Devrimci Anılarını yaşatarak izinde yürüdüklerimiz
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Clara Zetkin'in dediği gibi "yaşamın olduğu her yerde savaşmak" istemeliyiz. Bunu yaptığımızda, "düşen ayağa kalkmalı, yürüyen koşmalı, yaşamın her alanında önderleşmeli" diyen, kendi gelişimini yöneten partinin 4. Kongre'sinin çağrısıyla buluşmuş olacağız. Parti bayrağıyla üstü örtülen tüm şehitlerimizi anmak ve yaşatmak budur.

 

 01 Aralık 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 100

"Anılara gözlerimizi kapattığımız an, hepimizin öldüğü andır" Rosa Lüksemburg

Kasım ayı, Parti Şehitler Ayı'dır. 10 Eylül 1994 tarihinde TKP/ML Hareketi ve TKİH'in birleştiği MLKP 1. Kuruluş Kongresi ile MLKP-K kuruldu. 1. Kuruluş Kongresi'nin kararı ile MLKP öncellerinin tüm şehitleri "MLKP Onur Üyesi" olarak kabul edilerek tarihe not düşüldü. M. Suphi ve 14 yoldaşı ile birlikte Komünist hareketin şehitleri, 71 Devrimci çıkışının önderleri İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş "partinin onur üyeleri" olarak kabul edildi. İrfan Çelik, Adil Can ve Hayrebet Honca MLKP önderleri olarak ilan edildi. MLKP 4. Kongresi ise devrimci hareketin sembolleşen şehitlerini de "Parti onur üyesi" olarak kabul etme, devrimci hareketin yarattığı değerleri sahiplenme, şehitlerini kendi şehitleri olarak görme kararı aldı. Partinin kapsayıcılığı ve birleştiriciliği bu alanda da gelişti. "Kasım Şehitler Ayı"nı bu birleştiricilik ve kapsayıcılıkla anmak, değerlendirmek, kendi tarihine bu görüş açısı ile sahip çıkmak gerekir. Kasım ayının takvimsellikten çok, tarihsel olduğu kadar, siyasal anlamıda burada yatmaktadır.
Birlik kongresinin ardından komünistlerin birliğinin coşkusuyla "birlik devrimi"ni her alanda tanıtım kampanyasına bağlı olarak yürütülen MLKP-Kuruluş'u tanıtım çalışmalarında, 4 Kasım 1994 tarihinde, İstanbul'da bir pankart asma eyleminde parti taraftarı Erdal Ecevit Balcı polis tarafından vurularak öldürüldü. Partinin kuruluş çalışmalarına Erdal kanı ve canıyla kızıl harç oldu. Davaya ve parti kararlarına bağlılığın irade ve cüreti olmanın, parti tarzını yaşama geçirmenin adı olarak Erdal yoldaş bayraklaştı. Parti taraftarı olarak partili bir görev anında şehit düşen Erdal Balcı yoldaşı parti onure etti. Partinin ilk şehidi olarak, pankart nöbetinde şehit düşen Erdal Balcı şahsında, parti, Kasım Ayı'nı, "Parti Şehitleri Ayı" ilan etti. Bu çok önemli ve anlamlıdır.
Bu nedenle, ateş altında gelenekten geleceğe yürüyüşümüzde, partili mücadele ve yaşamda Kasım ayının yeri ve anlamı başkadır. Devrimin maneviyatını yükseltme, yüceltme ve yaşatma bakımından önemlidir. Şehitlerimiz devrimin manevi zenginliği kadar hazinesidir aynı zamanda. Bunu korumak ve gelecek kuşaklara taşımak her komünist, devrimci parti ve örgütün olduğu kadar, her bir sosyalist ve devrimcinin de görev ve sorumluluğudur. Bu tarihe olduğu kadar, kendi devrimci tarihine karşı da bir sorumluluk ve görevdir.
Bugün partimiz 16. mücadele yılını geride bıraktı. Kurulduğu günden bu yana faşist rejimin tüm kurumlarının ateş menzilinde tuttuğu bir parti olarak, kendi tarihini ateş altında yazmaya başladı. Dünyada, özelde de Türkiye ve Kürdistan'da kadın ve erkek işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların mücadelelerle yarattığı tüm değerleri, kazanımları ve şehitlerini bütünlüklü olarak sahiplenen parti, gelenekten geleceğe yürüyüşünü bu perspektifle ateş altında sürdürmektedir. 16 yıllık mücadele tarihinde bu yürüyüşün bedeli olarak onlarca şehit vermiştir. Partinin oğulları ve kızları bu kavgada devrimin maneviyatına canlarını ve kanlarını vermişler, feda kuşağının, zaferler kuşağının yapıcıları olmuşlardır. Yüce idealleri uğruna ölümde olsa bu bedeli göğüslemeyi, düşmana aman vermemeyi, baş eğmemeyi öğreten olmuşlardır.
