Parti Baharı
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

01 Mart 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 70 

Her hangi bir amaç doğrultusunda değerlendirilmeye hazır, kısa ya da uzun erimli zaman dilimidir süreç. Kişiler, toplumlar, kurumlar, örgütler, kadrolar yönetir veya bir parçası olur süreçlerin. Süreç, planlandığı ölçüde işler ve sonuçlanır. Kimi kez bir süreç başlayıp biter, akabinde yeni bir süreç başlar. Kimi kez ise planlanan bir süreç işlerken başka bir süreç de başlayabilir. Yani birden fazla süreç iç içe geçerek birbirini besleyen bir biçimde ilerleyebilir. Süreçler planlı olacağı gibi "kendiliğinden" de yaşanabilir.
Her gerileme, her ilerleme, her yıkım, her kazanım ve tabi ki her devrim... Yani her değişim bir sürecin ürünüdür. Komünistler olarak kişisel gelişim süreçlerimizi ve partimizin gelişim süreçlerini bir düşünelim... Hedefleri net, amaç-araç ilişkisi doğru kurulmuş, gerçekten olması gerektiği gibi süreç planlanıp amaca bağlı yüründüğünde kazanımlar elde ediliyor. Eğer kendiliğinden süreçlerin aktris-aktörü olarak, ortalama bir devrimci yürüyüşle yetindiğimiz süreçlerde ise bırakın sıçramalı gelişimi, yerinde sayma ve hatta gerileme kaçınılmaz oluyor. Demek ki kişisel-örgütsel kazanım ve zafer, süreçlerimizin ne kadar doğru planlanıp güçlü yönetildiğine bağlıdır.
Komünist bir kadronun kişisel gelişiminde (ideolojik- politik-örgütsel-askeri) sınıf bilinci, cins bilinci, devrimci görev ve sorumluluk bilinci/işlerle kurduğu ilişki, devrimci değerleri sahiplenme ve koruma düzeyi, yoldaşlık ilişkisi, yönetici-komutan yoldaşlarıyla kurduğu ilişki, militanlığı, aşka bakış açısı ve yaşayış biçimi, alışkanlıklarını irdeleyerek zaaflarıyla kopuşma iradesi, anını/gününü devrimci tarzda üretimi, yeni insanı yaratma çabası gibi yaşama dair hepsi ve daha fazlası bilinçli bir plan çerçevesinde yönetilen süreç ya da süreçler dizisi ile mümkündür.
Örneğin bir politik kampanya örgütleyeceğiz. Öncelikle kampanya ile neyi amaçladığımızı ortaya koyarız. Bu amaç doğrultusunda kampanyanın ne kadar süreceğini (zaman) , hedef kitlesini ( kadın, gençlik, işçi vb), ona uygun çalışma alanlarını, öncelikli alanları belirleriz. Kampanyanın içeriğine uygun materyalleri netleştirip kaç kadro ile kampanyayı yöneteceğimizi belirleriz. Yaratacağımız siyasi etkiye bağlı olarak örgütsel kazanıma dönük hedefleri de belirleriz. Ancak yalnızca süreci planlayıp başlatmak yetmez. Sürecin işlerliğini takip etmek, denetlemek herhangi bir aksaklığa yerinde, hızlıca müdahalede bulunmak süreci rahatlatan ve hızlandıran hamleler olur. Süreç planlandığı gibi örgütlendiğinde yaklaşık hedeflere ulaşılır. Yine kampanyanın sonuçlarıyla doğru bir ilişki kurulduğunda, yani "hedeflenen neydi, sonuç ne?" tartışması yapılarak dersler çıkarılırsa bir kampanya sürecini yönetmiş ve kazanım elde etmiş oluruz. Amaç, bir kampanyayı doğru örgütleme gerekliliği değildir tek başına. Burada verilmek istenen toplam sürecin yönetiminin önemine dönüktür. Keza iddialar barındırmayan, amaç bulanıklığı barındıran, plansız, disiplinle örgütlendirilmemiş her zaman dilimi kendiliğinden bir sürece dönüşür. Maalesef ki devrimci yaşamımızda kendiliğinden süreçler azımsanmayacak yoğunluktadır. Çünkü sen zamanı yönetmezsen zaman seni yönetir. Kendiliğinden süreçlerde her hangi bir stratejiye bağlı hareket etmediğimiz için anlık, günü kurtarmaya dönük, bir pratik içerisine gireriz. Bu kendiliğindencilik, devrimci yaşamımızın her alanına farklı biçim ve görüngülerde kendini bulur. Mesela sen politika yapmaz/yapamazsan politik gündemlerin peşinde sürüklenirsin. Kadroları yetenek ve ihtiyaçlar kapsamında eğitemez, doğru konumlandırmazsan gelişmeyi örgütsel bir kazanıma imza dönüştüremeyeceğin gibi, kadroların kendi devrimci üretimlerini sağlayacak alanlar da yaratamamış olursun. Toplamda süreci yönetemediğimiz için stratejiden yoksun, anlık karar ve pratiklerle avutucu, zaferden uzak bir zaman dilimi aleyhimize işler. Elde ettiğimiz sonuç ise bol sorunlu ve tartışmalı olmaktan öteye gitmeyeceği gibi, devrimden bir adım daha uzaklaşmış olarak buluruz kendimizi.

