Ekim - Kasım 2011 /Partinin Sesi / Sayı: 68 Bütün katiller kendilerini suçlu görmezler. Çünkü tümü inandığı değerler sistemi içinde hareket etmişlerdir. Tıpkı Hitler, İsrail Siyonizminin baş aktörlerinden Şaron, Evren ya da Erdoğan gibi. Tüm dünyanın gözü önünde soykırım yapmaktan bir an dahi tereddüt etmeyen bu tescilli katillerin inandığı bir değerler sistemi var. Bu değerler sisteminde sadece kendi "ulvi"çıkarları vardır. "Ulvi" çıkarlar karşısında milyonlarca insanın kanı küçük bir teferruattır. Burjuva değerler sistemiyle var oldukları ve olacakları içindir ki milyonlarca insanın kanını kendi varlık nedenleri için akıtmak, milyonların emeğinin yarattığı değerleri ileri teknoloji "harikası" silahlara yatırmak, işçi sınıfı ve emekçileri iliklerine kadar sömürmek "ahlaksızlık" olarak tanımlanmaz aksine, tüm bunlar burjuva ahlakın en temel kurallarıdır. Burjuva ahlakın ilişki sistemi kendi değerlerinin şekillendirdiği insanı da yaratır. Emperyalist haydutlar cephesine ve onun tek tek eli kanlı çete mensuplarına öfke, kin ve nefret duymak elde değil; ancak onları yaratan ahlaki değerler sistemine karşı mücadele edilmediği sürece öfke de, kin de, nefret de bireyseldir. Onlar, burjuva ahlaki değerler sisteminin küçük birer parçasıdırlar; bugün vardırlar yarın kendi sistemleri içinde kaybolabilirler ama burjuva ahlaki değerler kendisini her gün yeniden ve yeni figüranlarla üretmeye devam eder. Sömürü, talan ve savaşın sürdürücüleri eli kanlı figüranlar da bilirler ki bu sistem içinde "düşen yutulur", düşmemek içinde insani olana yabancı ne varsa her türlü barbarlık mubahtır. Bireyin yaşam amacını tayin eden ahlak, bu amaca ulaşmak için nasıl bir seyir tutturmasını gösterir. Yani insanın hayatta var kalmasının şartlarını belirleyen değerler sistemi olan ahlak, belli bir toplumda yaşayan insanların kendileriyle, birbirleriyle, kurumlarıyla ilişkilerini düzenleyen ilkeleri oluşturur. Her toplum; anayanlı, feodal ya da burjuva toplumlarda insanlar hayatta var kalmak için toplum yaşamının devamını sağlayan değerler sistemini yaratırlar. Bunlar yazılı olmasa da toplum yaşamını düzenleyen temel kurallar haline gelir. Böylece her toplumsal yaşam içinde o toplumun ahlakı da şekillenir. Bu kuralların dışına çıkan o toplum açısından ahlaki değerlere sahip çıkmayan "ahlaksızlar"dır. Canlıların hayatta var kalması ve yaşayabilme olgusu değerleri kaçınılmaz kılar. "Değer"i mümkün kılan kavram "yaşam"dır. Bir bitki için yaşam köklerinin toprakla buluşması, bir hayvan için avlanmak, bir insan için de bilinç yaşam değerleridir. Hayvanlar için nihai amaç yaşamaktır. Ancak insanlar için yaşamak bir amaç olsa da nasıl yaşadığımız nihai bir amaçtır. Ve yaşam boyunca tüm hareketlerimize şekil veren esas olgu nasıl yaşamak istediğimizdir. İnsan yeryüzünde yaşayan en yüksek seviyeli canlı türüdür, bilincinin elde edebileceği bilgilerin hiç bir sınırı yoktur. İnsanların, bitkiler ve hayvanlar gibi doğuştan getirdiği savunma mekanizması da yoktur. Hayatta kalması, rastgele hareketlerle, kör dürtülerle, şansla mümkün değildir. İnsan yaşamı akıl, bilgi ve üretkenliğe dayanır. Düşünmek, üretmek, doğruyu keşfetmek, yaptıklarını değerlendirebilecek bir mantık kazanmak, kavramları soyutlamak ve bunların toplamından yaptıklarının sorumluluğunu taşımak zorundadır. Bunu da ancak bilinçlenmiş bir akıl başarabilir. Burjuva toplumun değer yargıları aslında tüm topluma nüfuz eder. Bugün insanın kendisiyle, çevresiyle, kurumlarıyla kurduğu