BAŞYAZI: Kritik Ve Özel Sürece Yanıt Olmak
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Sömürgeci faşist rejim ve AKP savaş hükümeti, içte Kürt halkı, Kürt ulusal özgürlük hareketi ve devrimci harekete karşı kirli ve kuralsız bir savaşı tırmandırmakta, dışta ise komşu ülkelerle "sıfır sorun" yerine, olası bir savaş dahil bölgesel bir saldırganlığı esas almaktadır. Kürt açılımı, Alevi açılımı, ileri demokrasi, demokratik anayasa diyen AKP savaş hükümeti, Osmanlı oyunları ve Bizans entrikalarını, emperyalist politikalarla birleştirerek tam bir savaş haliyle Türkiye`yi yönetmeye çalışmaktadır. Ne var ki, evdeki hesabın çarşıya uduğu da söylenemez.
Sömürgeci faşist rejimin her bakımdan daha fazla zorlandığı bir gerçektir. Ve bu artık rejimin ve sistemin her düzeydeki sözcüleri tarafından da dile getirilmektedir. Kemalist hegemonyanın "birleştirici, yönlendirici niteliklerini yitirdiği"ini, son yılların bütün politik-toplumsal veri ve gelişmeleri de doğrulamaktadır. Rejim her ne kadar politik islamla bir uzlaşma içine girse de, yönetememe krizini derinleştiren ve sorunu bir cumhuriyet krizi haline getiren diğer sorunlar ve temel nedenler yerli yerinde duruyor. Kemalist statüko artık dikiş tutamamaktadır. "Statükoya karşı değişim" adına iş başına gelen AKP hükümeti, F.Gülen ve emperyalist güçlerin desteğiyle iktidarlaştı, iktidar ise AKP`leşti. Bugün AKP, artık statükonun başka düzeyde sürdürülmesinin bir parçasına dönüşmüş bulunmaktadır. Ve yasal ve anayasal değişikliklerle bu durum hukukileştirilmek isteniyor.
Kürt sorunu ve Kürt ulusal direnişi rejimin ve AKP hükümetinin planlarını bozmaya devam ediyor. Oluşturulan bütün konseptlere karşın Kürt halkının ezilemeyen direnişi, güç iliskileri ve dengelerini temelden etkiliyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin siyasal özgürlük talebi, Kürt sorununun çözümünde cisimleşmiş ya da somutlanmıştır. AKP hükümeti, 10 yıl boyunca gercekleşen ateşkeslerle, görüşme ve müzakerelerle, Kürt açılımı, Alevi açılımı, anayasa tartışmaları, ileri demokrasi ve değişim aldatmacalarıyla zaman kazandı, nefeslendi. Batıda devrimci hareketin rolünü oynayamadığı koşullarda cephe gerisini sağlama aldı, sorunu zamana yayarak, kendi "yeşil faşizm''ini kurdu. Bugünkü bölgesel gelişme koşullarında, ABD ve AB emperyalistlerinin politikalarına yatarak, dizginsiz ve kuralsız bir savaş sürdürmektedir.
Rejimin 2011 genel seçimlerinden sonra, başta Kürt ulusal özgürlük hareketi gelmek üzere devrimci harekete, bütün muhalif güçlere karşı siyasi, ideolojik, askeri, diplomatik, psikolojik boyutlari bulunan topyekün özel tasfiye kuşatması ve saldırısını yoğunlaştırması, ülke içi dengelerle ilgili olduğu kadar, bölgesel güç dengeleri ve politikalarıyla da ilgilidir. Kürt ulusal hareketinin ‘demokratik özerklik' ilanına rejim yeni ve topyekün bir savaş ilanıyla yanıt vererek, sürmekte olan stratejik dengeyi kendi lehine çevirmeye çabalamaktadır.
AKP-Genel Kurmay ikilisinin yönettiği sömürgeci rejimin, "yeni strateji, teknik ve istihbarat"larla Kürt halkına ve onun örgütlü güçlerine, gerillaya ve PKK'ye, devrimci ve ilerici harekete yönelik gerçekleştirdiği yeni konsept kapsamlı bir stratejik saldırıyı ifade etmektedir. İçinde seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri bulunan 7 bine yakın BDP'li Kürt yurtsever siyasetçinin tutuklanmasının, KCK operasyon ve tutuklamalarının tam bir " sürek avı"na dönüştürülmesinin, gerillaya yönelik saldırıların kimyasal silahlarla kirli ve kuralsız biçimde aralıksız sürdürülmesinin anlamı budur. AKP hükümeti, yeri geldiğinde yasalarını bir yana bırakarak, Kürt ulusal halk önderi A.Öcalan üzerinde fiili bir tecriti yoğunlaştırmakta ve arkasında bu tecridi yasallaştıracak girişimlere yönelmekten de geri durmamaktadır. Faşist politika ve uygulamaları gizli kalsın diye gazetecileri, avukatları tutuklamakta; molotof kullanmayı silah kullanma kategorisine çıkartabilmektedir. Tam bir "siyasi kırım"a başvurmakta, PKK'nin "mali kaynaklarının kurutulması" adına Kürt işverenlerine yönelik ablukayı yoğunlaştırmakta, böylece "siyasi kırım" ekonomik kaynakları kurutma saldırılarıyla tamamlanmaktadır. Bu saldırılar, Kürt ulusal özgürlük hareketinin örgütlenmesini dağıtmak, parçalamak ve güçten düşürmek hedeflidir. Çünkü Kürt halkı 30 yıllık mücadele içinde siyasallaştı ve örgütlülük düzeyini yükseltti. Belediyelerde, halk meclislerinde, vakıflarda, medyada, dil- kültür ve sanat alanında, kadın ve gençlikte, öz savunmada, askeri alanda yani hayatın her alanında örgütlendi ve ‘demokratik özerklik' ilanıyla bunu birleştirdi. Faşist rejim Kürt halkının bu haklı ve meşru hakkına, kendisini yönetme hakkına "paralel örgütlenme" istemeyiz diyerek saldırılarını yeni bir düzeyde gündemleştirdi. Ve halkın bu öz örgütlenmelerine savaş açtı. Kirli savaşın bir diğer hedefi ise, doğrudan Kürt halkına gözdağı vermek, sindirmek ve ulusal özgürlük mücadelesinden kopmalarını sağlamaktır.Uludere'de 34 Kürt köylüsünün savaş uçaklarıyla katledilmesi böylesine kirli amaçlarla bağlıdır.
