Değişmek ve Değiştirmek
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

Ekim - Kasım 2011 /Partinin Sesi / Sayı: 68

 

Değişmek büyük marifet değildir. Zaten her şey değişiyor. Dünya sürekli döndüğü gibi doğa, toplumsal koşullar, insanlar, partimiz ve kendimiz gün be gün akan hayat içinde değişiyoruz. Önemli olan, nasıl, hangi rota ile değiştiğimizdir. Dönüp arkaya baktığımızda büyük şaşkınlıkla ‘ah, her şey ne kadar da değişti' diyebiliyorsak, o zaman değişmek ve değiştirmek konusunda aktif ve bilinçli bir tutuma sahip değiliz. Demek ki kendiliğinden yaşıyoruz, kendi yaşamımızı ve gelişimimizi etkin yönetmekten ziyade pasif kalıp olayların arkasından sürüklenip gitmişiz. Eğer biz değişmeyi ve değiştirmeyi kısa ve uzun vadedeki hedeflerimize göre ele almazsak ve bilinçli bir eyleme dönüştürmezsek tabii ki gelişmelerin farkında olmayız ve hep sonradan ‘niye bu noktaya geldik' diye kendi kendimize sorarız. İşte o zaman, hep sonuçlarla uğraşırız, "an"ın ötesine çıkamayız ve yarın nerede olacağımızı kestiremeyiz.

Değişmeyi ve değiştirmeyi somut bir perspektif ve amaç ile ele alabilmek için kendimize çoğaltabilecek bazı sorular soralım.

Niye değişmek istiyoruz?

Her şeyden önce mevcut durumdan rahatsızlık duymamız gerekiyor, yoksa bir değişme arzusu ve iradesi gelişmez. Kendi eksiklerimizi dert edinip, hissetmemiz lazım. İşimizi daha iyi, daha hızlı, daha militan, daha başarılı, daha tutarlı yapmak bizi yönlendirirse devrimci bir değişim yakalarız. Değişmek, durumu idare etmenin tam tersidir aslında; var olanı kabul etmeme, mevcut duruma cepheden bir savaş açma ve hep sınırları zorlayarak ileri gitme iradesidir. Bu açıdan değişme çabamız devrimci mücadelemizin önemli bir unsurudur. Biz, öylesine değil, sosyalizm uğruna mücadeleyi büyütmek için değişmek zorundayız. Değişimin hızı ve aciliyetine bu ciddiyet ve sorumlulukla bakmalıyız.

Sorun ne olursa olsun, acil ve ciddi bir engel olarak algılamamız lazım ki değiştirmeye çalışalım. Dolayısıyla hem kendimize eleştirel yaklaşmamız ve eksikleri, hataları görmeye hazır olmamız gerekir, hem de sadece kendimizi değil, insanlığın durumunu görmek ve devrimci enerji ve duygularla ona müdahale etmek konusunda kendimize rol biçmeliyiz. Eğer insanlığın acıları bize dokunmuyorsa, sınırsız zulüm, vahşet ve adaletsizlik bizde sınıf kini yaratmıyorsa, hızla hatalarımızı aşma, kendimizi ve dünyayı bir an önce değiştirme ihtiyacını niye duyalım ki? Demek ki değişim iradesinin en güçlü kaynağı devrimciliğimizde, devrimin günceliğinde saklıdır.

Biz ne için değişeceğiz?

Belki de en önemli soru budur ve cevap elbette devrim için olur. Devrimi gerçekleştirebilmek, sömürüsüz, sınırsız ve özgür bir toplum inşa edebilmek için değişmek istiyoruz.

Kendimize neyi ölçüt alarak değiştirme ihtiyacı duyuyoruz?