Adlarıyla kavgamızda bayraklaşmış, partiyle özdeşleşmiş şehitlerimiz var, yiğit. Davaya adanmışlıklarıyla, adları feda ile zafer ile anılan şehitlerimiz var cesur, sırtımızı yaslayacağımız her biri bir dağ olup, "dağ ölmez" dedirten. Düşmanın her tür saldırılarında, düşman kalelerinde "Ser verip sır vermeyen", direngenlikleriyle Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrim tarihinde direniş geleneğini yaratan ve yaşatan şehitlerimiz var, onurluk abidesi. Ölümü bile güzelleştiren, şehitlikleriyle, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyamız devrim tarihinde köşe taşları olan şehitlerimiz var, "bizi ardımızdan çokça övüp de toprağın altında utandırmayın" deseler de, her zaman övülesi. Devrimin ve partinin öğretmeni olarak "ilk ben olmalıyım" diyerek öğretmeye her zaman devam eden, "hiç bir şey yarım kalmamalı" diyerek ölümün üstüne yürüyen şehitlerimiz var.
Sıkılmış yumruklarımızla karanfil sabahları hep adlarıyla andığımız, yüreklerimizin en güzle yerinde incitmeden koruduğumuz Newrozlaşan şehitlerimiz. Devrim yolu sarptır, dolambaçlıdır, zor ve meşaketlidir. Onlar bu yolculukta uslanmaz yürekleri, büyük bir aşkla çiçeklenen dirençleriyle dava insanı olmayı, örgütçülüğü, yoldaşlığı, direnmeyi, devrim için, örgüt için, gerektiğinde ölmesini bilmeyi öğreten şehitlerimiz. Dergilerimiz, gazetelerimiz, bildirilerimizde daha çok onların yaşam öyküleri anlatılır, yol alınır anılarıyla. Her daim öğretenlerdir. İçimizden biridirler onlar. Erişilmez insanlar değillerdir. Hatasız, yanlışsızda yaşamamışlardır. Ama en sonuncu kavgamızda ipi ilk göğüsleyenler, gül tenli bedenleriyle toprağa ilk düşenler, ölürken bile yaşatmasını bilen olanlardır onlar. Düşman haşin, zalim ve kurnaz. Alıyor içimizden yaşamayı en çok hak edenleri. Onlar ki, düşmana inat, bir gün bile fazla yaşamak isteyenler, ekmeği son lokmasına kadar yemeyi unutmayanlar, sol memelerinin altındaki cevahiri soldurmayanlar, ağız dolusu gülmesini bilenler, payına kavgasıyla sevda düşenlerdir onlar. Bu yolda eğer bir türkü ise yaşamak, onu en güzel söylemeye çalışanlardır onlar. Bu nedenle sosyalizme uzanan yolun her zorlu dönemeci şehitlerimizle daha bir sancısız adımlanır. Yeterki onlardan öğrenmesini ve onlarla öğretmesini bilelim. Tarihin ironisidir, ölenlerden geriye kalanlar taşır ışığı ileriye. Çünkü, öldüremez ışığı kimse. Lenin, Marksizmin isim babası olan, Marks'ın çalışma yoldaşı, manksizmin kuramcılarından Engels'in ölümünün ardından, "büyük bir deha sustu, bir ışık söndü, binlerce ışık yandı" demişti. Şehitlerimizin her biri birer ışık olup söndüler, ama binlerce ışığın yanmasına ışık topu oldular.
Öncellerimizle birlikte partimizin ateş altında yürüyüşünü her adımında kucaklayan, dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrim mücadelesinin görkemli tarihinin onurlu sayfalarını çevirdiğimizde görürüz ki, şehitlerimiz var, ordulaşmış kavganın her biri bir sıra neferi, öğretmeni, komutanı, kartalı, ışığı, yıldızı, her biri bir ölümsüzlüğün destanı. Şiir tadında yaşamların, türkü tadında seslerin, mutluluğun resminde tual olmanın insan güzelidirler. Çünkü onlar her şeyden önce insandırlar. İnsanlığın kurtuluşu kavgasının umut sözlü, yiğit sözlü, şehit sözlü, ille de yoldaş sözlü neferleridirler. Devrim ve sosyalizm yolunda gözlerinde yarınların gülüşlerini, kavgalarında davaya bağlılıkla mutluluğun resmini çizişlerini, gencecik ellerinde, kısacık yaşamlarında yoldaşlık dünyasını kucaklayışlarını göreceğimiz şehitlerimizdir. Sevgili Işık Kutlu'nun çok sevdiği deyimle "Yoldaş devrimciler"dir onlar. İşimiz, yoldaş devrimciliği öğrenme ve yaşamaktır hayatın her alanında. Kasım'dayız. Güz sabahlarına çıkıyor gecelerimiz. Yazılarının çoğunda vurgu yaptığı bir nokta vardır Kutsiye Bozoklar'ın. "devrimci yaşamak önemli, ama daha da önemlisi yaşamını devrimci tamamlamaktır". İşte şehitlerimiz, bugün aramızdan ayrılarak devrim ordusunun şehitler kervanına katılanların yaptıkları ve yaşamlarını anlamlı kılan ve bizlere öğrettikleri de budur: Yaşamı devrimci tamamlamak.