Suriye ile tırmandırılan savaş süreci, Kürt halkına karşı sürdürülmekte olan kirli savaşın da boyutlanarak sürdürüleceğini göstermektedir. Bu aynı zamanda, Batı'da da ilerici-devrimci toplumsal güçlerin ve dinamiklerin daha fazla hedef haline geleceklerinin ve de getirildiklerinin bir ifadesidir. Kürdistan'da olduğu gibi, Batıda da bütün devrimci örgütlenme, direnç alanı ve noktaları, anayasal-yasal cenderede boğulmaya ve faşist devlet terörüyle ezilmeye çalışılmaktadır. Üstelik bu tam bir iki yüzlülük ve manipilasyonla yapılıyor.12 Eylül`ün fasist paşası Kenan Evren'in yargılanır gösterilmesi, Dersim katliamı için özür dilenmesi, birlikte devleti yönettikleri eski Genel Kurmay Başkanı İ. Başbuğ'un tutuklanması, bazı devlet arşivlerinin açılacağından bahsedilmesi, toprakta kayıp insan kemiklerinin çıkarılması, vb. bütün bunlar bu manipilasyonun bir ifadesidir. Bu aynı zamanda yürütülen kirli psikolojik savaşın ulaştığı düzeyi göstermesi bakımından da oldukça önemlidir.
Geçmekte olduğumuz özel ve kritik sureç, aynı zamanda saldırıları püskürtecek birleşik devrimci bir cephe bakımından da önemli devrimci olanaklar, fırsatlar, dinamikler ve zeminler sunmaktadır. Devrimci hareketin bu durumu gördüğünü ve buna göre hazırlandığını söyleyemeyiz. Partimiz, bu kritik süreçte özel bir rol oynayabilir. Bunun tarihsel ve siyasal deneyimlerine, birikimine ve iradesine sahiptir.
Evet tarihi bir süreçten geçmekteyiz. Eğer gerceği görmez ve kavrayamazsak, buna uygun kendimizi yeniden konumlandıramazsak, hız ve tempomuzu buna göre örgütleyemezsek çok önemli fırsatları kaçıracağımız gibi, süreç aleyhimize de dönüşebilir. Böylesi dönemlerin kazanımları da, kayıpları da büyük olur. O nedenle K. Kürdistan ulusal özgürlükçü devriminin bundan sonraki gelişimi bakımından da Batı'da kendi karşılığıyla buluşması tayin edici önemdedir. Eğer Batı'da devrimci hareket Kürt ulusal özgürlükçü devriminin yardımına koşmazsa, doğabilecek ağır bir taplonun altında kendisi de kalacaktır. Sorun, hem K. Kürdistan devrimi ve hem de Türkiye devrimi her bakımdan, yani her iki açıdan da yaşamsaldır.
Kürdistan'ın diğer parçalarındaki gelişmeler, Kuzeyi daha fazla öne çıkardığı gibi, bölgedeki gelişmeler de Türkiye'yi öne çıkarmaktadır. Türkiye, ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden dizayn etme planlarına daha fazla bağlanmaktadır. Sömürgeci faşist rejimin Libya'da Kaddafi yönetimine yonelik saldırıya ortak olmasından sonra, şimdi de benzer bir şekilde Suriye'ye savaş ilan etmesi, bu gelişmenin bir ifadesidir. Türkiye, Kürdistan'da sürdürdüğü kirli savaşın yanında, şimdi Suriye'ye karşı da yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. AKP bir savaş hükümeti olarak rolünü oynamaktadır.