Bizim için değişimin yönünü belirleyen en önemli kıstas mücadelenin ihtiyaçlarıdır. İlerlemek için bugünkü koşullarda hangi özelliklere, nasıl bir kadro tipine ihtiyaç varsa ona göre kendi gerçekliğimizi sorgularız. Belki dün bazı geri yanlarımız çok göze çarpmıyordu, çünkü başka bir süreçten geçiyorduk, ancak şimdi daha etkili ve güçlü bir devrimci savaş örgütü olma zamanıdır. Birden fazla cephede önemli başarılar elde etmemiz gereken hassas bir süreç olmasının yanı sıra, çok yönlü, kararlı, militan ve birikimli kadroların zamanıdır. Her dönemin birlikte getirdiği ihtiyaçlar aynı olmayabilir, ancak her zaman partinin ve devrimci mücadelenin ihtiyaçları bizim değişim rotamızı belirler. Hedefimizin ne olduğu genel anlamda ve somut durumda, aşmamız gerekeni, öğrenmemiz gerekeni belirler. Mesela bu süreçte bizim için yeni bir düzeyde düzenden kopuşmak gerekiyorsa, bizi düzene bağlayan her ne ise bırakıp gitmeliyiz. Ya da yeni bir görev için araba sürmek, yazı yazmak ya da teknik şeyler gibi ek bir yetenek kazanmak gerekiyorsa, tereddüt etmeden öğrenmeliyiz.
Değişirken, şehitlerimizden öğrenerek, yoldaşlarımızı örnek alarak ve devrimci değerlerimizi esas alarak yeni insanlığa doğru ilerleme yönünde çaba sarf ederiz.

Kimi değiştirmek istiyoruz?

Tabii ki sadece kendimizin değil, yoldaşlarımızın değişim ve dönüşümü için en azından kendimize harcadığımız emek kadar emek harcamalıyız. Onlara zaman ayırmak, bizzat ilgilenerek tartışmak, takıldıkları noktaları tespit etmek, hangi konuda nasıl bir gelişime ihtiyaçları olduğunu ve bizim onlara ne tür katkılarda bulunabileceğimizi düşünmek, en önemli yoldaşlık görevlerinden biridir. Yoldaşlarımızın hatalarıyla mücadele etmezsek kim edecek? Kendi yoldaşımızı uyarıp eleştirmezsek, gelişmesini kendi gelişimimiz kadar önemsemezsek bunu kim yapacak?

Kendimizi ve yoldaşlarımızı değiştirmenin dışında büyük bir sorumluluğumuz daha var: kitleleri değiştirmek. Kitleyi etkilemek, örgütlemek, kendimize doğru çekmek sonuçta onu değiştirmek anlamına gelir. Ve kitle ilişkilerini tek tek ve bir bütün olarak özel araçlarla ve günlük yaşamda etkileme ve değiştirmeyi görev bilmezsek her şey oluruz; ama önder, hatta devrimci bile olamayız. Değiştirme faaliyetimiz bundan da ibaret değil, biz bütün toplumu değiştirmeyi hedefleyen bir güç olarak hareket ediyoruz; örnek olmaya, alternatifler oluşturmaya ve sorunları çözmeye çalışıyoruz. Hem tek bir okur, bir dost ya da bir taksi şoförü hakkında kafa yorup bir şeyler vermeye çalışırız, hem de toplumsal koşulları toptan değiştirmeye çalışırız, çünkü sosyalizmi kurmadan yeni insanın boy vermesinin toplumsal zemini yoktur. Ancak devrim yapsak da yine aynı insanlar karşımıza çıkacak ve onları kazanmaya ve özgürleştirmeye devam edeceğiz. Bundan dolayı ufak tefek günlük çabalar ve devrimin ta kendisi farklı şeyler değil, nihai hedefe varan yolun küçücük adımları ve büyük hamleleridir. Bunu aslında biliyoruz, fakat bazen ‘küçük' bir iş yaparken bunun da bütünün bir parçası olduğunu unutup küçümseyebiliyoruz.

Neyi değiştirmek istiyoruz?