Mekan

Yaşadığımız illegal bir parti üssünü düşünelim. Orada ne için olduğunu bir an bile aklından ve yüreğinden çıkarmadan her anını bilinçle örgütlemek birincil şarttır. Güvenlik kuralları, yaşamda öz disiplin, devrimciliği farklı biçimlerde üretme yolları ( okuma-yazma vb.) farklı özel görevlere kilitlenme, vb. buralardaki yaşamın güçlü parçaları hatta olmazsa olmazları olduğu biliniyor. Ancak toplam parti aklıyla aklını birleştirme, duyguda ortaklığı yakalama, bir savaş partisi kadrosu gibi yaşayıp duygulanmayı sağlayacak yol ve yöntemleri bulma-çoğaltma... İşte asıl mesele burada başlıyor! Emperyalist-sömürgeci savaşların en çok kadın ve çocukları vurduğu gerçekliğini teorik tartışmalarımızda çokça vurgularız. Ya da faşist rejimlerin tankı-topu- tüfeğiyle sosyalizmi, eşit, özgür bir dünyayı arzulayan biz komünistlere, işçi sınıfına, ezilen halklara, kadınlara saldırısını yaşar-biliriz. Peki ya bu gerçeğin kabulü duygularımızda, yaşamımızda nelere dokunur, nasıl hayat bulur? Üssümüze astığınız bir resmi düşünün... Ama her sabah uyandığınızda gözlerinizin takıldığı bir resmi. Açlıktan karnı beline yapışmış siyahi bir çocuğun, yüzü yalnızca, kocaman kömür gözlerden ibaret olan aç, çaresiz bakışlarıyla buluşmanızı. Üstüne gelen panzere, gaz bombalarına karşı, yüzünde kızıl fularıyla genç kadın bir partizanın ayaklanan kitleyi yönetişindeki kararlılığı, elindeki molotofu savuruşu ve faşizmin beyninde patlayışı. Sosyalizmin muştusu gibi... Ya da silahına sımsıkı sarılmış bir Kürt gerillasının eli tetikte nişan alışı. Keskin gözlerindeki kin, öfke ve intikam duygusu eylemini başaracağının teminatıdır adeta.
Mekânlarımızın canlı ama sadeliği, düzenli oluşu oldukça önemlidir. Kitap, fotoğraf, radyo, tv vb. mevcut her araç gereç günümüzü örgütlemenin asli bir parçası olabileceği gibi tersinden kendiliğinden bir yaşamın da nesnesine dönüşebilir pekâlâ.
Bir parti okulunu düşünelim. Bu mekânlarda eğitimin niteliğiyle bağı içerisinde oturuş planı, okulun iç dekorasyonu fazlasıyla önem arz eder. Okulda parti bayrağının asılı oluşundan tutun da şehit fotoğraflarıyla donatılmasına kadar bir dizi şey verilen eğitimin ciddiyetle, özenle dinlenmesini sağlar. Kafamızı her kaldırışımızda şehitlerimizin pırıl pırıl gözleriyle karşılaşmak, Onlar' a sözümüz olduğunu hatırlamak, o platforma en üst düzeyde bir katılımı örgütler.
Peki, süreci yönetmemizin önemli bir unsuru değilse nedir ortamlarımızı-mekanlarımızı devrimci tarzda örgütlemek? İşte ufacık gibi gözüken ayrıntılar gün be gün kapitalist düzene olan öfkemizi bilerken devrimci duygularımızı canlı tutmamızın da güçlü bir aracına dönüşüyor. Biz ancak ve ancak "mekân" aracını amacına uygun düzenleyerek devrimci bir mekân yaratabilirsek süreci yönetmenin ana unsurlarından biri olan mekânı, doğru örgütlemiş oluruz.

