Türkiye'de füze kalkanına karşı mücadele, emperyalizm ve savaş kışkırtıcılığına karşı mücadelenin somutlanması oluyor. Partimiz MLKP, devrimci hareket ve Kürt özgürlük hareketi, İran ve Suriye'ye karşı AKP hükümeti ve Türk parlamentosunun savaş hazırlıkları ve kışkırtıcılığına, emperyalist ve işbirlikçisi Türk faşist rejiminin saldırganlığına dur diyecektir. 01 Aralık 2011 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 111
Türk burjuva devleti, son aylarda Kürt halkı ve Kürt ulusal özgürlük hareketine karşı yürüttüğü kirli savaşı, Suriye'ye karşı bir savaş hazırlığı ve yönelimiyle birleştirdi. Böylece AKP hükümeti, keskin ve köşeli politik manevralarla yeniden başvurduğu imha ve inkar politikaları gibi, komşusu Suriye'ye yönelik savaş dili, söylemi ve politikalarını da öne çıkardı. ABD'de yaşayan tarikatçı lider F. Gülen'le birlikte bu saldırı politikalarını geliştiren AKP hükümeti, ABD ve diğer emperyalist güçlerle işbirliği içinde askeri alanda istihbarat, silah ve teknik yardım alıyor, Kürt gerillasına karşı kimyasal silah kullanıyor. Siyasi alanda Kürt özgürlük hareketine yönelik siyasetsizleştirme saldırısını kitlesel tutuklamalarla tam bir siyasi kırım biçiminde sürdürüyor. Demokrasi ve insan hakları savunucusu kesilen AB emperyalistleri ise, kimyasal silah kullanımına ve seçilmiş Kürt belediye başkanları ve vekillerinin tutuklanmasına bile sessiz kalmaktadır. AKP savaş hükümeti, askeri, polisi, yargısı, medyası, diplomasisi, camileri, imamları, işveren örgütleri ve düzen partileriyle tam bir saldırı kuşatması içinde Kürt özgürlük hareketini boğmak, kazanım ve mevzilerini yok etmek istiyor. 1938 Dersim Kürt katliamı için özür diliyor, ama aynı Kürtleri katletmeye devam ediyor; savaş uçakları ve kimyasal silahlarla Kürt gençlerini öldürüyor. Van depremi için timsah gözyaşları döküyor, ama uluslararası ve yerel yardımları engelliyor, Van halkını göçe zorluyor. Ortadoğu ve Suriye'ye demokrasi ve insan hakları çağrısı yapıyor, ama gazetecileri, siyasetçileri, öğretim görevlilerini tutuklamaya devam ediyor. Beş aydan beri kendi hukuk ve yasalarını da çiğneyerek Kürt halk önderi A.Öcalan'la avukat görüşmelerini yasaklıyor, bununla kalmıyor onlarca avukatını tutuklayabiliyor. Askeri ve siyasi olarak Kürt özgürlük hareketi karşısında üstünlük sağlayamayan sömürgeci faşist rejim, 1990'lı yıllardan sonra Kuzey Kürdistan'da köyleri yakmak ya da boşaltmak, barajlar yapmak, orman yakmak suretiyle gerçekleştirdiği insansızlaştırma saldırılarını, bugün, Van depremini kullanarak devam ettirmektedir. Bu yetmiyor, parçalanan Kürdistan sınırları arasında tampon bölgeler yaratmak, coğrafya ve nüfusla oynamak suretiyle Kürt sorununu çözmek istiyor(!) Oysa AKP hükümeti, daha 5 Haziran 2011 genel seçimleri öncesine kadar, içte ‘Kürt açılımı" adına demokratikleşme; dışta ise," komşularla sıfır sorun" politikalarıyla yürüdüğünü, yönettiğini açıklıyordu. Kürt ulusal özgürlük hareketinin örgüt ve şahsiyetleriyle devlet ve hükümet adına görüşmeler yapıyordu: İmralı cezaevinde Kürt ulusal önderi A.Öcalan ile bir devlet heyeti; ve yine İsveç'te PKK yöneticileri ile bir başka devlet heyetinin defalarca görüşmeler yaptığını herkes biliyor. Bu görüşmelerin yapıldığını, taraflar da kabul ettiler. Hatta, yakın zamanda toplu olarak tutuklanan avukatlara gerekçe yapılan Öcalan-PKK arasında "kuryelik" suçunu(!), görüşme sürecinde devlet işledi. Görüşmelerin ürünü olarak A.