Kürdistan'da ve Türkiye`de bütün ilerici, devrimci ve komünist kuvvetlerin geçmekte olduğumuz bu kritik ve özel sürecin ihtiyaçlarına göre konumlandırılması, bir örgütsel hazırlık ve kitle seferberliği içine girilmesi, hesap sorma ve koparıp almada ısrarlı olunması bu sürecin en önemli tarihsel ve siyasal görevidir. Sömürgeci faşist rejimin yeni saldırı konseptine karşı mevzi tutmak, kazanılan mevzilerden geriye gitmemek ve mevzileri genişletmek yaşamsaldır. Mart-Mayıs süreci, bu anlamda devrimci güçlerin ve birleşik eylemin test edileceği bir süreç olacaktır. 15 Şubat'ın, yaygın protestolarla bir hesap sorma gününe dönüştürülmesi, yeni durumda bir kitlesel karşı koyuş sürecinin manivelesı olabilir, olmalıdır. Ve yine 8 Mart, 21 Mart Newroz ve 1 Mayis eylemlerinin, sürecin yönü ve geleceği bakımından tutacağı yer açıktır. Önümüzdeki sürecin bu görüş acısıyla örgütlenmesi zorunludur.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün, yürüttügü kirli, karanlık ve kuralsız savaş gerillanın devrimci eylemini ve Kürt halkının kitlesel serhildanlarını, ulusal demokratik kitle hareketini durduramadı ve buna gücü de yetmeyecektir. Ulusal demokratik hareket, kazanım ve mevzilerini korumada ısrar etmektedir. Kitlesel tutuklama terörü karşısında geri çekilmek bir yana, faşist sömürgeci tasfiye ablukasını göğüsleme ve püskürtme yönelimi ve kararlılığıyla hareket etmektedir. 15 Şubat komplosu ile start alacak kitlesel serhildanlar ve Newroz`da zirveselleşecek bir yoğunlaşma ve derinleşmeyle sömürgeciliğin tasfiye planlarının boşa çıkarılması sürecin yönü ve geleceği bakımından tayin edicidir.
Türkiye`de nesnel koşullar ve toplumsal dinamikler, birlesik devrimci bir mücadele atılımını/yükselişini mayalamaktadır. Henüz Kürdistan ulusal halk direnişiyle ortak bir cephede buluşmasa da, Batı'da da bir işçi ve emekçi kitle hareketi dalgasının gelişme dinamikleri ve olanakları güçlenmektedir. İşbirlikçi tekelci sermayenin ve hükümetin hak gasplarina karsı direnme, hesap sorma ve kazanma süreci gelişiyor. Fasist rejimin DİSK ve KESK gibi sendikaları tasfiye etme saldırısına karşı eylemsel tepkilerin boyutlanacağı görülmektedir. KESK sağlık emekçilerinin eylemi, Türk-İş içinde sendikal muhalefet hareketinin oluşması sendikal haklar, örgütlenme ve toplanti özgürlüğü taleplerini öne çıkarmaktadır. Demokratik Alevi hareketi`nin AKP savaş hükümetine yönelik eylemleri, bu hareketin Kürt ulusal özgürlük hareketi ve sosyalist hareketle ittifak egilimi içerisine girmesi büyük önem taşımaktadır. H. Dink yargılamasına onbinlerin tepkisi kitlelerde büyüyen adalet talebinin bir ifadesidir. Tekil direniş ve eylemler yayılmakta, toplumsal ve siyasal talepler giderek daha fazla ortaklaşmaktadır. Burada birleşik devrimci mücadelenin olanakları ve kanalları ortaya çıktığı gibi, Kürt ulusal özgürlük direnişiyle ortaklaşma zemini de gelişmekte ve güçlenmektedir. Bunu gören sömürgeci faşist rejimin "KCK operasyonları"yla Batı`da da Kürt yurtsever siyasetçilere, devrimci ve ilerici güçlere yönelik saldırıları, aynı zamanda bu ortaklaşma zeminini kırmaya, Halkların Demokratik Kongresi hareketi`nin bir çekim merkezi olmasını önlemeye yöneliktir.
Aktif ve değiştirici bir özne olabilmenin, süreçle son derece iyi, canlı ve dinamik ilişkilenmenin, kuvvetlerimizi buna göre organize etmenin, sürece devrimci müdahalelerde bulunma yeteneğimizi artırmanın, politik çalışmalarımızın biçimlerini ve eylem cüretini yeniden yükseltip geliştirmenin, koparıp alıcı bir iradeyle hareket etmenin dışında; olanakları realize edip güce dönüştürmek kadar, risk üstlenmenin dışında bir başka yolla sürece devrimci tarzda müdahale edilemeyeceği açıktır. Siyasal bir ordu olarak ilerlemenin, devrimci bir odak haline gelmenin yolu da buradan geçmektedir. İlerici-devrimci hereket mücadele araçlarında ve biçimlerinde kendini yenilemek ve mevzilerini sağlamlaştırmak durumundadır. Tam da burada, devrimci önderlik boşluğu ya da yetmezliği bugün de temel bir rol oynamaktadır.
Böylesine özel bir süreçte hareketi ileriye sıçratabilecek bir irade gösterilemiyorsa, bu her şey den önce devrimci ve komünist hareketin politik önderlik yetmezliğini gösterir. Bu yetmezliğin nedenleri, düzeyi, aşılma imkanları devrimci hareket ve partimiz bakımından kuşkusuz ayrı bir tartışma konusudur. Devrimci hareketin işçiler ve ezilenler üzerindeki etkisi, hala bazı alanlarla sınırlı ve çok zayıftır. Daha da önemlisi kitlelerle arasındaki güven bağları yeterince güçlü degildir. Devrimci hareket bakımından temel sorun bugün de, muhalif bir yapı olmaktan, alternatif bir devrimci odak olmaya sıçrayamaması veya böylesi bir dönüşümü gerçekleştirememesidir. Devrimci hareketin çıkışsızlığı ve büyüyememe krizi hareketi iyice güçten düşürmektedir.