Ortam

Kişisel devrimci gelişimimiz aynı zamanda yanı başımızdaki yoldaşımızın ve ya yoldaş topluluğunun gelişimi demektir. Paylaştığımız yoldaş ortamları politize etmek, devrimci kılmak hayati değer taşıyor. Çünkü bir sürecin yönetiminde bizim dışımızdaki yoldaş toplamı-ortamı oldukça belirleyicidir. Etkileşim gerekli ve kaçınılmazdır nihayetinde. Yoldaş ortamıyla nasıl bir ortaklık kuruyoruz? Neyi, ne kadar paylaşıyoruz? Özel yoldaşlık ilişkileriyle mi sınırlandırıyoruz kendimizi yoksa kolektif paylaşımlarda çoğaldıkça çoğalıyor muyuz? Ortamımızda ayrıksılaşmadan, sessiz ama derinden akan bir ırmak gibi kendi renginle var olmak ve diğer yoldaşlarla aynı denizde buluşmak... Bunu kaçımız başarabiliyor? Armoniyi bozan bir tarzı kutsuyor muyuz yoksa? Tüm yoldaşlarla güçlü bağlar kurarken birini diğerinden daha fazla önemser bir tarzdan uzak duruyor muyuz? Kendini anlatmada, kolektif paylaşımlara dahil olma konusunda sıkıntılı olduğunu gördüğümüz, kendi içinde yoğun tartışmalar yürüttüğünü fark ettiğimiz bir yoldaşla ne derece ilgiliyiz? O'nun sorununu sorunumuz bilip yakın durarak hiç anlatmasa bile gözlerimizle onu okşayıp O'nu hissettiğimizi, anlamak istediğimizi gösteriyor muyuz? Yoksa zamanımızın, paylaşımlarımızın büyük oranını uzun zamandır tanıdığımız veya sohbet etmekten mutluluk duyduğumuz sınırlı sayıda yoldaşla mı geçirmeyi tercih ediyoruz? Bizi yöneten duygu nedir burada? Yoldaş sevgisi-sorumluluğu mu yoksa sınırlı dünyalara hapsolmuş, "sorunsuz, rahat" olarak nitelendirdiğimiz cazip dar paylaşım isteğimiz mi yönetiyor?

Kamplar: hepsi

Geniş bir yoldaş topluluğuyla bir eğitim kampında olduğumuzu varsayalım. Bu ortamda süreç bizim dışımızda planlanmıştır. Yönetici ya da komutan yoldaşlar partinin ulaşmak istediği sonuçla bağlantılı olarak ihtiyaçlarımız çerçevesinde eğitimin içeriğini, biçimini, yöntemini, zamanını vb. planlanmıştır. Bunun yanı sıra sabah kalkıştan yemek saatlerine kadar ayrıntılar da belirlenmiştir. Görünürde eğitim alan kadrolara bu eğitim kampında/alanında planlama konusunda bir iş düşmüyor gibidir. Ancak belirlenen plana bağlı kalarak kural veya talimatlara uymak, ortamı esnetecek tavır ve davranışlardan kaçınmak, o eğitime geliş amacını hep zihninde canlı tutarak eğitim ve yaşamla ilişkilenmek, boş vakit-dinlenme anlarında bile yoldaşları düşünsel olarak yoğunlaştırma hedefli sohbetler yaparak kamp ortamını diri tutmak, eğitim veya güncel politikayla ilintili sorular sorup beyin fırtınası yaratmak, bazen güzel bir türküyü hep bir ağızdan söylemek... işte bunlar gibi nice örneği bir eğitim kampı olsa bile yönetici yada komutanların planlaması olanaksızdır. Çünkü ortamımızı devrimcileştirmenin, canlı tutmanın, eğitimi verimli kılmanın bir tarafı partiyse, bir tarafı da o ortamın özneleridir. Yani eğitimi alan yoldaşların sorumluluğudur. Tam da burada devreye eğitimi alan kadroların yapılmak isteneni kavrama düzeyleri, başarma istekleri,öz disiplinleri, yoldaşlık ilişkileri, amaçla kurulan bağın gücü, gündelik yaşamı-ortamı devrimcileştirme iradeleri örnekler yaratma istekleri vb girer. Belki de devrimin ne kadar güncel algılandığının aynasıdır bu ortamlar. Özellikle yoldaş topluluğunun birbirlerini anlama, geliştirme istekleri, o ortamı verimli bir eğimin yapıldığı, mutlu bir devrimciliğin üretildiği, yoldaş sevgisinin büyütüldüğü mekânlara çevirebilir. Tersinden süreç her ne kadar anı anına parti tarafından planlanmış olsa da eğitim kampının özneleri, tam bir kafa açıklığı ile verilen eğitime yoğunlaşmazsa, tartışmaları tüm enerjileriyle dinamikleştirmezlerse, doğal- açık bir biçimde olanca sadeliğiyle duygu ve düşüncelerini paylaşmazlarsa, öğrenme ve öğrendiklerini ortaklaştırmayı baz almazsa, o kampın önemini kavrayamamışlar demektir. Tüm birikim, emek ve hünerlerini bıkmadan- yorulmadan yoldaşlarına akıtmaksızın, parça parça her bir yoldaşta var olan nitelikleri fark etmeksizin, onların bu güzelliklerini kolektifleştirerek toplam bir gelişimin parçası haline getirmeksizin kolektif etkin bireyden söz edilebilir mi?
Böylesine güçlü örgütlenmiş bir eğitim kampında alışkanlıklarını dayatmış, sınırlarına dayanmış, kendisi bakımından "kendiliğinden" bir eğitime dönüşen süreci tersine çevirememiş, kopuşlar yaratamamış, yenilenememiş, aklını ve yüreğini dünden farklı olarak daha üst düzeyde örgütleyememiş, araç-amaç ilişkisini doğru kuramamış olarak kendini var etmiştir. Bir eğitim kampında eğitim ve yoldaş topluluğuyla bu tarz bir ilişkilenişin kişisel gelişimimize ve hatta daha da önemlisi kolektif gelişimimize katkı sunmayacağı çok açıktır. Bu tarz eğitimlerde her yaklaşım, tutum ve davranış yalnızca bireyin kendisini bağlamaz çünkü. Çok daha fazlasıdır. O ana kadar yüksek sesle, yapmadığın tartışmaları özgüvenle yaparkenki yüksek anlama çabası, ilk defa gördüğün- dokunduğun teknik bir aracın (araba, silah, askeri malzeme vb) eğitimine açlıkla, tutkuyla, tüm aklınla ve kaslarınla dalma, birlikte eğitim aldığın yoldaşların ihtiyaçlarını da gözeterek sorular sorup eğitimi güçlendirme, fikirsel ve pratik anlamda dünden gelen alışkanlıklarla en üst düzeyde savaşarak statükolardan arınarak yeni bakış açıları kazanma çabası, ‘faşist rejimin her ayrıntıyı hesap ederek ideolojik, politik, askeri- teknik bakımdan kendini durmaksızın yenilediğini' gerçeğini unutmaksızın her anını öz disiplinle yaşamak, yanı başındaki yoldaşının katettiği zorlu mesafeyi görüp O'nun yenilenme cüretini alkışlama- hissettirme, kadın iradesini hiçe sayacak, kadın yoldaşların özgürleşme savaşında geri tutumlar takınma bir yana, kadın yoldaşların özgür düşünüp özgür tartışmasını ve olmakta olan kadın devrimini sekteye uğratacak her türden söylem, tarz ve davranışı reddederek mahkum etmek, bir kadın komünistin "kadın yoldaşlığı" nı büyütme istemini örnek alma, teoride kabul ettiğimiz, kadının toplumsal eşitsizliğinin sonuçlarının komünist kadınlarda da farklı biçimlerde var olduğu gerçekliğini anlayarak pozitif ayrımcılığı uygulama, kadın devrimini hızlandırmanın partiyi güçlendiren önemli bir halka olduğunu savunma ve öğretilmiş kadın ve ‘erk'ekliğin köklerini kazıma isteğine denk düşen bilinçli tutumlar belirlemek ve daha bir çoğu... Komünist kadro bunları kazanmak, geliştirmek ve paylaşmak için o kamp ortamında yer almıştır kuşkusuz. Ancak partinin dışında kadroların her alanda iradi çabalarıyla kazanılması mümkün olan niteliklerdir. Evet, parti kamp ortamı muazzam devrimci olanaklar sunuyor olabilir belki ama kadrolar ne kadar değerlendirmeye ve bu nitelikleri kazanmaya isteklidir? Peki ya ‘istek' koparıp alma pratiğiyle ne oranda aynılaşıyor? İşte aklın gücü eylemin güzelliğiyle buluştuğu an isteklerimiz anlam bulacaktır.