Kasım Şehitler Ayı'nın anlamıda burada yüklü. Şehitlerimizi andığımız bugün, şehitler ayına atfettiğimiz değerın sırrı burada gizlidir. Onlardan öğrenmesini, öğrenerek yaşamasını bilmek. Ömrü devrimci olarak tamamlamasını başarmak. Bütün zamanların devrimcisi olmak ya da bütün zamanlarda devrimci kalmak. Şehitlerimizin verdiği görev bu bize aynı zamanda. Partimiz, Marksizm Leninizmin ilkeleri ışığında kadını erkeğiyle işçi sınıfının, emekçi insanlığın kurtuluşu için kavgayı büyütmeye, zaferle taçlandırmaya çalışıyor. Bu kavgada şehitlerimiz, kuvvet kaynağımız olduğu kadar, eylem gücümüz ve hızımızdırda. Enternasyonal devrimci Che'yi de bir Kasım sabahı katletti düşmanlarımız. Kasım sabahı vuruldu kahpece pusularda. "gerçekçi ol, imkansızı iste" demişti. Gerçeki olmak ve imkansızı istemek bir duruştur, inadı ve reddi olmaktır bu sistemde. Kavgaya hesapsız girmektir. Tutuşturmaktır sırça sarayları, koparmaktır düzenle "görünür görünmez" denen bağları. Kendini özgürleştirmektir. Hızın ve kuvvetin gücü olmaktır.
1886 yılında Şikago'da 1 Mayıs ayaklanmasının işçi önderleri idam edilirken, "burjuvazi bizlerin sessizliğinden bile korkuyor. Mezar taşlarımızdan bile korkuyorlar" demişlerdi. Burjuvazinin korkusu sürüyor. İşçi sınıfının, ezilen halkların büyük sessizliğinden korktukları gibi, devrimcilerin, komünistlerin mezar taşlarından bile korkmaya devam ediyor. Uluslar arası kayıplara karşı mücadelenin simgelerinden, karanlıkta ışık olan Hasan Ocak'ın İstanbul'da mezar taşını bile gözaltına aldı faşist devlet. Hala devrimcilerin mezarları saldırıya uğruyor bu devlette. Kürdistan'da şehit gerillaların kulakları kesiliyor, derisi yüzülüyor, ölürken bile gülen gözleri oyuluyor, yüzleri yakılıyor, gömütlükleri gizleniyor, ailelerine verilmiyor. Burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor şehitlerimiz. Burjuvazinin korkusunu daha da büyütmek, şehitlerimizden öğrenerek yaşarken bize düşüyor, korkusunu ölümü kılmak bize düşüyor. Marksizmin kuramcısı ve işçi sınıfının ölümsüz öğretmeni Karl Marks, 162 yıl önce "proletarya, burjuvazinin mezar kazıyıcısı" demişti. Proletarya, emekçi insanlıkla birlikte tarihsel ve siyasal mücadele deneyimlerinden öğrenerek, yarattığı mücadele değerlerinden aldığı güçle, şehitlerinin hızı ve kuvvetiyle burjuvaziyi mezare gömme görevini partisinin öncülüğünde yerine getirecektir.
Marksizm-Leninizmin kuramcılarından Lenin'in "o bir kartaldı. Uluslar arası proletaryanın bir devrim kartalı olarak hep yaşayacaktır" dediği, Rosa Lüxsemburg'un Anıt Mezar taşında "ölülerimiz bizi uyarıyor" yazıyor. Ölülerimizin uyarısı, görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmamız, bu görev ve sorumlulukları yerine getirme kararlılığı ve iradesini göstermemizdir. Kasım Şehitler Ayı'nda şehitlerimizin uyarısını duymalı ve güce dönüştürmeliyiz. Her Kasım ayı, bir şehitlerimizle bir buluşmadır aynı zamanda. Bir anımsatmadır. Şehitlerimizin yaşamlarına, evlerine, dünyalarına konuk olmadır. Bir tarihin sayfalarından kopup yaşam pınarlarından akarak hayatın kendisine yolculuktur aynı zamanda. Bir çağrıdır Kasım Şehitler Ayı. Şehitlerimizin erdemlerini yaşatma çağrısı, öğrenme ve öğretme çağrısıdır.
Yoldaşlarının ve dostlarının deyimiyle "Devrimin öğretmeni", Partimizin önderi Hüseyin Demircioğlu yoldaşın, "ilk ben olmalıyım" erdemini yaşatma ve öğrenme çağrısıdır. O öğreten bir çağrıdır. Zor bir görevi birine verirken, önerirken, önce ben olmalıyım, önce ben yapmalıyım diyerek, 96 Ölüm Orucu direnişinde "ilk ben olmalıyım" demişti. Devrimin ve partinin öğretmeni bugünde öğretmeye devam ediyor. Ölümcül hastadır. Hastanede hasta döşeğinde ölümle dövüşmektedir. Yapılacak işlerde var biliyor. Bir iş var ki, tamamlanmamıştır. Yoldaşları sonra yaparsın, şimdi beklesin derler sağlık durumu nedeniyle. Ortadoğulu Enternasyonal devrimci Ali Bugün yoldaş, itiraz eder ve "hiç bir şey yarım kalmamalı" der. Evet, işleri yerinde ve zamanında yapma iradesi, tamamlama kararlılığı, yarıda bırakmama tutumu açısından örnek olduğu kadar, öğreticidir Ali Bugün yoldaş.