Öcalan tarafından hazırlanan üç protokolu, A. Öcalan ve onunla görüşme yürüten devlet temsilcileri imzaladı, bu metinleri Kandil'e devlet gönderdi ve PKK yöneticileri de onay verdiler. KCK başkanlık konseyi başkanı M. Karayılan, A.Öcalan'dan kendilerine gelen en az 10 mektubu, sömürgeci faşist devletin ulaştırdığını açıkladı. Bugün, işgal ve savaş menziline alınan Suriye ve İran'a ilişkin ise, şunları belirtmek mümkündür: PKK ve Hatay sorunundan hareketle düşman görülen Suriye ile vize kalktı ve iktisadi alanda Ürdün ve Lübnan'ı da içine alan AB benzeri bir "ortak pazar" kurulması dile getirildi. T.Erdoğan ve B. Esad aileleri, kardeşler olarak birlikte tatil yaptılar. Ortak bakanlar kurulu toplantıları hedeflendi. Hatay krizi, su sorunu ve Kürt sorunu üzerine oluşan gerilimler aşıldı. Kürt özgürlük hareketine karşı Türkiye, Suriye ve İran (Bu ülkelerde de Kürdistan parçaları bulunmaktadır.) arasında bir savaş cephesi oluşturuldu. Ve bu ülkeler, Kürt özgürlük hareketine karşı anlaşmalar yaparak birlikte savaştılar. İran, Türkiye bakımında İslam devrimi kaygılarını ortadan kaldırdı. Türkiye, AB ve ABD'nin başını çektiği ambargo kararlarına uymadı, aksine İran'la birçok ticari anlaşmalar imzaladı. Nükleer silah konusunda Brezilya ve Venezüella ile birlikte İran'ın yanında yer aldı. Ve daha yakın zamanda İran, Kandil'de PKK gerillasına yönelik saldırı başlatarak ortak bir anlaşmanın gereğini yerine getirdiğini açıkladı. Böylece İran'ın, Türkiye ile işbirliğinin yanında, ABD'nin kucağına oturmasını engellemeye çalıştığını görüyoruz. Bugün, Türkiye'nin dış politikasında, "komşularla sıfır sorun" politikası, ABD'yle "sıfır sorun" haline geldi; bölgesel stratejik derinlik hedefi ise, emperyalizmin stratejik derinliğine dönüştü. Türkiye, Libya'da emperyalist işgal ve saldırganlığın parçası oldu. Bölge halkları ve ülkelerinin tepkilerini ve olası bütün riskleri göze alarak İran, Rusya vb.ne karşı, Kuzey Kürdistan topraklarına (Malatya-Kürecik) füze kalkan sistemini yerleştirme kararı aldı. Suriye'ye karşı emperyalistlerin savaş taşeronu olarak savaş kışkırtıcılığı ve hazırlığı yapmaya devam ediyor. Bölgede savaş dili ve politikaları, bir savaş atmosferi ve savaş haline doğru hızla ilerliyor. İran, kendilerine yönelik bir saldırıda ilk hedef olarak Türkiye'deki füze kalkanını vuracağını açıkladı. Suriye, Türkiye'nin "Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurma rüyası" içinde olduğu uyarısı yaptı. Türk general Hayri Kıvrıkoğlu, sınırda askeri birlikleri teftiş adına Suriye'yi tehdit etti. Türk hükümeti, "savaş dahil her seçeneğin masada" olduğunu tekrarladı. BM, Arap Birliği ve NATO, Atom Enerjisi Kurumu'nun açıklamaları üzerine İran'ı ablukaya almış durumda. Büyükelçilikler krizi, İran-İngiltere arasındaki gerginliği derinleştirdi. AB üyeliği üzerine Türkiye ile diplomatik ilişkileri bozuk olan Fransa, Suriye'ye yönelik olarak Türkiye üzerinden "insani yardım koridoru" açılmasını gündeme getirdi. Türkiye, "Suriye iç meselemiz" demişti. Ve sınırda 5-15 km derinlikte bir tampon bölge mırıldanmakta ve bunun hazırlıkları üzerine tartışılmaktadır. Peki, Türkiye'yi bu köşeli ve keskin politik dönüşlere yönelten nedenler nelerdir? Hiç şüphesiz ki, bunun K. Afrika ve Ortadoğu'daki