Duygular

Kişisel devrimci gelişimizi örgütlemenin önemli, bir o kadar da sancılı bir alanı duygularımızı örgütlemek, yönetmektir. Öyle ki mücadele süreçlerimizde turnusol kağıdı gibidir. Yaşadığımız kötü bir durumu, yoldaşımızla yaptığımız herhangi bir tartışma, özeleştiri-eleştiriye yaklaşımımız, aşk ilişkimiz, haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz anlar, yoldaşlarının düşman terörüne maruz kaldığında elinin kolunun bağlı olduğu hissi, çok şey paylaştığın, hatta çoğu zaman aynılaştığını düşündüğün bir yoldaşından ayrılma zorunluluğu...Bu durumlar karşısında nasıl tepkiler veriyoruz? Bir düşünelim, duygusallık mı kazanıyor yoksa umut mu? Hissetmek ama sınırsızca derinden hissetmek... Denizin maviliğine dalar gibi özgürlüğü hissetmek, çıkmaza girdiğini düşündüğün bir anda ya da özel tarihi anlarda bakışlarında zaferi gördüğün şehitlerimizle buluşmak, geceleyin bize göz kırpan pırıl pırıl yıldızlara isimler verip zindandaki yoldaşlarımızı hissetmek, dağların denizlerin ardındaki - yerin yedi kat altındaki yoldaşlarımızı hissetmek, mücadele yaşamının kimi dönemlerinin yirmi dört saatini paylaştığın ve savaş iradeni büyüttüğün yoldaşları delice özlemek, onlarla kucaklaşmalarını düşlemek, yüreğini titreten bir ezgide yada martıların kanadında yarini bulmak gibi hepsi ve daha fazlası biz komünistlerin duygu okyanusunda saklıdır. İşte bu okyanustaki gemi kaptanıdır akıl ve irade. Doğru, duygularımızın derinliği ve yoğunluğu biz komünistlerin güçlü yanıdır kesinlikle. Bunu reddedemeyiz. Ama biliyoruz ki devrimci savaşımımızda ancak ve ancak bilinçle yoğrulmuş bir yürek bizi zafere taşıyabilir. Bir komünisti duyguları, yaşamının merkezinde duran devrimi örgütleme işinde sorumlu kılıyorsa, kendini aşma odaklı, iddialı, verimli ve mutlu bir devrimciliği besliyorsa bu; duyguların doğru yönetimi ve üretimindendir. Ama örgütsel görev ve sorumlulukları "unutturan", disiplinden uzak bir çalışma tarzına zemin sunan, özlem ve isteklerin aklı- yüreği yorarak kişiyi dibe çeken bir prangaya dönüştüğü, hep anlaşılamadığın ruh hali gibi durumlar ise duyguları doğru yönetemeyişin, duygusallığın sonuçlarıdır. Aksi takdirde gemimiz tsunamiye kapılmaktan kurtulamaz.
Süreçleri yönetme işi, aslolarak komünist bireyin belirleyici olduğu, partiyle planlanan koordineli bir iştir. Süreçlerde: komünist partinin planlama gücü ne denli önemliyse komünist kadronun rol bilinci de o denli önemlidir. Parti disiplini ne denli gerekliyse kadronun öz disiplin iradesi de o denli belirleyicidir. Dolayısıyla süreç yönetiminde, zaman olgusunu doğru planlayabiliyorsak, ortamlarımızı (kurum, üs, eğitim kampı vb.) devrimci mekânlara dönüştürebiliyorsak, yoldaşlık ilişkilerimiz özveri ve emeğe dayalı, birbirini tamamlayan, uzlaşmadan geliştiren bir paylaşımı resmediyorsa, hangi mücadele alanında olursak olalım ama öncelikle bir savaş partisi kadrosu olarak "duygularımızın komutanı" olabiliyorsak gerçek anlamda süreçlerimizi doğru yönetebiliyoruz demektir. Partili yaşamımızda doğru yönetilen her süreç sıçramalı gelişimi sağlamıştır. Madem kadroların niteliği komünist partinin niteliği demek o halde fazla vaktimiz yok! Halkların baharına denk düşen Mart-Mayıs sürecini örgütlemeye!



 

 

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Parti Baharı
fc Share on Twitter
 

 

01 Mart 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 70 

Her hangi bir amaç doğrultusunda değerlendirilmeye hazır, kısa ya da uzun erimli zaman dilimidir süreç. Kişiler, toplumlar, kurumlar, örgütler, kadrolar yönetir veya bir parçası olur süreçlerin. Süreç, planlandığı ölçüde işler ve sonuçlanır. Kimi kez bir süreç başlayıp biter, akabinde yeni bir süreç başlar. Kimi kez ise planlanan bir süreç işlerken başka bir süreç de başlayabilir. Yani birden fazla süreç iç içe geçerek birbirini besleyen bir biçimde ilerleyebilir. Süreçler planlı olacağı gibi "kendiliğinden" de yaşanabilir.