Şair Cemal Süreyya, insan hakları savunucusu, gazeteci-yazar ve İHD kurucu üyesi Emil Galip Sandalcı için "insanlığa gönderilmiş mektup" der. 12 Eylül karanlık günlerinde insanlık için bir mektuptur E. G. Sandalcı gerçekten. Tutarlı bir aydın duruşu vardır, ödün vermez insan hakları savunucusudur. Yaşamını bu mücadele içinde tamamlar. Geride kalanlara "gönderilmiş bir mektup" olarak öğreticidir. Srilankalı yoldaş, Hasan Arslan'da "Özgür Tutsaklara yazılmış bir mektuptur". Onu eksik anlatmak, ama asla abartmamaktır. En zor anlarında bile tutsaklara mektup yazmaktan geri durmamıştır. Tutsakları sahiplenme, dışarıdaki sesi olma, "görülmüştür" mektupları hemde "iadeli-taahütlü" gönderme sorumluluğunu büyük bir özenle yaşamının son anına kadar sürdürmüştür. Ölümcül hastalıkla mücadelenin son anlarında bile bu görevini sürdürme, sorumluluğunu yerine getirme, ziyaretine gelen yoldaşlarını da bu konuda uyarıcı olmuştur. Özgür Tutsaklar için "bugün görüş günü, telden tele mektup yolla, el salla, merhaba" diyen Hasan Arslan-Srilankalı yoldaş uyarıyor ve öğrenmeye çağırıyor bugünde.
Denizlerin idamını engellemek amaçlı harekete geçen ve eylemlere girişen, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de düşmanın kuşatması altında, "teslim olun" çağrısına, "biz buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik" yanıtını veren Mahir'lerin siper yoldaşlığından öğrenmeliyiz. Mahir'lerin geleneği bugünde sürüyor, yaşatılıyor. DHKP-C militanı Sibel Yalçın polislerin kuşatmasında "teslim olun" çağrısına "asıl siz teslim olun, devrimciler teslim olmaz" diyerek bu geleneğin yaşatılacağını göstermiştir.
6 Mayıs 1972'de dar ağacında 3 fidan olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idam sehpasında halka ve devrime bağlılıkla son sözlerini "Yaşasın devrim, yaşasın mücadelemiz" olarak haykıran ve sehpayı tekmeleyen kararlılıkları bir gelenek olarak tüm devrimcilerin dar ağacında tavır olarak öğrendiği ve öğrettiği yaşayan geleneği olmuştur. Erdal Eren, Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Mustafa Özenç, Ali Aktaş, Kadir Tandoğan, Necdet Kambur, Ömer Yazgan, Hıdır Aslan ve diğer dar ağaçlarında kızıl güller olarak açanlar bu geleneği gelecek kuşaklara taşıyan olmuştur.
Taylan Özgür'ün, Kızıldere şehitlerinin, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'nin, Nurhak şehitlerinin ardından siper yoldaşlığı bilinci ve duygusu ile kaleme aldığı bir şiirinde İbrahim Kaypakkaya "Gider gider nice koç yiğitler gider, seninde içinde bir oğlun varsa çok değildir, ey mavi gök, yağız yer, bilesinki yüreğimiz kabına sığmamakta, örsle çekiç arasında dövüldük, hıncımız derya gibi kabarmakta, ey yüce evlatları halkımızın, siz rahat uyuyun, kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız" demişti. Kavgalarını sürdürürken 18 Mayıs 1973'de Diyarbakır işkencehanelerinde şehit düşen, işkencede ser verip sır vermeme geleneğini yaratan İ. Kaypakkaya, sanki kendi ailesine de sesleniyor, geride kalan yoldaşlarına görevi teslim ediyordu. 21 Mart 1982'de üç kibrit çöpüyle yaktığı özgürlük ateşinde ölümsüzleşen Mazlum Doğan ise bir halk için kendini adamanın ne onurlu bir görev olduğunu öğretmişti geride kalanlara.
Rosa Luxemburg devrimci anıların önemine ilişkin bir yazısında "anılara gözlerimizi kapattığımız an, hepimizin öldüğü andır" demiştir. Kasım Şehitler Ayı'nda, şehitleri andığımız bu anda, şehitlerimizin anılarına bağlılığı korumalı, devrimci anılara gözlerimizi bir an olsun kapatmamalıyız. Şehitlerden öğrenmeye devam etmeliyiz. Onların devrimci anılarını yaşatmalıyız. Şehitlerimiz, gelenekte geleceğimizdir. Geleceğin, kendini kuracağı gelenekteki onuru oldular şehitlerimiz. İşte bu nedenle anılara gözlerimizi kapatmadan, şehitlere karşı görev ve sorumluluklarımızın farkında olarak, Işık Kutlu'nun son sözleriyle "çıkarın rüzgarın kelepçesini". Kolektif yaşamın, kolektif aklın ve yüreğin en güzide simgesidirler onlar. Sevda yüklü baharlardan payımıza düşenle "yaşasın kolektif hayat" diyerek, yoldaşlık dünyasını kurmak, gecenin evinde yangın çıkartarak göğü fethe çıkmak, devrim ve sosyalizm kavgasını zafere taşımak için onları örnek almak, onlardan öğrenmek gerekir. Emperyalist kapitalist sistem ayakta olduğu sürece, Komünist kadın önderlerden Clara Zetkin'in dediği gibi "yaşamın olduğu her yerde savaşmak" istemeliyiz. Bunu yaptığımızda, "düşen ayağa kalkmalı, yürüyen koşmalı, yaşamın her alanında önderleşmeli" diyen, kendi gelişimini yöneten partinin 4. Kongre'sinin çağrısıyla buluşmuş olacağız. Parti bayrağıyla üstü örtülen tüm şehitlerimizi anmak ve yaşatmak budur.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Devrimci Anılarını yaşatarak izinde yürüdüklerimiz
fc Share on Twitter
 

Clara Zetkin'in dediği gibi "yaşamın olduğu her yerde savaşmak" istemeliyiz. Bunu yaptığımızda, "düşen ayağa kalkmalı, yürüyen koşmalı, yaşamın her alanında önderleşmeli" diyen, kendi gelişimini yöneten partinin 4. Kongre'sinin çağrısıyla buluşmuş olacağız. Parti bayrağıyla üstü örtülen tüm şehitlerimizi anmak ve yaşatmak budur.

