Kürdistan’da sivil katliamı
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Katliam sonrasında burjuva medyanın ve AKP yöneticileri başta olmak üzere devlet temsilcilerinin utanmazca açıklamalarla katliamcıları sahiplenmesi, bir yandan olayın bir kaza ya da yanlışlık sonucu gerçekleştiğini iddia ederken, diğer yandan da bu "yanlışlık"ların terörle mücadelede kaçınılmaz zayiatlar olarak sunulması, soykırımcı yaklaşımın mümkün olan en açık itiraflarıydı. Ayrıca net ve çıplak veriler, katliamın planlı olduğunu ortaya koymaktadır.

 

01 Ocak 2012 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 112

 

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana Kürt halkın yönelik kanlı katliam zinciri sürüyor. Sömürgeci faşist rejim inkar ve imha politikasını sürdürüyor. Erdoğan ve AKP hükümeti "Kürt açılımı" gibi manevralarla geliştirdiği tasfiye politikasını askeri ve siyasi topyekün savaşla sürdürüyor. Binlerce Kürt siyasetçisinin, seçilmiş temsilcilerin, gazetecilerin ve aktivistlerin gözaltı ve tutuklanmasının siyasi soykırım boyutlarına ulaşması, Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan üzerinde aylardır süren mutlak tecrit, avukatları ve ailesiyle görüştürülmemesi ve onlarca avukatının topluca tutuklanması, 17 Ağustos'tan bu yana Güney Kürdistan'da gerillaya ve sivillere yönelik kesintisiz bombalı saldırılar, gösterilerde Kürt emekçilerin, gençlerin ve çocukların katledilmesi, Uludere'nin Roboski köyünde 34 köylünün katledilmesiyle yeni bir boyut kazandı.
28 Aralık 2011'de Türk ordusuna ait F-16 savaş uçakları sınır ticareti yapan bir grup yoksul köylüye saldırdı ve 17'u çocuk 34 Kürt köylüsü katledildi. MGK toplantısından birkaç saat sonra gerçekleşen bu planlanmış sivil katliamı ile birlikte Kürt halkına yönelik savaşın topyekün niteliği gözler önüne serildi. Bu katliam Kürt ulusuna ve onun özgürlük hareketine karşı açılan topyekün savaşın soykırımcı niteliğini açıkça gösterdiği gibi, tasfiye saldırısının en çirkin, en insanlıkdışı kirli savaş yöntemleriyle, sivil katliamlarıyla ve suikastlarla tırmandırılacağına işaret ediyor. Bu, savaşın sadece gerilla güçlerini ya da siyasal partileri değil tüm bir Kürt ulusunu hedeflediğini açıkça ortaya koyarak halkı korkutma ve gözdağı verme girişimidir.
Katliam sonrasında burjuva medyanın ve AKP yöneticileri başta olmak üzere devlet temsilcilerinin utanmazca açıklamalarla katliamcıları sahiplenmesi, bir yandan olayın bir kaza ya da yanlışlık sonucu gerçekleştiğini iddia ederken, diğer yandan da bu "yanlışlık"ların terörle mücadelede kaçınılmaz zayiatlar olarak sunulması, soykırımcı yaklaşımın mümkün olan en açık itiraflarıydı. Ayrıca net ve çıplak veriler, katliamın planlı olduğunu ortaya koymaktadır. Termal kameralar, insansız hava araçları gibi yüksek istihbarat teknikleriyle donanmış sömürgeci faşist Türk ordusunun bir grup silahsız köylüyü bir gerilla birliğinden ayırması açıktır ki, gayet