Ortam, fikirler, duygular, davranışlar, kültür, gelenekler, ekonomik altyapı... tek tek saymakla bitmez. Aslında hemen hemen her şey, kısacası dünyayı değiştirmek istiyoruz.

Bir şey nasıl değişir? Bizi ne değiştiriyor?

Değişim süreçleri tek yönlü değil, canlı, dinamik ve karşılıklıdır; bir şeyi değiştirdiğimiz zaman, kendimiz de değişiriz. Ortamla insan arasında ve insanların kendi arasında bir öğrenme/öğretme, karşılıklı etkileme sürecidir dönüşüm.

Her işte olduğu gibi burada da doğru yöntem ve mekanizmalar olmadan verimli sonuç almak mümkün değil. Parti ve kadrolarda sürekli ve stratejik hedeflere uygun bir değişim örgütleyebilmek için örgütsel mekanizmalar, sürekli işleyen sistemler ve hem alttan, hem üstten, hem öz hem kolektif denetim şarttır. Ancak bir kadronun ve bir durumun değişimini somut bir plana, bir gelişim stratejisine bağlarsak, hedefleri ve zamanı somut olarak koyarsak ve bunu denetlersek süreci yönetmekten bahsedebiliriz. Somut planlar yapmak yerine genel bir tespit olarak ‘değişmesi lazım' deyip geçemeyiz, önemli olan durumu kaydetmek değil, bir yerden başlamaktır.

Yeniyi yeni yapan nedir?

Değişmek ve değiştirmenin başka bir adı da yenilenmektir. Peki, yenilenmekten kast ettiğimiz nedir? Var olanı bırakıp kenara atmak mı? Yeni olan her şey iyi mi? Bir şeyi yeni yapan nedir? Bir şey sırf biz onu önceden bilmediğimiz için yeni midir?

Statükolar ve ezberleri bozacağız, şematik ve bürokratik yaklaşmayacağız. Tamam, güzel, ancak bunun kendisi de henüz çok ezber ve soyuttur; somut bir şey ifade etmez. Ezber olan ne, statükodan ne anlıyoruz ve neyin yerine neyi koyacağız? Bunu somutlaştırmaksızın bu genel doğrunun bize hiçbir yararı yoktur.

Mesela teoride kitabi ve soyut olmayı haklı olarak eleştiriyoruz. Fakat ‘kitabiliğin" yerine kitabın ta kendisini bir kenara atıyoruz. Tam da eski bir kitabı harf harf okuyorsak ve onda bugün için hazır bir çözüm arıyorsak kendi şematik davranışımızı kitaba mal etmiş oluruz. Bir temel fikir almak, bir genel sonucu bugünkü koşullarda uygulamak, bir anlayış canlandırıp geliştirmek istemiyorsak elbette yeni bir şey çıkmaz, fakat bu herhangi bir teorinin ya da kitabın değil, kendi suçumuz olur. ‘Eski' bir kitaptan yola çıkarak pekala ‘yeni' bir sonuca varabiliriz. Yeni-eski sorunu biçim/şekil ile sınırlı algılanamaz, esas olan içeriğidir.

Dolayısıyla ‘yeni' ya da ‘eski' etiketi yapıştırıp bir şeyin niteliğini bilimsel teşhise kavuşturmuş olmuyoruz. İşin özüne bakarsak, yeni olan geleceği temsil edendir, eskisi ise tarihsel anlamı yitirilmiş, aşılmış olandır; yani kısacası yeni olan sosyalizme ait, eskisi de kapitalizme ait olandır.

Sürekli kendimizi ve politikamızı gözden geçirip yenilenmek zaten en doğal ve kaçınılmaz davranıştır. Bunu yapmayan birey ya da örgüt bırakın devrimci olmayı, hayatta bile kalamaz. Bütün evrim sürecinden çıkan ve bilinen bir gerçektir bu. Olayları ve gelişmeleri canlı, akış içinde ve hareket halinde kavramazsak diyalektikten bahsetmemize de hiç gerek kalmaz. Her şeyin sürekli ve gittikçe daha hızlı değiştiği dünyamızda gelişmelerin arkasında kalan biri, bırakın önderlik etmeyi, ayakta bile duramaz. Dün güvercin postasıyla iletişim kuran toplumlar, bugün twitter'sız bir hayat düşünemezler. Artık en son Mısır'da göründüğü gibi, isyanlar bile internet üzerinden yayılıyor. Fakat değişim kuşkusuz teknolojik gelişim ile sınırlı değildir.