 

 01 Aralık 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 100

"Anılara gözlerimizi kapattığımız an, hepimizin öldüğü andır" Rosa Lüksemburg

Kasım ayı, Parti Şehitler Ayı'dır. 10 Eylül 1994 tarihinde TKP/ML Hareketi ve TKİH'in birleştiği MLKP 1. Kuruluş Kongresi ile MLKP-K kuruldu. 1. Kuruluş Kongresi'nin kararı ile MLKP öncellerinin tüm şehitleri "MLKP Onur Üyesi" olarak kabul edilerek tarihe not düşüldü. M. Suphi ve 14 yoldaşı ile birlikte Komünist hareketin şehitleri, 71 Devrimci çıkışının önderleri İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş "partinin onur üyeleri" olarak kabul edildi. İrfan Çelik, Adil Can ve Hayrebet Honca MLKP önderleri olarak ilan edildi. MLKP 4. Kongresi ise devrimci hareketin sembolleşen şehitlerini de "Parti onur üyesi" olarak kabul etme, devrimci hareketin yarattığı değerleri sahiplenme, şehitlerini kendi şehitleri olarak görme kararı aldı. Partinin kapsayıcılığı ve birleştiriciliği bu alanda da gelişti. "Kasım Şehitler Ayı"nı bu birleştiricilik ve kapsayıcılıkla anmak, değerlendirmek, kendi tarihine bu görüş açısı ile sahip çıkmak gerekir. Kasım ayının takvimsellikten çok, tarihsel olduğu kadar, siyasal anlamıda burada yatmaktadır.
Birlik kongresinin ardından komünistlerin birliğinin coşkusuyla "birlik devrimi"ni her alanda tanıtım kampanyasına bağlı olarak yürütülen MLKP-Kuruluş'u tanıtım çalışmalarında, 4 Kasım 1994 tarihinde, İstanbul'da bir pankart asma eyleminde parti taraftarı Erdal Ecevit Balcı polis tarafından vurularak öldürüldü. Partinin kuruluş çalışmalarına Erdal kanı ve canıyla kızıl harç oldu. Davaya ve parti kararlarına bağlılığın irade ve cüreti olmanın, parti tarzını yaşama geçirmenin adı olarak Erdal yoldaş bayraklaştı. Parti taraftarı olarak partili bir görev anında şehit düşen Erdal Balcı yoldaşı parti onure etti. Partinin ilk şehidi olarak, pankart nöbetinde şehit düşen Erdal Balcı şahsında, parti, Kasım Ayı'nı, "Parti Şehitleri Ayı" ilan etti. Bu çok önemli ve anlamlıdır.
Bu nedenle, ateş altında gelenekten geleceğe yürüyüşümüzde, partili mücadele ve yaşamda Kasım ayının yeri ve anlamı başkadır. Devrimin maneviyatını yükseltme, yüceltme ve yaşatma bakımından önemlidir. Şehitlerimiz devrimin manevi zenginliği kadar hazinesidir aynı zamanda. Bunu korumak ve gelecek kuşaklara taşımak her komünist, devrimci parti ve örgütün olduğu kadar, her bir sosyalist ve devrimcinin de görev ve sorumluluğudur. Bu tarihe olduğu kadar, kendi devrimci tarihine karşı da bir sorumluluk ve görevdir.
Bugün partimiz 16. mücadele yılını geride bıraktı. Kurulduğu günden bu yana faşist rejimin tüm kurumlarının ateş menzilinde tuttuğu bir parti olarak, kendi tarihini ateş altında yazmaya başladı. Dünyada, özelde de Türkiye ve Kürdistan'da kadın ve erkek işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların mücadelelerle yarattığı tüm değerleri, kazanımları ve şehitlerini bütünlüklü olarak sahiplenen parti, gelenekten geleceğe yürüyüşünü bu perspektifle ateş altında sürdürmektedir. 16 yıllık mücadele tarihinde bu yürüyüşün bedeli olarak onlarca şehit vermiştir. Partinin oğulları ve kızları bu kavgada devrimin maneviyatına canlarını ve kanlarını vermişler, feda kuşağının, zaferler kuşağının yapıcıları olmuşlardır. Yüce idealleri uğruna ölümde olsa bu bedeli göğüslemeyi, düşmana aman vermemeyi, baş eğmemeyi öğreten olmuşlardır.