Devrimci hareketin içe/kendine dönük politik mücadele tarzından kopuşamaması, devrimci kendiliğindencilikte ısrar etmesi, politik savaşım düzeyini yükseltememesi, apolitik devrimcilik, vb. bugün de temel zaaflar olmaya devam ediyor. Bu durum geçmekte olduğumuz kritik süreçle kurulan ilişkide de görülüyor. Devrimci hareket, politik savaşım düzeyini sıçratacak bir yönelim ve pratik konumlanma içerisinde olmadığı sürece, ne bu durumunu köklü olarak aşabilir ve ne de bu kritik sürece yanıt olabilir. Ve hatta denilebilir ki, devrimci hareket esasen geçmekte olduğumuz sürecin özel kritik önemini bile hissedebilmiş, anlayabilmiş değildir. Büyük ölçüde kendisini yaşaması, bir kendini tekrar olduğu gibi, bir sürüklenme halidir de.
Partimiz, politik mücadeledeki tarzı, düzeyi ve hazırlığı bakımından ve yine kuruluşundan bu yana biriktirdiği zengin deneyimleri, özel olarak da Kürdistan devrimiyle ve Kğrt ulusal hareketiyle ilişkilenişi bakımından daha iyi bir durumda olsa da, mevcut durumumuz ve tempomuz hala ihtiyaç duyulan seviyeye ulaşabilmiş değil. Kendi içerisinde anlamlı olan kimi müdahalelerimiz, politik çalışma ve eylemlerimiz kesintisiz sürse de, sürece denk düşen bir politik sıçramaya kilitlendiğimiz söylenemez. Evet, sürece denk düşecek bir politik sıçrama ve müdahale düzeyini hala yakalayamamış olmanın sancılarını çekiyoruz. Oysa bunun için gerekli temel mevcuttur. "Politik faaliyet alanlarımızı büyüterek, politik reflekslerimizi güçlendirerek yüzümüzü geniş kitlelere daha fazla dönerek, sınıf mücadelesinin yakıcı sorunu ve ihtiyaçlarına yanıt vererek, güçlerimizi buna göre konumlandırarak" bir politik sıçramaya kilitlenmek bugün de en yakıcı politik görevdir.
Bu süreçteki etkili müdahale yetenek ve düzeyimiz, daha fazla güç ve olanak sağlayacaktır. Kuvvetlerimizin buna göre yeniden ve yeniden örgütlendirilmesi en önemli sorundur. Kitlelere, ama özellikle de kitlelerin hareket halindeki bölüklerine ulaşmada, onları harekete geçirmede olağan üstü bir yoğunlaşma içerisinde olmalıyız. Aynı süreçte bir çok görevi bir arada başarma ve yine, sürece denk düşen bir çok mücadele ve örgüt araç ve biçimini gündemleştirme yeteneğimizi geliştirerek, kuvvetlere hakimiyet ve yönetim gücümüzü artırmalıyız.
Kitlelerin hareket halindeki bölüklerine yönelerek, onların eylemi ile buluşmak, eylem halindeki kitleleri örgütlemek, kitlelerle birlikte mücadeleyi büyüterek, bu yolla büyüyen tepki ve hoşnutsuzluğu açığa çıkarmak, buradan direnişini yükselterek yaymak, bedel ödettirme duruşuyla yürümek, umut olmak ve umudu büyütmek bütün önem ve aciliyetini korumaktadır. "Kitlelere hücum" ve "kitleleri fethetme" çağrı ve yönelimi burada somutlaşmalıdır. Kendimizi örgütlemeyi ve kitleleri doğru seferber etmeyi de bu hedefe bağlı bir tarzda gerçekleştirmeliyiz. Konumlanmamızın somut hedefi, toplumsal muhalefetin sınıf mücadelesinin merkezine oturmayı, işçi sınıfı ve ezilenlerin umudu haline gelmeyi başarmaktır. Ne var ki, rutinleşmiş olanla bunun olamayacağı ve başarılamayacağı açıktır. Bir politik ve örgütsel atılıma kilitlenmeden bu olmaz, olamaz. Kendi deneylerimizden de biliyoruz ki, bir politik atılım olmadan, örgütsel bir atılım düşünülemez. Ama örgütsel atılımla birleşmemiş bir politik atılım da süreklileştirilemez ve sönümlenmeye mahkumdur. Örgütsel gücü belirleyen politik sürece müdahale yeteneği olduğuna göre, politik olarak daha atak, daha hızlı, daha canlı ve daha organize olmak zorundayız. Politik sıçramanın örgütsel dönüşümü bugün için en temel sorun ve ihtiyaçtır. Sürecin öne çıkardığı en yakıcı görevleri başarma yöneliminde ısrar etmeden bunların olamayacağı her türlü kuşkunun ötesindedir.
Faşist rejim devrimci hareketin yeni bir toparlanma ve birleşik savaşımı büyütme gücüne ulaşmadan ön kesme saldırılarını da kesintisiz sürdürmektedir. Faşist rejim, birleşik devrimci bir mücadele olanaklarının büyüdüğü koşullarda, kimi gerekçelerle Mart-Mayıs sürecinde yasaklamalara gidebilir. 8 Mart, 21 Mart ve 1 Mayıs günleri, izinli miting ve gösterilere karşı saldırgan bir politika izleyebilir. Partimiz, devrimci hereket ve Kürt ulusal özgürlük hareketi bütün bunları dajha şimdiden gözetmeli ve bir çok olasılığa göre kendisini hazırlamalıdır.
Yasaklara karşı fiili meşru mücadele çizgisinde karşıdevrimin siyasal zoru, abluka ve saldırıları, kitlelerin ve grupların devrimci şiddeti ve hazırlığıyla püskürtülmelidir. Bunun yolu ise direniş, grev, boykot, kepenk kapatma, sokak çatışmaları ve barikatlarla mücadeleyi yükseltmektir ve hesap sorma gücünü büyütmektir.