Sosyo ekonomik koşullar, teoriler, mücadele araçları ve devrim stratejileri de değişebilir ve değişir de. Fakat neyin nasıl değiştiğini iyi analiz edip somut olarak anlayamazsak devrimci sonuçlar çıkaramayız. Burada devrimci sonuçtan kastımız çok somut olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da örgütleyeceğimiz devrime hizmet etmektir.

Mesela bizim ilk defa işittiğimiz bir şey pekala yeni olmayabilir; dünyanın, tarihin başka bir yer ve zamanda neler yaşandı, hangi sonuçlara varıldı hesaba katmasak değerlendirmelerimiz çok sübjektif hatta bazen bayat bile olur. Ayrıca, bir şeyi yeniden elle alırsak da, önce yapılan tartışmalar ve sonuçları da değerlendirmek en doğru ve bize tekeli tekrar keşfetmekten kurtaran bir yöntem.

Kendimizi, partimizi, teorimizi ve toplumu elbette yenileneceğiz, hem de sürekli. Fakat yenileme/değiştirme tek başına bir marifet ya da çözüm değildir; bir amaca bağlıysa ve bunu pratik ve politik sonuçları itibarıyla denetliyorsak devrim yolunda ilerlemek için bir anlamı olur. Ek olarak, yeni ve eski arasında doğru bir ilişki kurmak gerekir; nasıl yadsınmanın yadsıması eski durumun üstünde yeni bir aşamaya tekabül ediyorsa, bizde var olan bilgiler, deneyler ve sonuçların üzerine yeni bir şey katarız. Ama yenilenmenin kendisini amaç haline getirirsek esas hedefimizden sapmış oluruz ve ‘yenilenme' adı altında bildiğimizi de unuturuz.

Ayrıntılar (ve) esas

Tek bir olay, bir davranış ne kadar belirleyicidir? Bazen ayrıntılarda bütünü görmek daha kolaydır. Mesela meşhur günlük alışkanlıklarımız belki ayrıntı gibi gelir bize, fakat değişim ve yenileme irademizi ilk önce oradan ölçebiliriz çünkü çok somuttur. Küçük bir adım atamazsak büyük adımlarda nasıl iddialı oluruz? Tabii ki ufkumuzu geniş tutmak, ayrıntılarda boğulmamak gerekir, yani ayrıntıları da bütünle ilişkilendirmezsek anlamsızlaşırlar, fakat her bütünsel sonuç da önemsememiz gereken ayrıntılardan oluşur. Mesela bir eylemde ufak bir dikkatsizliğin nelere yol açabileceğini hepimiz biliriz. Günlük dikkatsizliklerle, gevşek ve rahatçı tutumlarımızla ve ‘ufak' kural ihlalleriyle ya da genel ilişki ve yaşam tarzımızla yaşadığımız operasyonlar arasında bağlantı kurmazsak değişim ihtiyacımızı çok eksik kavramış oluruz.

Mesele tek bir kişinin hata yapması-yapmaması değil, mesele kendi değişimimizi bugünün ihtiyaçlarına göre örgütlemek ve günlük pratiğimizle ideolojik duruşumuz ve devrim hedefimiz arasında somut bir bağ kurmaktır. Mesele kendiliğinden değişmek değil, mesele kendimizi, ortamımızı ve nihayet dünyayı bir an önce ve kökten değiştirmektir. En büyük değişim devrimdir ve devrim de en büyük değişimlere yol açar...