kolaydır. Dahası, köylülerin, bu bölgede geçimlerini sağlamanın yaygın bir yolu olan kaçakçılık yaptıkları Türkiye-Irak sınırındaki polis karakollarınca biliniyordu. Polis ve askerlerin sınır ticareti yaparken savaş uçaklarınca vurulan 50 köylüden oluşan grup hakkında bilgilendirildiği biliniyor. Gülyazı Alay Komutanlığı'nın katliamdan hemen önce Şırnak Tümen Komutanlığı'na "Kaçakçıdır, karışmayın tanıyoruz" uyarısı yaptığı biliniyor. Ayrıca Şırnak'tan ve başka yerlerden gelen ambulansların durdurulması, bilgi verilmesine rağmen katliam yerine yakındaki polis karakolundan kimsenin ulaşmaması, otopsinin ayrıntılı biçimde yapılmayışı, sömürgeci faşist rejimi ve onun sivilleri katletme politikasını açıkça destekleyen Ankara'daki ABD konsolosunun, bu katliamın ABD emperyalizminin Kürt ulusal hareketine yönelik planlarına uygun olduğunu açıkça ortaya koyuşu ve sayısız başka veri göstermektedir ki bu, bizzat Türk burjuva devletinin sorumluluğu altında yapılan planlı bir katliamdır.
Tıpkı Kürdistan dağlarında gerilla katliamlarına soyunurken Dersim katliamını gündeme getirmesi gibi, Roboski katliamının hemen ardından eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanması, Erdoğan ve AKP hükümetinin ikiyüzlü politikalarının bir devamıdır. Kısa süre öncesine kadar İlker Başbuğ'la ortak katliamlara imza atmış eli kanlı katiller olarak Erdoğan ve AKP hükümetinin demokratikleşme iddialarıyla sürdürdükleri bu tipten hamlelerin burjuvazi içi çatışmalar ve halka yönelik göz boyama ve gündem değiştirme hamleleri olduğu bugün dünden de açıkça görülmektedir. Sömürgeci Türk burjuva devletinin tarihi Kürt halkı başta olmak üzere Ermenilere, Rum azınlığa, Alevilere yönelik bu tipten kitle katliamlarıyla doludur. Sivil katliamları, Türk burjuva devletinin geleneksel devlet politikasıdır.
HPG ve Kürt özgürlük güçlerinin katliama tepkisi sert olmuştur. 31 Aralık 2011 tarihli HPG Anakarargah açıklamasında "Bu katliam çok bilinçli bir şekilde MGK toplantısında alınan karar sonucu gerçekleştirilmiştir. Amacı ise Kürt halkına gözdağı vermedir" denirken, ilk elden katliamın sorumlularının başbakan Erdoğan, Bülent Arınç, Genelkurmay başkanı Necdet Özel, İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Cumhurbaşkanı Gül olduğu belirtilmiş ve "Bizler şunu HPG olarak açıkça belirtiyoruz bu katliamın hesabını yukarıda sorumlu olarak gösterdiklerimizden soracağımız iyi bilinmelidir" denmiştir.
BDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak başta olmak üzere BDP milletvekillerinin katliamdan hesap soran açıklamaları da Kürt halkının bu gözdağı saldırısı karşısında geri adım atmayacağının ilk ağızdan ilanı olmuştur.
Öte yandan Türkiye'de hem siyasi hem askeri anlamda güçlü bir ikinci cephe açma yönündeki acil ihtiyaç Kürt sorununa çözüm ve birleşik devrimin kilit sorunu olmaya devam ediyor.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Kürdistan’da sivil katliamı
fc Share on Twitter
 