Her gerileme, her ilerleme, her yıkım, her kazanım ve tabi ki her devrim... Yani her değişim bir sürecin ürünüdür. Komünistler olarak kişisel gelişim süreçlerimizi ve partimizin gelişim süreçlerini bir düşünelim... Hedefleri net, amaç-araç ilişkisi doğru kurulmuş, gerçekten olması gerektiği gibi süreç planlanıp amaca bağlı yüründüğünde kazanımlar elde ediliyor. Eğer kendiliğinden süreçlerin aktris-aktörü olarak, ortalama bir devrimci yürüyüşle yetindiğimiz süreçlerde ise bırakın sıçramalı gelişimi, yerinde sayma ve hatta gerileme kaçınılmaz oluyor. Demek ki kişisel-örgütsel kazanım ve zafer, süreçlerimizin ne kadar doğru planlanıp güçlü yönetildiğine bağlıdır.
Komünist bir kadronun kişisel gelişiminde (ideolojik- politik-örgütsel-askeri) sınıf bilinci, cins bilinci, devrimci görev ve sorumluluk bilinci/işlerle kurduğu ilişki, devrimci değerleri sahiplenme ve koruma düzeyi, yoldaşlık ilişkisi, yönetici-komutan yoldaşlarıyla kurduğu ilişki, militanlığı, aşka bakış açısı ve yaşayış biçimi, alışkanlıklarını irdeleyerek zaaflarıyla kopuşma iradesi, anını/gününü devrimci tarzda üretimi, yeni insanı yaratma çabası gibi yaşama dair hepsi ve daha fazlası bilinçli bir plan çerçevesinde yönetilen süreç ya da süreçler dizisi ile mümkündür.
Örneğin bir politik kampanya örgütleyeceğiz. Öncelikle kampanya ile neyi amaçladığımızı ortaya koyarız. Bu amaç doğrultusunda kampanyanın ne kadar süreceğini (zaman) , hedef kitlesini ( kadın, gençlik, işçi vb), ona uygun çalışma alanlarını, öncelikli alanları belirleriz. Kampanyanın içeriğine uygun materyalleri netleştirip kaç kadro ile kampanyayı yöneteceğimizi belirleriz. Yaratacağımız siyasi etkiye bağlı olarak örgütsel kazanıma dönük hedefleri de belirleriz. Ancak yalnızca süreci planlayıp başlatmak yetmez. Sürecin işlerliğini takip etmek, denetlemek herhangi bir aksaklığa yerinde, hızlıca müdahalede bulunmak süreci rahatlatan ve hızlandıran hamleler olur. Süreç planlandığı gibi örgütlendiğinde yaklaşık hedeflere ulaşılır. Yine kampanyanın sonuçlarıyla doğru bir ilişki kurulduğunda, yani "hedeflenen neydi, sonuç ne?" tartışması yapılarak dersler çıkarılırsa bir kampanya sürecini yönetmiş ve kazanım elde etmiş oluruz. Amaç, bir kampanyayı doğru örgütleme gerekliliği değildir tek başına. Burada verilmek istenen toplam sürecin yönetiminin önemine dönüktür. Keza iddialar barındırmayan, amaç bulanıklığı barındıran, plansız, disiplinle örgütlendirilmemiş her zaman dilimi kendiliğinden bir sürece dönüşür. Maalesef ki devrimci yaşamımızda kendiliğinden süreçler azımsanmayacak yoğunluktadır. Çünkü sen zamanı yönetmezsen zaman seni yönetir. Kendiliğinden süreçlerde her hangi bir stratejiye bağlı hareket etmediğimiz için anlık, günü kurtarmaya dönük, bir pratik içerisine gireriz. Bu kendiliğindencilik, devrimci yaşamımızın her alanına farklı biçim ve görüngülerde kendini bulur. Mesela sen politika yapmaz/yapamazsan politik gündemlerin peşinde sürüklenirsin. Kadroları yetenek ve ihtiyaçlar kapsamında eğitemez, doğru konumlandırmazsan gelişmeyi örgütsel bir kazanıma imza dönüştüremeyeceğin gibi, kadroların kendi devrimci üretimlerini sağlayacak alanlar da yaratamamış olursun. Toplamda süreci yönetemediğimiz için stratejiden yoksun, anlık karar ve pratiklerle avutucu, zaferden uzak bir zaman dilimi aleyhimize işler. Elde ettiğimiz sonuç ise bol sorunlu ve tartışmalı olmaktan öteye gitmeyeceği gibi, devrimden bir adım daha uzaklaşmış olarak buluruz kendimizi.