 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Değişmek ve Değiştirmek
fc Share on Twitter
 

 

Ekim - Kasım 2011 /Partinin Sesi / Sayı: 68

 

Değişmek büyük marifet değildir. Zaten her şey değişiyor. Dünya sürekli döndüğü gibi doğa, toplumsal koşullar, insanlar, partimiz ve kendimiz gün be gün akan hayat içinde değişiyoruz. Önemli olan, nasıl, hangi rota ile değiştiğimizdir. Dönüp arkaya baktığımızda büyük şaşkınlıkla ‘ah, her şey ne kadar da değişti' diyebiliyorsak, o zaman değişmek ve değiştirmek konusunda aktif ve bilinçli bir tutuma sahip değiliz. Demek ki kendiliğinden yaşıyoruz, kendi yaşamımızı ve gelişimimizi etkin yönetmekten ziyade pasif kalıp olayların arkasından sürüklenip gitmişiz. Eğer biz değişmeyi ve değiştirmeyi kısa ve uzun vadedeki hedeflerimize göre ele almazsak ve bilinçli bir eyleme dönüştürmezsek tabii ki gelişmelerin farkında olmayız ve hep sonradan ‘niye bu noktaya geldik' diye kendi kendimize sorarız. İşte o zaman, hep sonuçlarla uğraşırız, "an"ın ötesine çıkamayız ve yarın nerede olacağımızı kestiremeyiz.

Değişmeyi ve değiştirmeyi somut bir perspektif ve amaç ile ele alabilmek için kendimize çoğaltabilecek bazı sorular soralım.

Niye değişmek istiyoruz?

Her şeyden önce mevcut durumdan rahatsızlık duymamız gerekiyor, yoksa bir değişme arzusu ve iradesi gelişmez. Kendi eksiklerimizi dert edinip, hissetmemiz lazım. İşimizi daha iyi, daha hızlı, daha militan, daha başarılı, daha tutarlı yapmak bizi yönlendirirse devrimci bir değişim yakalarız. Değişmek, durumu idare etmenin tam tersidir aslında; var olanı kabul etmeme, mevcut duruma cepheden bir savaş açma ve hep sınırları zorlayarak ileri gitme iradesidir. Bu açıdan değişme çabamız devrimci mücadelemizin önemli bir unsurudur. Biz, öylesine değil, sosyalizm uğruna mücadeleyi büyütmek için değişmek zorundayız. Değişimin hızı ve aciliyetine bu ciddiyet ve sorumlulukla bakmalıyız.

Sorun ne olursa olsun, acil ve ciddi bir engel olarak algılamamız lazım ki değiştirmeye çalışalım. Dolayısıyla hem kendimize eleştirel yaklaşmamız ve eksikleri, hataları görmeye hazır olmamız gerekir, hem de sadece kendimizi değil, insanlığın durumunu görmek ve devrimci enerji ve duygularla ona müdahale etmek konusunda kendimize rol biçmeliyiz. Eğer insanlığın acıları bize dokunmuyorsa, sınırsız zulüm, vahşet ve adaletsizlik bizde sınıf kini yaratmıyorsa, hızla hatalarımızı aşma, kendimizi ve dünyayı bir an önce değiştirme ihtiyacını niye duyalım ki? Demek ki değişim iradesinin en güçlü kaynağı devrimciliğimizde, devrimin günceliğinde saklıdır.

Biz ne için değişeceğiz?

Belki de en önemli soru budur ve cevap elbette devrim için olur. Devrimi gerçekleştirebilmek, sömürüsüz, sınırsız ve özgür bir toplum inşa edebilmek için değişmek istiyoruz.

Kendimize neyi ölçüt alarak değiştirme ihtiyacı duyuyoruz?