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

BAŞYAZI: Kritik Ve Özel Sürece Yanıt Olmak
fc Share on Twitter
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Sömürgeci faşist rejim ve AKP savaş hükümeti, içte Kürt halkı, Kürt ulusal özgürlük hareketi ve devrimci harekete karşı kirli ve kuralsız bir savaşı tırmandırmakta, dışta ise komşu ülkelerle "sıfır sorun" yerine, olası bir savaş dahil bölgesel bir saldırganlığı esas almaktadır. Kürt açılımı, Alevi açılımı, ileri demokrasi, demokratik anayasa diyen AKP savaş hükümeti, Osmanlı oyunları ve Bizans entrikalarını, emperyalist politikalarla birleştirerek tam bir savaş haliyle Türkiye`yi yönetmeye çalışmaktadır. Ne var ki, evdeki hesabın çarşıya uduğu da söylenemez.
Sömürgeci faşist rejimin her bakımdan daha fazla zorlandığı bir gerçektir. Ve bu artık rejimin ve sistemin her düzeydeki sözcüleri tarafından da dile getirilmektedir. Kemalist hegemonyanın "birleştirici, yönlendirici niteliklerini yitirdiği"ini, son yılların bütün politik-toplumsal veri ve gelişmeleri de doğrulamaktadır. Rejim her ne kadar politik islamla bir uzlaşma içine girse de, yönetememe krizini derinleştiren ve sorunu bir cumhuriyet krizi haline getiren diğer sorunlar ve temel nedenler yerli yerinde duruyor. Kemalist statüko artık dikiş tutamamaktadır. "Statükoya karşı değişim" adına iş başına gelen AKP hükümeti, F.Gülen ve emperyalist güçlerin desteğiyle iktidarlaştı, iktidar ise AKP`leşti. Bugün AKP, artık statükonun başka düzeyde sürdürülmesinin bir parçasına dönüşmüş bulunmaktadır. Ve yasal ve anayasal değişikliklerle bu durum hukukileştirilmek isteniyor.
Kürt sorunu ve Kürt ulusal direnişi rejimin ve AKP hükümetinin planlarını bozmaya devam ediyor. Oluşturulan bütün konseptlere karşın Kürt halkının ezilemeyen direnişi, güç iliskileri ve dengelerini temelden etkiliyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin siyasal özgürlük talebi, Kürt sorununun çözümünde cisimleşmiş ya da somutlanmıştır. AKP hükümeti, 10 yıl boyunca gercekleşen ateşkeslerle, görüşme ve müzakerelerle, Kürt açılımı, Alevi açılımı, anayasa tartışmaları, ileri demokrasi ve değişim aldatmacalarıyla zaman kazandı, nefeslendi. Batıda devrimci hareketin rolünü oynayamadığı koşullarda cephe gerisini sağlama aldı, sorunu zamana yayarak, kendi "yeşil faşizm''ini kurdu. Bugünkü bölgesel gelişme koşullarında, ABD ve AB emperyalistlerinin politikalarına yatarak, dizginsiz ve kuralsız bir savaş sürdürmektedir.
Rejimin 2011 genel seçimlerinden sonra, başta Kürt ulusal özgürlük hareketi gelmek üzere devrimci harekete, bütün muhalif güçlere karşı siyasi, ideolojik, askeri, diplomatik, psikolojik boyutlari bulunan topyekün özel tasfiye kuşatması ve saldırısını yoğunlaştırması, ülke içi dengelerle ilgili olduğu kadar, bölgesel güç dengeleri ve politikalarıyla da ilgilidir. Kürt ulusal hareketinin ‘demokratik özerklik' ilanına rejim yeni ve topyekün bir savaş ilanıyla yanıt vererek, sürmekte olan stratejik dengeyi kendi lehine çevirmeye çabalamaktadır.
AKP-Genel Kurmay ikilisinin yönettiği sömürgeci rejimin, "yeni strateji, teknik ve istihbarat"larla Kürt halkına ve onun örgütlü güçlerine, gerillaya ve PKK'ye, devrimci ve ilerici harekete yönelik gerçekleştirdiği yeni konsept kapsamlı bir stratejik saldırıyı ifade etmektedir. İçinde seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri bulunan 7 bine yakın BDP'li Kürt yurtsever siyasetçinin tutuklanmasının, KCK operasyon ve tutuklamalarının tam bir " sürek avı"na dönüştürülmesinin, gerillaya yönelik saldırıların kimyasal silahlarla kirli ve kuralsız biçimde aralıksız sürdürülmesinin anlamı budur. AKP hükümeti, yeri geldiğinde yasalarını bir yana bırakarak, Kürt ulusal halk önderi A.Öcalan üzerinde fiili bir tecriti yoğunlaştırmakta ve arkasında bu tecridi yasallaştıracak girişimlere yönelmekten de geri durmamaktadır. Faşist politika ve uygulamaları gizli kalsın diye gazetecileri, avukatları tutuklamakta; molotof kullanmayı silah kullanma kategorisine çıkartabilmektedir. Tam bir "siyasi kırım"a başvurmakta, PKK'nin "mali kaynaklarının kurutulması" adına Kürt işverenlerine yönelik ablukayı yoğunlaştırmakta, böylece "siyasi kırım" ekonomik kaynakları kurutma saldırılarıyla tamamlanmaktadır. Bu saldırılar, Kürt ulusal özgürlük hareketinin örgütlenmesini dağıtmak, parçalamak ve güçten düşürmek hedeflidir. Çünkü Kürt halkı 30 yıllık mücadele içinde siyasallaştı ve örgütlülük düzeyini yükseltti. Belediyelerde, halk meclislerinde, vakıflarda, medyada, dil- kültür ve sanat alanında, kadın ve gençlikte, öz savunmada, askeri alanda yani hayatın her alanında örgütlendi ve ‘demokratik özerklik' ilanıyla bunu birleştirdi. Faşist rejim Kürt halkının bu haklı ve meşru hakkına, kendisini yönetme hakkına "paralel örgütlenme" istemeyiz diyerek saldırılarını yeni bir düzeyde gündemleştirdi. Ve halkın bu öz örgütlenmelerine savaş açtı. Kirli savaşın bir diğer hedefi ise, doğrudan Kürt halkına gözdağı vermek, sindirmek ve ulusal özgürlük mücadelesinden kopmalarını sağlamaktır.Uludere'de 34 Kürt köylüsünün savaş uçaklarıyla katledilmesi böylesine kirli amaçlarla bağlıdır.