Mekan

Yaşadığımız illegal bir parti üssünü düşünelim. Orada ne için olduğunu bir an bile aklından ve yüreğinden çıkarmadan her anını bilinçle örgütlemek birincil şarttır. Güvenlik kuralları, yaşamda öz disiplin, devrimciliği farklı biçimlerde üretme yolları ( okuma-yazma vb.) farklı özel görevlere kilitlenme, vb. buralardaki yaşamın güçlü parçaları hatta olmazsa olmazları olduğu biliniyor. Ancak toplam parti aklıyla aklını birleştirme, duyguda ortaklığı yakalama, bir savaş partisi kadrosu gibi yaşayıp duygulanmayı sağlayacak yol ve yöntemleri bulma-çoğaltma... İşte asıl mesele burada başlıyor! Emperyalist-sömürgeci savaşların en çok kadın ve çocukları vurduğu gerçekliğini teorik tartışmalarımızda çokça vurgularız. Ya da faşist rejimlerin tankı-topu- tüfeğiyle sosyalizmi, eşit, özgür bir dünyayı arzulayan biz komünistlere, işçi sınıfına, ezilen halklara, kadınlara saldırısını yaşar-biliriz. Peki ya bu gerçeğin kabulü duygularımızda, yaşamımızda nelere dokunur, nasıl hayat bulur? Üssümüze astığınız bir resmi düşünün... Ama her sabah uyandığınızda gözlerinizin takıldığı bir resmi. Açlıktan karnı beline yapışmış siyahi bir çocuğun, yüzü yalnızca, kocaman kömür gözlerden ibaret olan aç, çaresiz bakışlarıyla buluşmanızı. Üstüne gelen panzere, gaz bombalarına karşı, yüzünde kızıl fularıyla genç kadın bir partizanın ayaklanan kitleyi yönetişindeki kararlılığı, elindeki molotofu savuruşu ve faşizmin beyninde patlayışı. Sosyalizmin muştusu gibi... Ya da silahına sımsıkı sarılmış bir Kürt gerillasının eli tetikte nişan alışı. Keskin gözlerindeki kin, öfke ve intikam duygusu eylemini başaracağının teminatıdır adeta.
Mekânlarımızın canlı ama sadeliği, düzenli oluşu oldukça önemlidir. Kitap, fotoğraf, radyo, tv vb. mevcut her araç gereç günümüzü örgütlemenin asli bir parçası olabileceği gibi tersinden kendiliğinden bir yaşamın da nesnesine dönüşebilir pekâlâ.
Bir parti okulunu düşünelim. Bu mekânlarda eğitimin niteliğiyle bağı içerisinde oturuş planı, okulun iç dekorasyonu fazlasıyla önem arz eder. Okulda parti bayrağının asılı oluşundan tutun da şehit fotoğraflarıyla donatılmasına kadar bir dizi şey verilen eğitimin ciddiyetle, özenle dinlenmesini sağlar. Kafamızı her kaldırışımızda şehitlerimizin pırıl pırıl gözleriyle karşılaşmak, Onlar' a sözümüz olduğunu hatırlamak, o platforma en üst düzeyde bir katılımı örgütler.
Peki, süreci yönetmemizin önemli bir unsuru değilse nedir ortamlarımızı-mekanlarımızı devrimci tarzda örgütlemek? İşte ufacık gibi gözüken ayrıntılar gün be gün kapitalist düzene olan öfkemizi bilerken devrimci duygularımızı canlı tutmamızın da güçlü bir aracına dönüşüyor. Biz ancak ve ancak "mekân" aracını amacına uygun düzenleyerek devrimci bir mekân yaratabilirsek süreci yönetmenin ana unsurlarından biri olan mekânı, doğru örgütlemiş oluruz.