Adlarıyla kavgamızda bayraklaşmış, partiyle özdeşleşmiş şehitlerimiz var, yiğit. Davaya adanmışlıklarıyla, adları feda ile zafer ile anılan şehitlerimiz var cesur, sırtımızı yaslayacağımız her biri bir dağ olup, "dağ ölmez" dedirten. Düşmanın her tür saldırılarında, düşman kalelerinde "Ser verip sır vermeyen", direngenlikleriyle Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrim tarihinde direniş geleneğini yaratan ve yaşatan şehitlerimiz var, onurluk abidesi. Ölümü bile güzelleştiren, şehitlikleriyle, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyamız devrim tarihinde köşe taşları olan şehitlerimiz var, "bizi ardımızdan çokça övüp de toprağın altında utandırmayın" deseler de, her zaman övülesi. Devrimin ve partinin öğretmeni olarak "ilk ben olmalıyım" diyerek öğretmeye her zaman devam eden, "hiç bir şey yarım kalmamalı" diyerek ölümün üstüne yürüyen şehitlerimiz var.
Sıkılmış yumruklarımızla karanfil sabahları hep adlarıyla andığımız, yüreklerimizin en güzle yerinde incitmeden koruduğumuz Newrozlaşan şehitlerimiz. Devrim yolu sarptır, dolambaçlıdır, zor ve meşaketlidir. Onlar bu yolculukta uslanmaz yürekleri, büyük bir aşkla çiçeklenen dirençleriyle dava insanı olmayı, örgütçülüğü, yoldaşlığı, direnmeyi, devrim için, örgüt için, gerektiğinde ölmesini bilmeyi öğreten şehitlerimiz. Dergilerimiz, gazetelerimiz, bildirilerimizde daha çok onların yaşam öyküleri anlatılır, yol alınır anılarıyla. Her daim öğretenlerdir. İçimizden biridirler onlar. Erişilmez insanlar değillerdir. Hatasız, yanlışsızda yaşamamışlardır. Ama en sonuncu kavgamızda ipi ilk göğüsleyenler, gül tenli bedenleriyle toprağa ilk düşenler, ölürken bile yaşatmasını bilen olanlardır onlar. Düşman haşin, zalim ve kurnaz. Alıyor içimizden yaşamayı en çok hak edenleri. Onlar ki, düşmana inat, bir gün bile fazla yaşamak isteyenler, ekmeği son lokmasına kadar yemeyi unutmayanlar, sol memelerinin altındaki cevahiri soldurmayanlar, ağız dolusu gülmesini bilenler, payına kavgasıyla sevda düşenlerdir onlar. Bu yolda eğer bir türkü ise yaşamak, onu en güzel söylemeye çalışanlardır onlar. Bu nedenle sosyalizme uzanan yolun her zorlu dönemeci şehitlerimizle daha bir sancısız adımlanır. Yeterki onlardan öğrenmesini ve onlarla öğretmesini bilelim. Tarihin ironisidir, ölenlerden geriye kalanlar taşır ışığı ileriye. Çünkü, öldüremez ışığı kimse. Lenin, Marksizmin isim babası olan, Marks'ın çalışma yoldaşı, manksizmin kuramcılarından Engels'in ölümünün ardından, "büyük bir deha sustu, bir ışık söndü, binlerce ışık yandı" demişti. Şehitlerimizin her biri birer ışık olup söndüler, ama binlerce ışığın yanmasına ışık topu oldular.
Öncellerimizle birlikte partimizin ateş altında yürüyüşünü her adımında kucaklayan, dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrim mücadelesinin görkemli tarihinin onurlu sayfalarını çevirdiğimizde görürüz ki, şehitlerimiz var, ordulaşmış kavganın her biri bir sıra neferi, öğretmeni, komutanı, kartalı, ışığı, yıldızı, her biri bir ölümsüzlüğün destanı. Şiir tadında yaşamların, türkü tadında seslerin, mutluluğun resminde tual olmanın insan güzelidirler. Çünkü onlar her şeyden önce insandırlar. İnsanlığın kurtuluşu kavgasının umut sözlü, yiğit sözlü, şehit sözlü, ille de yoldaş sözlü neferleridirler. Devrim ve sosyalizm yolunda gözlerinde yarınların gülüşlerini, kavgalarında davaya bağlılıkla mutluluğun resmini çizişlerini, gencecik ellerinde, kısacık yaşamlarında yoldaşlık dünyasını kucaklayışlarını göreceğimiz şehitlerimizdir. Sevgili Işık Kutlu'nun çok sevdiği deyimle "Yoldaş devrimciler"dir onlar. İşimiz, yoldaş devrimciliği öğrenme ve yaşamaktır hayatın her alanında. Kasım'dayız. Güz sabahlarına çıkıyor gecelerimiz. Yazılarının çoğunda vurgu yaptığı bir nokta vardır Kutsiye Bozoklar'ın. "devrimci yaşamak önemli, ama daha da önemlisi yaşamını devrimci tamamlamaktır". İşte şehitlerimiz, bugün aramızdan ayrılarak devrim ordusunun şehitler kervanına katılanların yaptıkları ve yaşamlarını anlamlı kılan ve bizlere öğrettikleri de budur: Yaşamı devrimci tamamlamak.