ilişkide baskın olan burjuva ahlaktır. Kendisine yabancı, çevresine güvensiz, devlet kurumları karşısında itaatkar ve sayılabilecek bir dizi insan davranışında burjuva ahlakın şekillendirdiği insan tipini görmek mümkündür. Düşünebilen, üretebilen, doğruyu keşfedebilen, soyutlama gücü yüksek bir canlı türü olan insan kapitalist değer yargıları içinde bu yetisini kaybeder. Kilometrelerce uzaktan dünyaya hakim olmak isteyen bir avuç kapitalist haydut için bir gece de milyonlarca kişinin ölümünü TV'den film izler gibi seyreden, alıklaşmış, kendisine söyleneni sorgulamaktan uzak, zulme alkış tutacak kadar vahşileşmiş bir canlı türüne dönüşür. Burjuva değerler sistemini ret etmek, karşısına çıkmak, alternatif olmak bu anlamda insani olana sahip çıkmaktır yani devrimci olmaktır. Devrimci değer yargılarına sahip olmak devrimci bir ahlakı yani devrimci değerler sistemini var etmek demektir. Devrimci değerler sistemi içinde her bireyin "devrimci ben" olmayı başarabilmesi gerekir. Hiçbir algı, hiçbir içgüdü, hiçbir dürtü nasıl bir devrimci olunacağını söylemez. Devrimciliği büyütmek bir bilinç ama daha da önemlisi nasıl bir nihai amaç doğrultusunda yaşamak istendiğinin net, açık belirlenmesidir. Bir devrimci olarak yaşamak nihai bir hedef ise devrimci değerlerle birlikte yaşamak ancak bir yaşam varlığı olabilir. Devrimci değerlerin dışında bir yaşam ise yaşam varlığının kalmaması demektir. Yani "böcek" gibi yaşamamak için oluşturulan devrimci değerler için yaşam anlamının yittiği anda ve yerde aslında "ben"i "devrimci ben" yapan değerler de yitmektedir. Yani değer kavramını denk gelen yaşam da yitmektedir. Ahlaki değerler, içinde yaşadığımız toplumda kazanılır, içselleştirilir. Feodal bir toplumda bir kadının babasına karşı gelmesi "ahlaksızlık" olarak nitelendirilir ve o toplumdan dışlanır. Ahlakın belirlenmesinde temel aktör erkek olduğu içindir ki "adam" olamadığına kanaat getirilir. Feodal toplumun ahlaki değerleriyle şekillenen bireyler şayet o toplumda yaşıyor ise feodal ahlaki değerlerin gereklerini de yerine getirmek zorundadır. Bu değerler o toplum içindeki yaşam içerisinde kendiliğinden öğrenilir ve uygulanır. Bir Kürdün ulusal özgürlük savaşına katılmaması savaşın bu kadar boyutlandığı bir coğrafyada ahlaksızlık olarak nitelendirilir. Ulusal özgürlük savaşına katılan Kürtler içinde yeni bir ahlak şekillenmiştir. Bir Kürt ailesi için en büyük onur çocuğunu ulusal özgürlük savaşının bir gerillası yapmaktır. Bir gerilla için ise ulusal özgürlük mücadelesi için tam bir emek seferberliğiyle çalışmak, savaşmak, ölmek ve öldürmek yaşamının bir dürtüsüdür. Bir gerillanın katledilmesi karşısında sömürgeciliğin vahşi saldırısına aldırmadan zafer işaretleriyle gerillanın naşına sahip çıkmaktır. Bir toplumun gelişkin bir ahlaka sahip olduğunun en temel kriterlerinden biri de kadına yaklaşımdır ki Kürt ailelerinde platformlar kurarak eleştiri ve özeleştiriyi bir kültür haline getirdiklerini, gerilla kadınların büyük bir toplumsal gurura, özgüvene ve saygıya sahip olduklarını biliyoruz. Bunu da Kürt kadın ordulaşmasının toplumsal bir kazanımı olarak görmek gerekir. Kürt ulusal hareketi, feodal değerlerle kuşatılmış bir toplumsal dokuda yeni devrimci ahlaki değerler yaratabilmiştir. Sömürgeciliğe karşı boyun eğen, sağır ve lal olmuş bir değerler sisteminden ona karşı cepheden tutum alan, özgüveni yüksek, en küçük saldırı karşısında örgütlü gücüyle sokağa çıkan bir halk ancak harekete önderlik eden bir güce sonsuz