Suriye ile tırmandırılan savaş süreci, Kürt halkına karşı sürdürülmekte olan kirli savaşın da boyutlanarak sürdürüleceğini göstermektedir. Bu aynı zamanda, Batı'da da ilerici-devrimci toplumsal güçlerin ve dinamiklerin daha fazla hedef haline geleceklerinin ve de getirildiklerinin bir ifadesidir. Kürdistan'da olduğu gibi, Batıda da bütün devrimci örgütlenme, direnç alanı ve noktaları, anayasal-yasal cenderede boğulmaya ve faşist devlet terörüyle ezilmeye çalışılmaktadır. Üstelik bu tam bir iki yüzlülük ve manipilasyonla yapılıyor.12 Eylül`ün fasist paşası Kenan Evren'in yargılanır gösterilmesi, Dersim katliamı için özür dilenmesi, birlikte devleti yönettikleri eski Genel Kurmay Başkanı İ. Başbuğ'un tutuklanması, bazı devlet arşivlerinin açılacağından bahsedilmesi, toprakta kayıp insan kemiklerinin çıkarılması, vb. bütün bunlar bu manipilasyonun bir ifadesidir. Bu aynı zamanda yürütülen kirli psikolojik savaşın ulaştığı düzeyi göstermesi bakımından da oldukça önemlidir.
Geçmekte olduğumuz özel ve kritik sureç, aynı zamanda saldırıları püskürtecek birleşik devrimci bir cephe bakımından da önemli devrimci olanaklar, fırsatlar, dinamikler ve zeminler sunmaktadır. Devrimci hareketin bu durumu gördüğünü ve buna göre hazırlandığını söyleyemeyiz. Partimiz, bu kritik süreçte özel bir rol oynayabilir. Bunun tarihsel ve siyasal deneyimlerine, birikimine ve iradesine sahiptir.
Evet tarihi bir süreçten geçmekteyiz. Eğer gerceği görmez ve kavrayamazsak, buna uygun kendimizi yeniden konumlandıramazsak, hız ve tempomuzu buna göre örgütleyemezsek çok önemli fırsatları kaçıracağımız gibi, süreç aleyhimize de dönüşebilir. Böylesi dönemlerin kazanımları da, kayıpları da büyük olur. O nedenle K. Kürdistan ulusal özgürlükçü devriminin bundan sonraki gelişimi bakımından da Batı'da kendi karşılığıyla buluşması tayin edici önemdedir. Eğer Batı'da devrimci hareket Kürt ulusal özgürlükçü devriminin yardımına koşmazsa, doğabilecek ağır bir taplonun altında kendisi de kalacaktır. Sorun, hem K. Kürdistan devrimi ve hem de Türkiye devrimi her bakımdan, yani her iki açıdan da yaşamsaldır.
Kürdistan'ın diğer parçalarındaki gelişmeler, Kuzeyi daha fazla öne çıkardığı gibi, bölgedeki gelişmeler de Türkiye'yi öne çıkarmaktadır. Türkiye, ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden dizayn etme planlarına daha fazla bağlanmaktadır. Sömürgeci faşist rejimin Libya'da Kaddafi yönetimine yonelik saldırıya ortak olmasından sonra, şimdi de benzer bir şekilde Suriye'ye savaş ilan etmesi, bu gelişmenin bir ifadesidir. Türkiye, Kürdistan'da sürdürdüğü kirli savaşın yanında, şimdi Suriye'ye karşı da yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. AKP bir savaş hükümeti olarak rolünü oynamaktadır.