Kasım Şehitler Ayı'nın anlamıda burada yüklü. Şehitlerimizi andığımız bugün, şehitler ayına atfettiğimiz değerın sırrı burada gizlidir. Onlardan öğrenmesini, öğrenerek yaşamasını bilmek. Ömrü devrimci olarak tamamlamasını başarmak. Bütün zamanların devrimcisi olmak ya da bütün zamanlarda devrimci kalmak. Şehitlerimizin verdiği görev bu bize aynı zamanda. Partimiz, Marksizm Leninizmin ilkeleri ışığında kadını erkeğiyle işçi sınıfının, emekçi insanlığın kurtuluşu için kavgayı büyütmeye, zaferle taçlandırmaya çalışıyor. Bu kavgada şehitlerimiz, kuvvet kaynağımız olduğu kadar, eylem gücümüz ve hızımızdırda. Enternasyonal devrimci Che'yi de bir Kasım sabahı katletti düşmanlarımız. Kasım sabahı vuruldu kahpece pusularda. "gerçekçi ol, imkansızı iste" demişti. Gerçeki olmak ve imkansızı istemek bir duruştur, inadı ve reddi olmaktır bu sistemde. Kavgaya hesapsız girmektir. Tutuşturmaktır sırça sarayları, koparmaktır düzenle "görünür görünmez" denen bağları. Kendini özgürleştirmektir. Hızın ve kuvvetin gücü olmaktır.
1886 yılında Şikago'da 1 Mayıs ayaklanmasının işçi önderleri idam edilirken, "burjuvazi bizlerin sessizliğinden bile korkuyor. Mezar taşlarımızdan bile korkuyorlar" demişlerdi. Burjuvazinin korkusu sürüyor. İşçi sınıfının, ezilen halkların büyük sessizliğinden korktukları gibi, devrimcilerin, komünistlerin mezar taşlarından bile korkmaya devam ediyor. Uluslar arası kayıplara karşı mücadelenin simgelerinden, karanlıkta ışık olan Hasan Ocak'ın İstanbul'da mezar taşını bile gözaltına aldı faşist devlet. Hala devrimcilerin mezarları saldırıya uğruyor bu devlette. Kürdistan'da şehit gerillaların kulakları kesiliyor, derisi yüzülüyor, ölürken bile gülen gözleri oyuluyor, yüzleri yakılıyor, gömütlükleri gizleniyor, ailelerine verilmiyor. Burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor şehitlerimiz. Burjuvazinin korkusunu daha da büyütmek, şehitlerimizden öğrenerek yaşarken bize düşüyor, korkusunu ölümü kılmak bize düşüyor. Marksizmin kuramcısı ve işçi sınıfının ölümsüz öğretmeni Karl Marks, 162 yıl önce "proletarya, burjuvazinin mezar kazıyıcısı" demişti. Proletarya, emekçi insanlıkla birlikte tarihsel ve siyasal mücadele deneyimlerinden öğrenerek, yarattığı mücadele değerlerinden aldığı güçle, şehitlerinin hızı ve kuvvetiyle burjuvaziyi mezare gömme görevini partisinin öncülüğünde yerine getirecektir.
Marksizm-Leninizmin kuramcılarından Lenin'in "o bir kartaldı. Uluslar arası proletaryanın bir devrim kartalı olarak hep yaşayacaktır" dediği, Rosa Lüxsemburg'un Anıt Mezar taşında "ölülerimiz bizi uyarıyor" yazıyor. Ölülerimizin uyarısı, görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmamız, bu görev ve sorumlulukları yerine getirme kararlılığı ve iradesini göstermemizdir. Kasım Şehitler Ayı'nda şehitlerimizin uyarısını duymalı ve güce dönüştürmeliyiz. Her Kasım ayı, bir şehitlerimizle bir buluşmadır aynı zamanda. Bir anımsatmadır. Şehitlerimizin yaşamlarına, evlerine, dünyalarına konuk olmadır. Bir tarihin sayfalarından kopup yaşam pınarlarından akarak hayatın kendisine yolculuktur aynı zamanda. Bir çağrıdır Kasım Şehitler Ayı. Şehitlerimizin erdemlerini yaşatma çağrısı, öğrenme ve öğretme çağrısıdır.
Yoldaşlarının ve dostlarının deyimiyle "Devrimin öğretmeni", Partimizin önderi Hüseyin Demircioğlu yoldaşın, "ilk ben olmalıyım" erdemini yaşatma ve öğrenme çağrısıdır. O öğreten bir çağrıdır. Zor bir görevi birine verirken, önerirken, önce ben olmalıyım, önce ben yapmalıyım diyerek, 96 Ölüm Orucu direnişinde "ilk ben olmalıyım" demişti. Devrimin ve partinin öğretmeni bugünde öğretmeye devam ediyor. Ölümcül hastadır. Hastanede hasta döşeğinde ölümle dövüşmektedir. Yapılacak işlerde var biliyor. Bir iş var ki, tamamlanmamıştır. Yoldaşları sonra yaparsın, şimdi beklesin derler sağlık durumu nedeniyle. Ortadoğulu Enternasyonal devrimci Ali Bugün yoldaş, itiraz eder ve "hiç bir şey yarım kalmamalı" der. Evet, işleri yerinde ve zamanında yapma iradesi, tamamlama kararlılığı, yarıda bırakmama tutumu açısından örnek olduğu kadar, öğreticidir Ali Bugün yoldaş.