güven ilişkileri içinde yaratılabilir. Yeni değerler sistemini yaratmaya aday öncü güçlerin kuşanmış oldukları değerler bundan dolayıdır ki belirleyici bir önemdedir. Yaşadığı toplumun ahlaki değerleriyle şekillenen bireyler kendi tarihleri içinde farklı toplumsal kesimlerle bilinçli tarzda ilişkilenirler. Çıkıp geldikleri toplumun değer yargılarını edinmiş oldukları bilincin terazisine koyar ve toplumsal gelişmenin gerisinde kalmış ise eskiyi reddeder, yeni değerler sisteminin içinde kendisini var etmeye çalışır. Şayet bir küçük burjuva, burjuva ya da devrimci gibi yaşamak istiyorsa kendisini öyle örgütler ve yaşar. Burada önemli olan kendisini var etmeye çalıştığı ahlaki sistem ne olursa olsun bilgi, davranış ve duygu arasındaki bütünlüğü kazanabilmesidir. Yani içinde yaşadığımız ya da bilinçli bir şekilde tercih ettiğimiz toplumun yaşamına dair her türlü bilgiye sahip olmak ve bu değerleri yaşamın doğal bir dürtüsü haline getirmektir. Bir burjuva için en temel şey, çıkarları doğrultusunda her şeyi yapmayı mubah görmekse; bir devrimci için de devrimci yaşamın gerekleriyle yaşamak onun yaşam ve aynı zamanda değer dürtüsüdür. Önemli olan bilgi, davranış ve duygu arasındaki bütünlüğü sağlayabilmektir. Devrimci yaşam öncelikle içinde kopup geldiği kapitalist sistemin her türlü görünen ya da görünmeyen bağlarından kopuşmayı gerektirir. Yeni bir toplum yeni değerler üzerine yaratılacaksa ve biz komünistler yaşam tarzımızla yeni toplumun öncüleri ve simgeleri olacaksak, o halde kapitalist sistemde nasıl yaşadığımız, sisteme alternatif nasıl bir yaşam sürdüğümüz önemlidir. Sistemin ahlaki olarak bizi kuşattığı yaşamın ayrıntısında görünmeyen yaşamı ne kadar reddetiğimiz de. Bundan dolayıdır ki çoğu zaman bir ajitasyon gibi gelen aile, sevgili, yaşam tarzı, duygulanım biçimi, tüketim alışkanlıklarımız, devlet kurumlarıyla kurduğumuz bağlar, insan ve yoldaşlık ilişkilerinde sistemin dışına çıkmayı başarmak aslında devrimci değerlerle yaşamaya devam etmek açısından belirleyici bir yerde durmaktadır. Bir yandan, ailenin kapitalist sistemi yeniden ve yeniden üreten bir kurum olduğunu söylemek, ama böyle bir kurum kurmaya çalışmak, birbirini seven iki insanın birlikte yaşamaya başlamasını bir düğünle ilan ederek aslında o kadının sahibinin artık o erkek olduğu gibi bir geleneği sürdürmek, birçok genç insanı sosyalist değerler için mücadeleye çağırırken kendi çocuğumuzu ya da sevgilimizi savaşın risklerinden korumaya çalışmak, silahlı devrim şart demek ama silaha mesafeler koymak, illegal yaşamı kendi dışında diğer yoldaşların işi görmek, kapitalizmin ideolojik aygıtlarından söz etmek ama eğitim sistemi, ya da televizyon dizileriyle "masum" bağlar kurmak... Sosyalizm işçi ve emekçilerin, tüm ezilenlerin kurtuluşunun yolunu açacak demek, ama sosyalist toplumda var edeceğimiz ve etmemiz gereken ilişkilerin soylu örneklerini ortaya çıkartamamak ya da sosyalizm savaşımının dışına düşmek... Küçük yalanlarımız, insan ilişkilerinde sevgi, saygı, dayanışma, "önce ben" olmaya mesafelerimiz, vb... Kimsenin devrimi değil benim devrimim gibi devrimci işlerle ilişkilenme, emek ve devrimi kendine göre değil, küçük burjuva bir memur gibi zaman tüketmeden kendini devrime göre örgütlemenin neresindeyiz? Örnekler arttırılabilir ama sıralanacak bir dizi düşünüş, hareket ve duygulanım karşısında bilgi, davranış ve duygu arasında bir bütünlük kurabiliyor muyuz? Bu bütünlüğün olmadığı her davranış ve duygu da ahlaki değerlerimizle