Kürdistan'da ve Türkiye`de bütün ilerici, devrimci ve komünist kuvvetlerin geçmekte olduğumuz bu kritik ve özel sürecin ihtiyaçlarına göre konumlandırılması, bir örgütsel hazırlık ve kitle seferberliği içine girilmesi, hesap sorma ve koparıp almada ısrarlı olunması bu sürecin en önemli tarihsel ve siyasal görevidir. Sömürgeci faşist rejimin yeni saldırı konseptine karşı mevzi tutmak, kazanılan mevzilerden geriye gitmemek ve mevzileri genişletmek yaşamsaldır. Mart-Mayıs süreci, bu anlamda devrimci güçlerin ve birleşik eylemin test edileceği bir süreç olacaktır. 15 Şubat'ın, yaygın protestolarla bir hesap sorma gününe dönüştürülmesi, yeni durumda bir kitlesel karşı koyuş sürecinin manivelesı olabilir, olmalıdır. Ve yine 8 Mart, 21 Mart Newroz ve 1 Mayis eylemlerinin, sürecin yönü ve geleceği bakımından tutacağı yer açıktır. Önümüzdeki sürecin bu görüş acısıyla örgütlenmesi zorunludur.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün, yürüttügü kirli, karanlık ve kuralsız savaş gerillanın devrimci eylemini ve Kürt halkının kitlesel serhildanlarını, ulusal demokratik kitle hareketini durduramadı ve buna gücü de yetmeyecektir. Ulusal demokratik hareket, kazanım ve mevzilerini korumada ısrar etmektedir. Kitlesel tutuklama terörü karşısında geri çekilmek bir yana, faşist sömürgeci tasfiye ablukasını göğüsleme ve püskürtme yönelimi ve kararlılığıyla hareket etmektedir. 15 Şubat komplosu ile start alacak kitlesel serhildanlar ve Newroz`da zirveselleşecek bir yoğunlaşma ve derinleşmeyle sömürgeciliğin tasfiye planlarının boşa çıkarılması sürecin yönü ve geleceği bakımından tayin edicidir.
Türkiye`de nesnel koşullar ve toplumsal dinamikler, birlesik devrimci bir mücadele atılımını/yükselişini mayalamaktadır. Henüz Kürdistan ulusal halk direnişiyle ortak bir cephede buluşmasa da, Batı'da da bir işçi ve emekçi kitle hareketi dalgasının gelişme dinamikleri ve olanakları güçlenmektedir. İşbirlikçi tekelci sermayenin ve hükümetin hak gasplarina karsı direnme, hesap sorma ve kazanma süreci gelişiyor. Fasist rejimin DİSK ve KESK gibi sendikaları tasfiye etme saldırısına karşı eylemsel tepkilerin boyutlanacağı görülmektedir. KESK sağlık emekçilerinin eylemi, Türk-İş içinde sendikal muhalefet hareketinin oluşması sendikal haklar, örgütlenme ve toplanti özgürlüğü taleplerini öne çıkarmaktadır. Demokratik Alevi hareketi`nin AKP savaş hükümetine yönelik eylemleri, bu hareketin Kürt ulusal özgürlük hareketi ve sosyalist hareketle ittifak egilimi içerisine girmesi büyük önem taşımaktadır. H. Dink yargılamasına onbinlerin tepkisi kitlelerde büyüyen adalet talebinin bir ifadesidir. Tekil direniş ve eylemler yayılmakta, toplumsal ve siyasal talepler giderek daha fazla ortaklaşmaktadır. Burada birleşik devrimci mücadelenin olanakları ve kanalları ortaya çıktığı gibi, Kürt ulusal özgürlük direnişiyle ortaklaşma zemini de gelişmekte ve güçlenmektedir. Bunu gören sömürgeci faşist rejimin "KCK operasyonları"yla Batı`da da Kürt yurtsever siyasetçilere, devrimci ve ilerici güçlere yönelik saldırıları, aynı zamanda bu ortaklaşma zeminini kırmaya, Halkların Demokratik Kongresi hareketi`nin bir çekim merkezi olmasını önlemeye yöneliktir.
Aktif ve değiştirici bir özne olabilmenin, süreçle son derece iyi, canlı ve dinamik ilişkilenmenin, kuvvetlerimizi buna göre organize etmenin, sürece devrimci müdahalelerde bulunma yeteneğimizi artırmanın, politik çalışmalarımızın biçimlerini ve eylem cüretini yeniden yükseltip geliştirmenin, koparıp alıcı bir iradeyle hareket etmenin dışında; olanakları realize edip güce dönüştürmek kadar, risk üstlenmenin dışında bir başka yolla sürece devrimci tarzda müdahale edilemeyeceği açıktır. Siyasal bir ordu olarak ilerlemenin, devrimci bir odak haline gelmenin yolu da buradan geçmektedir. İlerici-devrimci hereket mücadele araçlarında ve biçimlerinde kendini yenilemek ve mevzilerini sağlamlaştırmak durumundadır. Tam da burada, devrimci önderlik boşluğu ya da yetmezliği bugün de temel bir rol oynamaktadır.
Böylesine özel bir süreçte hareketi ileriye sıçratabilecek bir irade gösterilemiyorsa, bu her şey den önce devrimci ve komünist hareketin politik önderlik yetmezliğini gösterir. Bu yetmezliğin nedenleri, düzeyi, aşılma imkanları devrimci hareket ve partimiz bakımından kuşkusuz ayrı bir tartışma konusudur. Devrimci hareketin işçiler ve ezilenler üzerindeki etkisi, hala bazı alanlarla sınırlı ve çok zayıftır. Daha da önemlisi kitlelerle arasındaki güven bağları yeterince güçlü degildir. Devrimci hareket bakımından temel sorun bugün de, muhalif bir yapı olmaktan, alternatif bir devrimci odak olmaya sıçrayamaması veya böylesi bir dönüşümü gerçekleştirememesidir. Devrimci hareketin çıkışsızlığı ve büyüyememe krizi hareketi iyice güçten düşürmektedir.