Şair Cemal Süreyya, insan hakları savunucusu, gazeteci-yazar ve İHD kurucu üyesi Emil Galip Sandalcı için "insanlığa gönderilmiş mektup" der. 12 Eylül karanlık günlerinde insanlık için bir mektuptur E. G. Sandalcı gerçekten. Tutarlı bir aydın duruşu vardır, ödün vermez insan hakları savunucusudur. Yaşamını bu mücadele içinde tamamlar. Geride kalanlara "gönderilmiş bir mektup" olarak öğreticidir. Srilankalı yoldaş, Hasan Arslan'da "Özgür Tutsaklara yazılmış bir mektuptur". Onu eksik anlatmak, ama asla abartmamaktır. En zor anlarında bile tutsaklara mektup yazmaktan geri durmamıştır. Tutsakları sahiplenme, dışarıdaki sesi olma, "görülmüştür" mektupları hemde "iadeli-taahütlü" gönderme sorumluluğunu büyük bir özenle yaşamının son anına kadar sürdürmüştür. Ölümcül hastalıkla mücadelenin son anlarında bile bu görevini sürdürme, sorumluluğunu yerine getirme, ziyaretine gelen yoldaşlarını da bu konuda uyarıcı olmuştur. Özgür Tutsaklar için "bugün görüş günü, telden tele mektup yolla, el salla, merhaba" diyen Hasan Arslan-Srilankalı yoldaş uyarıyor ve öğrenmeye çağırıyor bugünde.
Denizlerin idamını engellemek amaçlı harekete geçen ve eylemlere girişen, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de düşmanın kuşatması altında, "teslim olun" çağrısına, "biz buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik" yanıtını veren Mahir'lerin siper yoldaşlığından öğrenmeliyiz. Mahir'lerin geleneği bugünde sürüyor, yaşatılıyor. DHKP-C militanı Sibel Yalçın polislerin kuşatmasında "teslim olun" çağrısına "asıl siz teslim olun, devrimciler teslim olmaz" diyerek bu geleneğin yaşatılacağını göstermiştir.
6 Mayıs 1972'de dar ağacında 3 fidan olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idam sehpasında halka ve devrime bağlılıkla son sözlerini "Yaşasın devrim, yaşasın mücadelemiz" olarak haykıran ve sehpayı tekmeleyen kararlılıkları bir gelenek olarak tüm devrimcilerin dar ağacında tavır olarak öğrendiği ve öğrettiği yaşayan geleneği olmuştur. Erdal Eren, Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Mustafa Özenç, Ali Aktaş, Kadir Tandoğan, Necdet Kambur, Ömer Yazgan, Hıdır Aslan ve diğer dar ağaçlarında kızıl güller olarak açanlar bu geleneği gelecek kuşaklara taşıyan olmuştur.
Taylan Özgür'ün, Kızıldere şehitlerinin, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'nin, Nurhak şehitlerinin ardından siper yoldaşlığı bilinci ve duygusu ile kaleme aldığı bir şiirinde İbrahim Kaypakkaya "Gider gider nice koç yiğitler gider, seninde içinde bir oğlun varsa çok değildir, ey mavi gök, yağız yer, bilesinki yüreğimiz kabına sığmamakta, örsle çekiç arasında dövüldük, hıncımız derya gibi kabarmakta, ey yüce evlatları halkımızın, siz rahat uyuyun, kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız" demişti. Kavgalarını sürdürürken 18 Mayıs 1973'de Diyarbakır işkencehanelerinde şehit düşen, işkencede ser verip sır vermeme geleneğini yaratan İ. Kaypakkaya, sanki kendi ailesine de sesleniyor, geride kalan yoldaşlarına görevi teslim ediyordu. 21 Mart 1982'de üç kibrit çöpüyle yaktığı özgürlük ateşinde ölümsüzleşen Mazlum Doğan ise bir halk için kendini adamanın ne onurlu bir görev olduğunu öğretmişti geride kalanlara.
Rosa Luxemburg devrimci anıların önemine ilişkin bir yazısında "anılara gözlerimizi kapattığımız an, hepimizin öldüğü andır" demiştir. Kasım Şehitler Ayı'nda, şehitleri andığımız bu anda, şehitlerimizin anılarına bağlılığı korumalı, devrimci anılara gözlerimizi bir an olsun kapatmamalıyız. Şehitlerden öğrenmeye devam etmeliyiz. Onların devrimci anılarını yaşatmalıyız. Şehitlerimiz, gelenekte geleceğimizdir. Geleceğin, kendini kuracağı gelenekteki onuru oldular şehitlerimiz. İşte bu nedenle anılara gözlerimizi kapatmadan, şehitlere karşı görev ve sorumluluklarımızın farkında olarak, Işık Kutlu'nun son sözleriyle "çıkarın rüzgarın kelepçesini". Kolektif yaşamın, kolektif aklın ve yüreğin en güzide simgesidirler onlar. Sevda yüklü baharlardan payımıza düşenle "yaşasın kolektif hayat" diyerek, yoldaşlık dünyasını kurmak, gecenin evinde yangın çıkartarak göğü fethe çıkmak, devrim ve sosyalizm kavgasını zafere taşımak için onları örnek almak, onlardan öğrenmek gerekir. Emperyalist kapitalist sistem ayakta olduğu sürece, Komünist kadın önderlerden Clara Zetkin'in dediği gibi "yaşamın olduğu her yerde savaşmak" istemeliyiz. Bunu yaptığımızda, "düşen ayağa kalkmalı, yürüyen koşmalı, yaşamın her alanında önderleşmeli" diyen, kendi gelişimini yöneten partinin 4. Kongre'sinin çağrısıyla buluşmuş olacağız. Parti bayrağıyla üstü örtülen tüm şehitlerimizi anmak ve yaşatmak budur.