Bizim için değişimin yönünü belirleyen en önemli kıstas mücadelenin ihtiyaçlarıdır. İlerlemek için bugünkü koşullarda hangi özelliklere, nasıl bir kadro tipine ihtiyaç varsa ona göre kendi gerçekliğimizi sorgularız. Belki dün bazı geri yanlarımız çok göze çarpmıyordu, çünkü başka bir süreçten geçiyorduk, ancak şimdi daha etkili ve güçlü bir devrimci savaş örgütü olma zamanıdır. Birden fazla cephede önemli başarılar elde etmemiz gereken hassas bir süreç olmasının yanı sıra, çok yönlü, kararlı, militan ve birikimli kadroların zamanıdır. Her dönemin birlikte getirdiği ihtiyaçlar aynı olmayabilir, ancak her zaman partinin ve devrimci mücadelenin ihtiyaçları bizim değişim rotamızı belirler. Hedefimizin ne olduğu genel anlamda ve somut durumda, aşmamız gerekeni, öğrenmemiz gerekeni belirler. Mesela bu süreçte bizim için yeni bir düzeyde düzenden kopuşmak gerekiyorsa, bizi düzene bağlayan her ne ise bırakıp gitmeliyiz. Ya da yeni bir görev için araba sürmek, yazı yazmak ya da teknik şeyler gibi ek bir yetenek kazanmak gerekiyorsa, tereddüt etmeden öğrenmeliyiz.
Değişirken, şehitlerimizden öğrenerek, yoldaşlarımızı örnek alarak ve devrimci değerlerimizi esas alarak yeni insanlığa doğru ilerleme yönünde çaba sarf ederiz.

Kimi değiştirmek istiyoruz?

Tabii ki sadece kendimizin değil, yoldaşlarımızın değişim ve dönüşümü için en azından kendimize harcadığımız emek kadar emek harcamalıyız. Onlara zaman ayırmak, bizzat ilgilenerek tartışmak, takıldıkları noktaları tespit etmek, hangi konuda nasıl bir gelişime ihtiyaçları olduğunu ve bizim onlara ne tür katkılarda bulunabileceğimizi düşünmek, en önemli yoldaşlık görevlerinden biridir. Yoldaşlarımızın hatalarıyla mücadele etmezsek kim edecek? Kendi yoldaşımızı uyarıp eleştirmezsek, gelişmesini kendi gelişimimiz kadar önemsemezsek bunu kim yapacak?

Kendimizi ve yoldaşlarımızı değiştirmenin dışında büyük bir sorumluluğumuz daha var: kitleleri değiştirmek. Kitleyi etkilemek, örgütlemek, kendimize doğru çekmek sonuçta onu değiştirmek anlamına gelir. Ve kitle ilişkilerini tek tek ve bir bütün olarak özel araçlarla ve günlük yaşamda etkileme ve değiştirmeyi görev bilmezsek her şey oluruz; ama önder, hatta devrimci bile olamayız. Değiştirme faaliyetimiz bundan da ibaret değil, biz bütün toplumu değiştirmeyi hedefleyen bir güç olarak hareket ediyoruz; örnek olmaya, alternatifler oluşturmaya ve sorunları çözmeye çalışıyoruz. Hem tek bir okur, bir dost ya da bir taksi şoförü hakkında kafa yorup bir şeyler vermeye çalışırız, hem de toplumsal koşulları toptan değiştirmeye çalışırız, çünkü sosyalizmi kurmadan yeni insanın boy vermesinin toplumsal zemini yoktur. Ancak devrim yapsak da yine aynı insanlar karşımıza çıkacak ve onları kazanmaya ve özgürleştirmeye devam edeceğiz. Bundan dolayı ufak tefek günlük çabalar ve devrimin ta kendisi farklı şeyler değil, nihai hedefe varan yolun küçücük adımları ve büyük hamleleridir. Bunu aslında biliyoruz, fakat bazen ‘küçük' bir iş yaparken bunun da bütünün bir parçası olduğunu unutup küçümseyebiliyoruz.

Neyi değiştirmek istiyoruz?

