; 2009'da sanayi üretimi yüzde 9,6 oranında mutlak küçüldü. Türkiye'de kriz, mali sektörde patlak vermedi; ne tek bir banka battı veya ödeme zorluğuyla karşı karşıya kaldı ne kredi, para ve ne de borçlanma sorunu yaşandı. Kriz doğrudan maddi değerlerin üretiminde; sanayide patlak verdi.

Krizin ortaya döktüğü gerçekler paha biçilmez derslerle doludur:
Kapitalizmde borsa, spekülasyon; genel anlamda mali krizler değil, sadece ve sadece fazla üretim krizleri yasaldır; onun iç çelişkilerinden kaynaklanır ve dönemseldir.
Yaşanan kriz sürecinde burjuva politik ekonominin iflası bir kez daha açığa çıkmıştır; ekonomik kriz, emperyalist burjuvazinin ekonomik, siyasi, toplumsal ve ideolojik alanlarda sefilliğini sergilemiştir.
Gerek kapitalist üretim biçiminin gelişmesi açısından, gerek kriz teorisi açısından, gerekse de sınıf mücadelesi açısından çıkartılması gereken çok ders vardır. Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanların, işçi sınıfının kendiliğinden ayaklanacağına umut bağlayanların beklentilerinin hayal olduğu açığa çıkmıştır.
Yaşanan kriz, hemen bütün alanlarda neoliberalizmin iflasını beraberinde getirmiştir. Kriz, sermaye ve ulusal aidiyet arasındaki bağı bir kez daha doğrulayarak; sermayenin ulusal aidiyetten koptuğu anlayışının ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir. Her bir devletin öncelikle kendi sermayesini kurtarmaya çalışması bunun böyle olduğunu göstermiyor mu?
Kriz sermaye ve üretimin uluslararasılaşma derecesini geriletmiştir; kriz döneminde sermaye "ulusal liman"lara çekilmiştir.
Kriz, dünya ekonomisinin ulusal özellikleri kaybederek bütünleşmediğini; dünya ekonomisinin tek tek ülke ekonomilerinin bütününden oluştuğunu ve sermayeler ve emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin ne denli keskin olduğunu ve keskinleştiğini de göstermiştir.
Kriz döneminde akıl almaz boyutlarda, özellikle üretim araçları biçiminde sabit sermaye kıyımı gerçekleştirilmiştir.
Kriz dönemlerinde sınıf mücadelesinin mutlaka, otomatik olarak keskinleşeceği, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadeleye atılacağı anlayışının iradecilik olduğunu da göstermiştir. Krizin sunduğu mücadele olanaklarından yararlanılamamasının bir çok nedeni vardır; mücadeleye önderlik edecek komünist partilerinin olmaması veya güçsüz olması; sendikaların uzlaşmacı politika izlemeleri ve nihayetinde devletin "havuç ve sopa" politikasının etkili olmasıdır.