Ortam

Kişisel devrimci gelişimimiz aynı zamanda yanı başımızdaki yoldaşımızın ve ya yoldaş topluluğunun gelişimi demektir. Paylaştığımız yoldaş ortamları politize etmek, devrimci kılmak hayati değer taşıyor. Çünkü bir sürecin yönetiminde bizim dışımızdaki yoldaş toplamı-ortamı oldukça belirleyicidir. Etkileşim gerekli ve kaçınılmazdır nihayetinde. Yoldaş ortamıyla nasıl bir ortaklık kuruyoruz? Neyi, ne kadar paylaşıyoruz? Özel yoldaşlık ilişkileriyle mi sınırlandırıyoruz kendimizi yoksa kolektif paylaşımlarda çoğaldıkça çoğalıyor muyuz? Ortamımızda ayrıksılaşmadan, sessiz ama derinden akan bir ırmak gibi kendi renginle var olmak ve diğer yoldaşlarla aynı denizde buluşmak... Bunu kaçımız başarabiliyor? Armoniyi bozan bir tarzı kutsuyor muyuz yoksa? Tüm yoldaşlarla güçlü bağlar kurarken birini diğerinden daha fazla önemser bir tarzdan uzak duruyor muyuz? Kendini anlatmada, kolektif paylaşımlara dahil olma konusunda sıkıntılı olduğunu gördüğümüz, kendi içinde yoğun tartışmalar yürüttüğünü fark ettiğimiz bir yoldaşla ne derece ilgiliyiz? O'nun sorununu sorunumuz bilip yakın durarak hiç anlatmasa bile gözlerimizle onu okşayıp O'nu hissettiğimizi, anlamak istediğimizi gösteriyor muyuz? Yoksa zamanımızın, paylaşımlarımızın büyük oranını uzun zamandır tanıdığımız veya sohbet etmekten mutluluk duyduğumuz sınırlı sayıda yoldaşla mı geçirmeyi tercih ediyoruz? Bizi yöneten duygu nedir burada? Yoldaş sevgisi-sorumluluğu mu yoksa sınırlı dünyalara hapsolmuş, "sorunsuz, rahat" olarak nitelendirdiğimiz cazip dar paylaşım isteğimiz mi yönetiyor?