Ortam, fikirler, duygular, davranışlar, kültür, gelenekler, ekonomik altyapı... tek tek saymakla bitmez. Aslında hemen hemen her şey, kısacası dünyayı değiştirmek istiyoruz.

Bir şey nasıl değişir? Bizi ne değiştiriyor?

Değişim süreçleri tek yönlü değil, canlı, dinamik ve karşılıklıdır; bir şeyi değiştirdiğimiz zaman, kendimiz de değişiriz. Ortamla insan arasında ve insanların kendi arasında bir öğrenme/öğretme, karşılıklı etkileme sürecidir dönüşüm.

Her işte olduğu gibi burada da doğru yöntem ve mekanizmalar olmadan verimli sonuç almak mümkün değil. Parti ve kadrolarda sürekli ve stratejik hedeflere uygun bir değişim örgütleyebilmek için örgütsel mekanizmalar, sürekli işleyen sistemler ve hem alttan, hem üstten, hem öz hem kolektif denetim şarttır. Ancak bir kadronun ve bir durumun değişimini somut bir plana, bir gelişim stratejisine bağlarsak, hedefleri ve zamanı somut olarak koyarsak ve bunu denetlersek süreci yönetmekten bahsedebiliriz. Somut planlar yapmak yerine genel bir tespit olarak ‘değişmesi lazım' deyip geçemeyiz, önemli olan durumu kaydetmek değil, bir yerden başlamaktır.

Yeniyi yeni yapan nedir?

Değişmek ve değiştirmenin başka bir adı da yenilenmektir. Peki, yenilenmekten kast ettiğimiz nedir? Var olanı bırakıp kenara atmak mı? Yeni olan her şey iyi mi? Bir şeyi yeni yapan nedir? Bir şey sırf biz onu önceden bilmediğimiz için yeni midir?

Statükolar ve ezberleri bozacağız, şematik ve bürokratik yaklaşmayacağız. Tamam, güzel, ancak bunun kendisi de henüz çok ezber ve soyuttur; somut bir şey ifade etmez. Ezber olan ne, statükodan ne anlıyoruz ve neyin yerine neyi koyacağız? Bunu somutlaştırmaksızın bu genel doğrunun bize hiçbir yararı yoktur.

Mesela teoride kitabi ve soyut olmayı haklı olarak eleştiriyoruz. Fakat ‘kitabiliğin" yerine kitabın ta kendisini bir kenara atıyoruz. Tam da eski bir kitabı harf harf okuyorsak ve onda bugün için hazır bir çözüm arıyorsak kendi şematik davranışımızı kitaba mal etmiş oluruz. Bir temel fikir almak, bir genel sonucu bugünkü koşullarda uygulamak, bir anlayış canlandırıp geliştirmek istemiyorsak elbette yeni bir şey çıkmaz, fakat bu herhangi bir teorinin ya da kitabın değil, kendi suçumuz olur. ‘Eski' bir kitaptan yola çıkarak pekala ‘yeni' bir sonuca varabiliriz. Yeni-eski sorunu biçim/şekil ile sınırlı algılanamaz, esas olan içeriğidir.

Dolayısıyla ‘yeni' ya da ‘eski' etiketi yapıştırıp bir şeyin niteliğini bilimsel teşhise kavuşturmuş olmuyoruz. İşin özüne bakarsak, yeni olan geleceği temsil edendir, eskisi ise tarihsel anlamı yitirilmiş, aşılmış olandır; yani kısacası yeni olan sosyalizme ait, eskisi de kapitalizme ait olandır.