Katliam sonrasında burjuva medyanın ve AKP yöneticileri başta olmak üzere devlet temsilcilerinin utanmazca açıklamalarla katliamcıları sahiplenmesi, bir yandan olayın bir kaza ya da yanlışlık sonucu gerçekleştiğini iddia ederken, diğer yandan da bu "yanlışlık"ların terörle mücadelede kaçınılmaz zayiatlar olarak sunulması, soykırımcı yaklaşımın mümkün olan en açık itiraflarıydı. Ayrıca net ve çıplak veriler, katliamın planlı olduğunu ortaya koymaktadır.

 

01 Ocak 2012 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 112

 

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana Kürt halkın yönelik kanlı katliam zinciri sürüyor. Sömürgeci faşist rejim inkar ve imha politikasını sürdürüyor. Erdoğan ve AKP hükümeti "Kürt açılımı" gibi manevralarla geliştirdiği tasfiye politikasını askeri ve siyasi topyekün savaşla sürdürüyor. Binlerce Kürt siyasetçisinin, seçilmiş temsilcilerin, gazetecilerin ve aktivistlerin gözaltı ve tutuklanmasının siyasi soykırım boyutlarına ulaşması, Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan üzerinde aylardır süren mutlak tecrit, avukatları ve ailesiyle görüştürülmemesi ve onlarca avukatının topluca tutuklanması, 17 Ağustos'tan bu yana Güney Kürdistan'da gerillaya ve sivillere yönelik kesintisiz bombalı saldırılar, gösterilerde Kürt emekçilerin, gençlerin ve çocukların katledilmesi, Uludere'nin Roboski köyünde 34 köylünün katledilmesiyle yeni bir boyut kazandı.
28 Aralık 2011'de Türk ordusuna ait F-16 savaş uçakları sınır ticareti yapan bir grup yoksul köylüye saldırdı ve 17'u çocuk 34 Kürt köylüsü katledildi. MGK toplantısından birkaç saat sonra gerçekleşen bu planlanmış sivil katliamı ile birlikte Kürt halkına yönelik savaşın topyekün niteliği gözler önüne serildi. Bu katliam Kürt ulusuna ve onun özgürlük hareketine karşı açılan topyekün savaşın soykırımcı niteliğini açıkça gösterdiği gibi, tasfiye saldırısının en çirkin, en insanlıkdışı kirli savaş yöntemleriyle, sivil katliamlarıyla ve suikastlarla tırmandırılacağına işaret ediyor. Bu, savaşın sadece gerilla güçlerini ya da siyasal partileri değil tüm bir Kürt ulusunu hedeflediğini açıkça ortaya koyarak halkı korkutma ve gözdağı verme girişimidir.
Katliam sonrasında burjuva medyanın ve AKP yöneticileri başta olmak üzere devlet temsilcilerinin utanmazca açıklamalarla katliamcıları sahiplenmesi, bir yandan olayın bir kaza ya da yanlışlık sonucu gerçekleştiğini iddia ederken, diğer yandan da bu "yanlışlık"ların terörle mücadelede kaçınılmaz zayiatlar olarak sunulması, soykırımcı yaklaşımın mümkün olan en açık itiraflarıydı. Ayrıca net ve çıplak veriler, katliamın planlı olduğunu ortaya koymaktadır. Termal kameralar, insansız hava araçları gibi yüksek istihbarat teknikleriyle donanmış sömürgeci faşist Türk ordusunun bir grup silahsız köylüyü bir gerilla birliğinden ayırması açıktır ki, gayet kolaydır. Dahası, köylülerin, bu bölgede geçimlerini sağlamanın yaygın bir yolu olan kaçakçılık yaptıkları Türkiye-Irak sınırındaki polis karakollarınca biliniyordu. Polis ve askerlerin sınır ticareti yaparken savaş uçaklarınca vurulan 50 köylüden oluşan grup hakkında bilgilendirildiği biliniyor. Gülyazı Alay Komutanlığı'nın katliamdan hemen önce Şırnak Tümen Komutanlığı'na "Kaçakçıdır, karışmayın tanıyoruz" uyarısı yaptığı biliniyor. Ayrıca Şırnak'tan ve başka yerlerden gelen ambulansların durdurulması, bilgi verilmesine rağmen katliam yerine yakındaki polis karakolundan kimsenin ulaşmaması, otopsinin ayrıntılı biçimde yapılmayışı, sömürgeci faşist rejimi ve onun sivilleri katletme politikasını açıkça destekleyen Ankara'daki ABD konsolosunun, bu katliamın ABD emperyalizminin Kürt ulusal hareketine yönelik planlarına uygun olduğunu açıkça ortaya koyuşu ve sayısız başka veri göstermektedir ki bu, bizzat Türk burjuva devletinin sorumluluğu altında yapılan planlı bir katliamdır.
Tıpkı Kürdistan dağlarında gerilla katliamlarına soyunurken Dersim katliamını gündeme getirmesi gibi, Roboski katliamının hemen ardından eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanması, Erdoğan ve AKP hükümetinin ikiyüzlü politikalarının bir devamıdır. Kısa süre öncesine kadar İlker Başbuğ'la ortak katliamlara imza atmış eli kanlı katiller olarak Erdoğan ve AKP hükümetinin demokratikleşme iddialarıyla sürdürdükleri bu tipten hamlelerin burjuvazi içi çatışmalar ve halka yönelik göz boyama ve gündem değiştirme hamleleri olduğu bugün dünden de açıkça görülmektedir. Sömürgeci Türk burjuva devletinin tarihi Kürt halkı başta olmak üzere Ermenilere, Rum azınlığa, Alevilere yönelik bu tipten kitle katliamlarıyla doludur. Sivil katliamları, Türk burjuva devletinin geleneksel devlet politikasıdır.
HPG ve Kürt özgürlük güçlerinin katliama tepkisi sert olmuştur. 31 Aralık 2011 tarihli HPG Anakarargah açıklamasında "Bu katliam çok bilinçli bir şekilde MGK toplantısında alınan karar sonucu gerçekleştirilmiştir. Amacı ise Kürt halkına gözdağı vermedir" denirken, ilk elden katliamın sorumlularının başbakan Erdoğan, Bülent Arınç, Genelkurmay başkanı Necdet Özel, İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Cumhurbaşkanı Gül olduğu belirtilmiş ve "Bizler şunu HPG olarak açıkça belirtiyoruz bu katliamın hesabını yukarıda sorumlu olarak gösterdiklerimizden soracağımız iyi bilinmelidir" denmiştir.
BDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak başta olmak üzere BDP milletvekillerinin katliamdan hesap soran açıklamaları da Kürt halkının bu gözdağı saldırısı karşısında geri adım atmayacağının ilk ağızdan ilanı olmuştur.
Öte yandan Türkiye'de hem siyasi hem askeri anlamda güçlü bir ikinci cephe açma yönündeki acil ihtiyaç Kürt sorununa çözüm ve birleşik devrimin kilit sorunu olmaya devam ediyor.