halk ayaklanmaları ve bu sürece emperyalist ve bölgesel güçlerin müdahalesi, politikaları ve sonuçlarıyla doğrudan bağı vardır. Ortadoğu'da muhtemel bölgesel bir savaşın, Kürdistan'ın Suriye ve İran parçalarında sömürgeci faşist rejimi korkutacak ve bütün Kürt ulusu bakımında yeni bir siyasal statü getirecek sonuçları olabilir. Zira, Irak işgali sürecinde mecliste 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle Türkiye'nin işgale dahil olamaması, hiç istemediği bir G. Kürdistan oluşumunu doğurabilmişti. Sömürgeci rejim, Suriye ve İran'a yönelik bir işgalde aynı durumu yaşamak istemiyor. Ve yine bölgesel düzeyde, aktif bir güç olarak Ortadoğu'nun yeni siyasi coğrafyası içinde olarak siyasi ve iktisadi bir güç olmayı hedefliyor. Yani, bölgesel hegemonyacı ve yayılmacı bir politikadır bu. Türkiye, başta Suriye gelmek üzere bütün Ortadoğu'ya yönelik askeri, siyasi, mali, diplomatik, tarihi ve kültürel bir kuşatma ve yayılma seferberliği içindedir. ABD'nin desteğiyle ve ABD adına, "model ülke" Türkiye Başbakanı T. Erdoğan Mısır, Tunus ve Libya'yı ziyaret etti, bir Ortadoğu lideri olarak demokrasi havarisi; bir Osmanlı padişahı gibi İslami halife kesilebildi. Türkiye'yi bölgesel bir savaşı da göze alan bu duruma getiren şey, bölgede PKK'nin, Kürt özgürlük hareketinin siyasi etkisi ve yönelimidir. AKP hükümeti, ABD, AB, bölgesel güçler ve G. Kürdistan'ın desteğini alarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek istiyor. Ve ABD'nin bölgedeki stratejik politikalarına yatması, kirli savaş konusunda ABD ile yaptıkları pazarlıklar ve elde ettikleri istihbari, teknik, psikolojik ve siyasi destek karşılığındadır. Predatörlerdir, istihbarat alımlarıdır, askeri alandaki kimyasal silah kullanımına sesiz kalmalarıdır, operasyonlarla gerçekleşen siyasi kırımlara sesiz kalmalarıdır. Aynı zamanda sömürgeci faşist rejimin Kürt halkına yönelik imha ve inkar politikaları, tırmandırılan ırkçılık ve militarizm; dış politikada yayılmacılık ve savaş kışkırtıcılığı ve hazırlığı biçiminde karşılığını buluyor. Bölgede İran-Türkiye arasında bölgesel güç olma yönünde rekabetin bulunduğu bir gerçektir. Bunun Osmanlı imparatorluğu-Pers imparatorluğu rekabetine dayalı tarihsel bir geçmişi de vardır. Bugün İran, ABD ve İsrail'i karşısına alarak bölgesel güç olmaya çalışıyor; Türkiye ise, ABD desteği ve ABD'nin politikalarına yatarak güç olmaya çalışıyor. Ortadoğu'da süreç, yeni güç ilişkileri ve dengelerine, yeni ittifaklara ve düşmanlıklara, yeni dini mezhep ve etnik çatışmalara, işgal ve saldırganlıklara sahne olabilir. Bu süreçte emperyalist ve bölgesel güçlerin yanında, çeşitli İslami radikal güçler, Kürt halkı ve diğer azınlıklar da önemli politik aktörlerdir. Siyasal gelişmelerin yönü, Ortadoğu'da olduğu gibi, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında da birleşik devrimci bir mücadele ihtiyacına işaret ediyor. Türkiye'de füze kalkanına karşı mücadele, emperyalizm ve savaş kışkırtıcılığına karşı mücadelenin somutlanması oluyor. Partimiz MLKP, devrimci hareket ve Kürt özgürlük hareketi, İran ve Suriye'ye karşı AKP hükümeti ve Türk parlamentosunun savaş hazırlıkları ve kışkırtıcılığına, emperyalist ve işbirlikçisi Türk faşist rejiminin saldırganlığına dur diyecektir. Çünkü, coğrafyamızda antiemperyalist mücadele geleneği ve dinamikleri fazlasıyla mevcuttur.
|