Sürekli kendimizi ve politikamızı gözden geçirip yenilenmek zaten en doğal ve kaçınılmaz davranıştır. Bunu yapmayan birey ya da örgüt bırakın devrimci olmayı, hayatta bile kalamaz. Bütün evrim sürecinden çıkan ve bilinen bir gerçektir bu. Olayları ve gelişmeleri canlı, akış içinde ve hareket halinde kavramazsak diyalektikten bahsetmemize de hiç gerek kalmaz. Her şeyin sürekli ve gittikçe daha hızlı değiştiği dünyamızda gelişmelerin arkasında kalan biri, bırakın önderlik etmeyi, ayakta bile duramaz. Dün güvercin postasıyla iletişim kuran toplumlar, bugün twitter'sız bir hayat düşünemezler. Artık en son Mısır'da göründüğü gibi, isyanlar bile internet üzerinden yayılıyor. Fakat değişim kuşkusuz teknolojik gelişim ile sınırlı değildir.

Sosyo ekonomik koşullar, teoriler, mücadele araçları ve devrim stratejileri de değişebilir ve değişir de. Fakat neyin nasıl değiştiğini iyi analiz edip somut olarak anlayamazsak devrimci sonuçlar çıkaramayız. Burada devrimci sonuçtan kastımız çok somut olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da örgütleyeceğimiz devrime hizmet etmektir.

Mesela bizim ilk defa işittiğimiz bir şey pekala yeni olmayabilir; dünyanın, tarihin başka bir yer ve zamanda neler yaşandı, hangi sonuçlara varıldı hesaba katmasak değerlendirmelerimiz çok sübjektif hatta bazen bayat bile olur. Ayrıca, bir şeyi yeniden elle alırsak da, önce yapılan tartışmalar ve sonuçları da değerlendirmek en doğru ve bize tekeli tekrar keşfetmekten kurtaran bir yöntem.

Kendimizi, partimizi, teorimizi ve toplumu elbette yenileneceğiz, hem de sürekli. Fakat yenileme/değiştirme tek başına bir marifet ya da çözüm değildir; bir amaca bağlıysa ve bunu pratik ve politik sonuçları itibarıyla denetliyorsak devrim yolunda ilerlemek için bir anlamı olur. Ek olarak, yeni ve eski arasında doğru bir ilişki kurmak gerekir; nasıl yadsınmanın yadsıması eski durumun üstünde yeni bir aşamaya tekabül ediyorsa, bizde var olan bilgiler, deneyler ve sonuçların üzerine yeni bir şey katarız. Ama yenilenmenin kendisini amaç haline getirirsek esas hedefimizden sapmış oluruz ve ‘yenilenme' adı altında bildiğimizi de unuturuz.

Ayrıntılar (ve) esas

Tek bir olay, bir davranış ne kadar belirleyicidir? Bazen ayrıntılarda bütünü görmek daha kolaydır. Mesela meşhur günlük alışkanlıklarımız belki ayrıntı gibi gelir bize, fakat değişim ve yenileme irademizi ilk önce oradan ölçebiliriz çünkü çok somuttur. Küçük bir adım atamazsak büyük adımlarda nasıl iddialı oluruz? Tabii ki ufkumuzu geniş tutmak, ayrıntılarda boğulmamak gerekir, yani ayrıntıları da bütünle ilişkilendirmezsek anlamsızlaşırlar, fakat her bütünsel sonuç da önemsememiz gereken ayrıntılardan oluşur. Mesela bir eylemde ufak bir dikkatsizliğin nelere yol açabileceğini hepimiz biliriz. Günlük dikkatsizliklerle, gevşek ve rahatçı tutumlarımızla ve ‘ufak' kural ihlalleriyle ya da genel ilişki ve yaşam tarzımızla yaşadığımız operasyonlar arasında bağlantı kurmazsak değişim ihtiyacımızı çok eksik kavramış oluruz.

Mesele tek bir kişinin hata yapması-yapmaması değil, mesele kendi değişimimizi bugünün ihtiyaçlarına göre örgütlemek ve günlük pratiğimizle ideolojik duruşumuz ve devrim hedefimiz arasında somut bir bağ kurmaktır. Mesele kendiliğinden değişmek değil, mesele kendimizi, ortamımızı ve nihayet dünyayı bir an önce ve kökten değiştirmektir. En büyük değişim devrimdir ve devrim de en büyük değişimlere yol açar...