Devrimci hareketin içe/kendine dönük politik mücadele tarzından kopuşamaması, devrimci kendiliğindencilikte ısrar etmesi, politik savaşım düzeyini yükseltememesi, apolitik devrimcilik, vb. bugün de temel zaaflar olmaya devam ediyor. Bu durum geçmekte olduğumuz kritik süreçle kurulan ilişkide de görülüyor. Devrimci hareket, politik savaşım düzeyini sıçratacak bir yönelim ve pratik konumlanma içerisinde olmadığı sürece, ne bu durumunu köklü olarak aşabilir ve ne de bu kritik sürece yanıt olabilir. Ve hatta denilebilir ki, devrimci hareket esasen geçmekte olduğumuz sürecin özel kritik önemini bile hissedebilmiş, anlayabilmiş değildir. Büyük ölçüde kendisini yaşaması, bir kendini tekrar olduğu gibi, bir sürüklenme halidir de.
Partimiz, politik mücadeledeki tarzı, düzeyi ve hazırlığı bakımından ve yine kuruluşundan bu yana biriktirdiği zengin deneyimleri, özel olarak da Kürdistan devrimiyle ve Kğrt ulusal hareketiyle ilişkilenişi bakımından daha iyi bir durumda olsa da, mevcut durumumuz ve tempomuz hala ihtiyaç duyulan seviyeye ulaşabilmiş değil. Kendi içerisinde anlamlı olan kimi müdahalelerimiz, politik çalışma ve eylemlerimiz kesintisiz sürse de, sürece denk düşen bir politik sıçramaya kilitlendiğimiz söylenemez. Evet, sürece denk düşecek bir politik sıçrama ve müdahale düzeyini hala yakalayamamış olmanın sancılarını çekiyoruz. Oysa bunun için gerekli temel mevcuttur. "Politik faaliyet alanlarımızı büyüterek, politik reflekslerimizi güçlendirerek yüzümüzü geniş kitlelere daha fazla dönerek, sınıf mücadelesinin yakıcı sorunu ve ihtiyaçlarına yanıt vererek, güçlerimizi buna göre konumlandırarak" bir politik sıçramaya kilitlenmek bugün de en yakıcı politik görevdir.
Bu süreçteki etkili müdahale yetenek ve düzeyimiz, daha fazla güç ve olanak sağlayacaktır. Kuvvetlerimizin buna göre yeniden ve yeniden örgütlendirilmesi en önemli sorundur. Kitlelere, ama özellikle de kitlelerin hareket halindeki bölüklerine ulaşmada, onları harekete geçirmede olağan üstü bir yoğunlaşma içerisinde olmalıyız. Aynı süreçte bir çok görevi bir arada başarma ve yine, sürece denk düşen bir çok mücadele ve örgüt araç ve biçimini gündemleştirme yeteneğimizi geliştirerek, kuvvetlere hakimiyet ve yönetim gücümüzü artırmalıyız.
Kitlelerin hareket halindeki bölüklerine yönelerek, onların eylemi ile buluşmak, eylem halindeki kitleleri örgütlemek, kitlelerle birlikte mücadeleyi büyüterek, bu yolla büyüyen tepki ve hoşnutsuzluğu açığa çıkarmak, buradan direnişini yükselterek yaymak, bedel ödettirme duruşuyla yürümek, umut olmak ve umudu büyütmek bütün önem ve aciliyetini korumaktadır. "Kitlelere hücum" ve "kitleleri fethetme" çağrı ve yönelimi burada somutlaşmalıdır. Kendimizi örgütlemeyi ve kitleleri doğru seferber etmeyi de bu hedefe bağlı bir tarzda gerçekleştirmeliyiz. Konumlanmamızın somut hedefi, toplumsal muhalefetin sınıf mücadelesinin merkezine oturmayı, işçi sınıfı ve ezilenlerin umudu haline gelmeyi başarmaktır. Ne var ki, rutinleşmiş olanla bunun olamayacağı ve başarılamayacağı açıktır. Bir politik ve örgütsel atılıma kilitlenmeden bu olmaz, olamaz. Kendi deneylerimizden de biliyoruz ki, bir politik atılım olmadan, örgütsel bir atılım düşünülemez. Ama örgütsel atılımla birleşmemiş bir politik atılım da süreklileştirilemez ve sönümlenmeye mahkumdur. Örgütsel gücü belirleyen politik sürece müdahale yeteneği olduğuna göre, politik olarak daha atak, daha hızlı, daha canlı ve daha organize olmak zorundayız. Politik sıçramanın örgütsel dönüşümü bugün için en temel sorun ve ihtiyaçtır. Sürecin öne çıkardığı en yakıcı görevleri başarma yöneliminde ısrar etmeden bunların olamayacağı her türlü kuşkunun ötesindedir.
Faşist rejim devrimci hareketin yeni bir toparlanma ve birleşik savaşımı büyütme gücüne ulaşmadan ön kesme saldırılarını da kesintisiz sürdürmektedir. Faşist rejim, birleşik devrimci bir mücadele olanaklarının büyüdüğü koşullarda, kimi gerekçelerle Mart-Mayıs sürecinde yasaklamalara gidebilir. 8 Mart, 21 Mart ve 1 Mayıs günleri, izinli miting ve gösterilere karşı saldırgan bir politika izleyebilir. Partimiz, devrimci hereket ve Kürt ulusal özgürlük hareketi bütün bunları dajha şimdiden gözetmeli ve bir çok olasılığa göre kendisini hazırlamalıdır.
Yasaklara karşı fiili meşru mücadele çizgisinde karşıdevrimin siyasal zoru, abluka ve saldırıları, kitlelerin ve grupların devrimci şiddeti ve hazırlığıyla püskürtülmelidir. Bunun yolu ise direniş, grev, boykot, kepenk kapatma, sokak çatışmaları ve barikatlarla mücadeleyi yükseltmektir ve hesap sorma gücünü büyütmektir.