ne kadar yaşadığımıza bakmak gerekir. Yolumuz yukarda sayılan ya da sayılamayan bir dizi şeyle çakışıyorsa ahlaki sorgulamalar, devrimci değerler ve insan olarak değer ya da yaşam amaçlarını yeniden süzgeçten geçirilmeye ihtiyaç var demektir. Devrimci faaliyeti rutin kimi eylem ve araçlarla sınırlayan bir anlayış aslında sosyalist toplumun ancak ahlaki değerlerle var olacağını henüz kavramamış demektir. Devrimci yaşamla "ben" yaşamı arasında bir açı farkı, bir tutarsızlık varsa işte orada ahlaki kimi sorgulamalara cesurca gidilebilmelidir. Kapitalizmin işçi sınıfı ve ezilenlere karşı pervasızca tüm araçlarıyla saldırdığı bir süreçte hala rutin bir faaliyet ve kendi içimizde zaman öldürmek ne kadar ahlaki diye sorulmalıdır. Yaşamda devrimci değerlerle bütünleşmeyi başaramayanlar, insanı değerler sistemiyle kişiliğini bütünleştiremeyenlerin devrimci yaşamda da zorlanacakları açıktır. Şayet çok net bir amaç açıklığı ve eski değerleri eleştirinin gücüyle param parça edecek bir irade varsa devrimcilik adına bu zorlanma kişiyi küçültmez aksine büyütür. İnsanın soylu değerleriyle donatır. Bir devrimcinin hayatta var kalmasını sağlayan kimi değerler vardır. Bunların başında kitleleri aydınlatmak gelir ki, bu aynı zamanda bir devrimci olarak hayatta var kalmanın koşuludur. Devrim kitlelerin eseri olacaksa o halde devrim için milyonlarca işçi, emekçi, kadın, genç sosyalizm için mücadeleye kazanılmak zorundadır. Kapitalist üretim ve toplumsal ilişkiler her gün toplumu kendi ahlaki değerleriyle çürütmeye devam ediyorsa, sistemin devamının bir karakter özelliği haline gelen çürütme politikası, ezilmişliğe, sömürüye, siyasal ve fiziki soykırıma, hak gasplarına karşı boyun eğen, rıza gösteren kitlelerin gücüyle ömrünü uzatıyorsa bu gücü alt etmek, kitleleri burjuva değer yargılarının girdabından koparmayı başarmak bir devrimcinin ahlaki karakteri olmalıdır. MLKP'li her militan bu ahlaki değer doğrultusunda yaşamını örgütleyebilmelidir. Devrimci yaşamın gerekleri devrimci ahlakın kendisidir ve devrimci faaliyetin yönetilmesinde devrimci ahlakın bir bütünlük kazanması yönetme gücünü güçlendiren önemli bir unsurdur. Elbette yönetme işinin denetim, disiplin ve organ toplantılarına dayanan unsurları vardır. Fakat devrimci ahlakın var olduğu yerde denetimde, disiplinde bir devrimci için oto denetim ve oto disiplin halini alır. O öncellikle bir MLKP'li gibi devrimci faaliyetin içinde olup olmamayı içselleştirdiği ahlaki değerlerle denetler ve disipline eder. Edinmiş olduğu ahlaki değerlerle partinin kararlarıyla özdeşleşir. İçselleştirmiş olduğu ahlaki değerlerle parti hukukunu yaşama geçirir. Bundan dolayıdır ki, bir partili gibi yaşamak her şeyden önce devrimci ahlaki bütünlüğe yani bilgi, davranış ve duygu bütünlüğüne ve sağlam bir karaktere sahip olmakla kazanılır. Bir devrimci gibi yaşamak aynı zamanda bir partili gibi yaşamaya dönüştüğünde her MLKP'li partinin stratejik ve dönemsel olarak ne yapmak istediğini anlama ve kavrama çabası içinde olur. Şayet partinin dönemsel olarak ne yapmak istediğini anlama ve kavrama çabası yok ise bu ne kadar ahlakidir. Stratejik ve dönemsel kararlarıyla ona hayat verecek şekilde ilişkilenir. Ona hayat vermek için tüm varlığını ortaya koymuyorsa bu ne kadar ahlakidir. Patinin stratejik hedeflerine göre kendini örgütler. Örgütlemiyorsa bu ne kadar ahlakidir. Memnuniyetsizlikler, kararsızlıklar, kendini koruma kaygıları, sistemin kazandırdığı karakter özelliklerinden kopamamak, kendi sınırlarını devrimci faaliyetin her anına dayatmak devrimci ahlakın kuşatılmışlığı içinde kaybolur. Ortada bir tek şey kalır devrim, devrimci ben ve devrimci değerlerle yaşam. Bilgi, davranış ve duygu arasındaki bütünlüğün kaybolduğu yerde ahlaki çözülmeler, bozulmalar ve ahlaki çürümeler ortaya çıkar. Feodalizmin kadını köle haline getiren ahlaki değerlerine karşı çıkan kadınlar feodal değer yargılarında bir çözülmeye neden olurlar ki, buradaki çözülme devrimcidir. Burjuvazinin sömürüye dayanan ahlaki yaşam tarzına karşı çıkmak ve alternatifler oluşturmak onun değer yargılarında çözülmeyi getirir ki, burjuva değerler sisteminin çözülmesi de devrimcidir. Tüm bunlar aklın artık red ettiği eskiye ait değerlerdir. Ancak bilinç ve iradeyle devrimci değerler sistemini kabul eden bir devrimcinin bu değerler sistemiyle bir bütünlük oluşturamaması ne kadar devrimcidir. Geleceğin toplumunu temsil eden devrimci değerler sistemi yeni olandır. Eskinin bağrında filizlenmektedir. Eskinin yeni devrimci değerler üzerindeki hegemonyasının güçlü olduğu söylenebilir. Eskiyi temsil eden küçük burjuva ya da burjuva değer yargılarının her gün bizi kuşattığı da doğrudur. Ancak tam da devrimci yaşam, bir başka ifadeyle devrimci değerler sistemini var etmek bu "anda" güçlü kalmayı başarabilmelidir ki topluma nüfuz edebilsin. 12 Eylül karanlığının içinden çıkanların askeri faşist cuntaya karşı direnişleri, devrimci değerleri yüksekte tutan soylu duruşları olmasaydı bugün devrimci hareket kendini küllerinden yeniden yaratabilir miydi? 12 Eylül karanlığının içinden ses vermek, ayağa dikilmektir "an"da yeni değerler yaratabilmek. Gözaltında, zindanda direniş artık bir devrimcinin karakteri olmuştur. Her şeyiyle kendisini ortaya koymanın devrimci bir değer olduğunu bilen biri şayet kendi sınırları içinde devrimci faaliyetle ilişkileniyorsa elbette burada devrimci değerlerde bir bozulma hali vardır. Nihai amaçta bir farklılaşmaya işaret eder. Sistemin kuşatma çemberinin içine girildiğini gösterir. Kapitalist vahşet karşısında devrimci direniş aklının, bilincinin ve amacının silikleştiğini gösterir. Biraz daha ileri gittiğinde sistemin yaşam tarzına yaklaşır. İşte o an artık devrimci yaşam dışında bir başka yaşam arayışı başlar ki, bu son görülemez değildir. Hem birey, hem de içinde olduğu kolektifinin bu sonu görebilmesi için doğru bir ahlaki yargılama içinde olması gerekir. Devrimci yaşama aykırı küçük ayrıntıların, sistemle kurulan küçük bağların, memnuniyetsizliklerin, çözülmeyen sorunların, kendini tekrar eden hataların sistemin kuşattığı çembere doğru bir yolu döşediğini iyi çözümleyebilmelidirler. Devasa örgütlü gücüyle kapitalizm tüm gerçekliğiyle sömürü ve katliamlarına devam ediyor. Ya bu sömürünün son bulması için devrimci olmak ya da sessizde kalsak bu sömürünün devamına ortak olmak. Kapitalist değerler sisteminin bu iki alternatifinin ikincisini bile tartışmak en yüksek seviyeli, bilginin öğrenilmesinde sınırsız olan insan türünü de ret etmektir. İnsani değerleri büyütmek ve ayakta tutmak bile bugün bilince, düşünmeye, üretmeye, sorgulamaya, soyutlamaya sahip olan insan türünün bir devrim yapmasını zorunlu kılmaktadır. Devrimci ahlakın özü de işte bu zorunluluktur. İnsan olmanın, devrimci olmanın özü de buradadır. Ortadoğu baharının rüzgarları Amerikan baharıyla oradan da Tokyo ve Avrupa sokaklarını işgal et şiarlarıyla yayılmaktadır. Devrim baharlarının rüzgarlarını içine çekmek ve devrime akmanın zamanıdır şimdi.
|