Kamplar: hepsi

Geniş bir yoldaş topluluğuyla bir eğitim kampında olduğumuzu varsayalım. Bu ortamda süreç bizim dışımızda planlanmıştır. Yönetici ya da komutan yoldaşlar partinin ulaşmak istediği sonuçla bağlantılı olarak ihtiyaçlarımız çerçevesinde eğitimin içeriğini, biçimini, yöntemini, zamanını vb. planlanmıştır. Bunun yanı sıra sabah kalkıştan yemek saatlerine kadar ayrıntılar da belirlenmiştir. Görünürde eğitim alan kadrolara bu eğitim kampında/alanında planlama konusunda bir iş düşmüyor gibidir. Ancak belirlenen plana bağlı kalarak kural veya talimatlara uymak, ortamı esnetecek tavır ve davranışlardan kaçınmak, o eğitime geliş amacını hep zihninde canlı tutarak eğitim ve yaşamla ilişkilenmek, boş vakit-dinlenme anlarında bile yoldaşları düşünsel olarak yoğunlaştırma hedefli sohbetler yaparak kamp ortamını diri tutmak, eğitim veya güncel politikayla ilintili sorular sorup beyin fırtınası yaratmak, bazen güzel bir türküyü hep bir ağızdan söylemek... işte bunlar gibi nice örneği bir eğitim kampı olsa bile yönetici yada komutanların planlaması olanaksızdır. Çünkü ortamımızı devrimcileştirmenin, canlı tutmanın, eğitimi verimli kılmanın bir tarafı partiyse, bir tarafı da o ortamın özneleridir. Yani eğitimi alan yoldaşların sorumluluğudur. Tam da burada devreye eğitimi alan kadroların yapılmak isteneni kavrama düzeyleri, başarma istekleri,öz disiplinleri, yoldaşlık ilişkileri, amaçla kurulan bağın gücü, gündelik yaşamı-ortamı devrimcileştirme iradeleri örnekler yaratma istekleri vb girer. Belki de devrimin ne kadar güncel algılandığının aynasıdır bu ortamlar. Özellikle yoldaş topluluğunun birbirlerini anlama, geliştirme istekleri, o ortamı verimli bir eğimin yapıldığı, mutlu bir devrimciliğin üretildiği, yoldaş sevgisinin büyütüldüğü mekânlara çevirebilir. Tersinden süreç her ne kadar anı anına parti tarafından planlanmış olsa da eğitim kampının özneleri, tam bir kafa açıklığı ile verilen eğitime yoğunlaşmazsa, tartışmaları tüm enerjileriyle dinamikleştirmezlerse, doğal- açık bir biçimde olanca sadeliğiyle duygu ve düşüncelerini paylaşmazlarsa, öğrenme ve öğrendiklerini ortaklaştırmayı baz almazsa, o kampın önemini kavrayamamışlar demektir. Tüm birikim, emek ve hünerlerini bıkmadan- yorulmadan yoldaşlarına akıtmaksızın, parça parça her bir yoldaşta var olan nitelikleri fark etmeksizin, onların bu güzelliklerini kolektifleştirerek toplam bir gelişimin parçası haline getirmeksizin kolektif etkin bireyden söz edilebilir mi?
Böylesine güçlü örgütlenmiş bir eğitim kampında alışkanlıklarını dayatmış, sınırlarına dayanmış, kendisi bakımından "kendiliğinden" bir eğitime dönüşen süreci tersine çevirememiş, kopuşlar yaratamamış, yenilenememiş, aklını ve yüreğini dünden farklı olarak daha üst düzeyde örgütleyememiş, araç-amaç ilişkisini doğru kuramamış olarak kendini var etmiştir. Bir eğitim kampında eğitim ve yoldaş topluluğuyla bu tarz bir ilişkilenişin kişisel gelişimimize ve hatta daha da önemlisi kolektif gelişimimize katkı sunmayacağı çok açıktır. Bu tarz eğitimlerde her yaklaşım, tutum ve davranış yalnızca bireyin kendisini bağlamaz çünkü. Çok daha fazlasıdır. O ana kadar yüksek sesle, yapmadığın tartışmaları özgüvenle yaparkenki yüksek anlama çabası, ilk defa gördüğün- dokunduğun teknik bir aracın (araba, silah, askeri malzeme vb) eğitimine açlıkla, tutkuyla, tüm aklınla ve kaslarınla dalma, birlikte eğitim aldığın yoldaşların ihtiyaçlarını da gözeterek sorular sorup eğitimi güçlendirme, fikirsel ve pratik anlamda dünden gelen alışkanlıklarla en üst düzeyde savaşarak statükolardan arınarak yeni bakış açıları kazanma çabası, ‘faşist rejimin her ayrıntıyı hesap ederek ideolojik, politik, askeri- teknik bakımdan kendini durmaksızın yenilediğini' gerçeğini unutmaksızın her anını öz disiplinle yaşamak, yanı başındaki yoldaşının katettiği zorlu mesafeyi görüp O'nun yenilenme cüretini alkışlama- hissettirme, kadın iradesini hiçe sayacak, kadın yoldaşların özgürleşme savaşında geri tutumlar takınma bir yana, kadın yoldaşların özgür düşünüp özgür tartışmasını ve olmakta olan kadın devrimini sekteye uğratacak her türden söylem, tarz ve davranışı reddederek mahkum etmek, bir kadın komünistin "kadın yoldaşlığı" nı büyütme istemini örnek alma, teoride kabul ettiğimiz, kadının toplumsal eşitsizliğinin sonuçlarının komünist kadınlarda da farklı biçimlerde var olduğu gerçekliğini anlayarak pozitif ayrımcılığı uygulama, kadın devrimini hızlandırmanın partiyi güçlendiren önemli bir halka olduğunu savunma ve öğretilmiş kadın ve ‘erk'ekliğin köklerini kazıma isteğine denk düşen bilinçli tutumlar belirlemek ve daha bir çoğu... Komünist kadro bunları kazanmak, geliştirmek ve paylaşmak için o kamp ortamında yer almıştır kuşkusuz. Ancak partinin dışında kadroların her alanda iradi çabalarıyla kazanılması mümkün olan niteliklerdir. Evet, parti kamp ortamı muazzam devrimci olanaklar sunuyor olabilir belki ama kadrolar ne kadar değerlendirmeye ve bu nitelikleri kazanmaya isteklidir? Peki ya ‘istek' koparıp alma pratiğiyle ne oranda aynılaşıyor? İşte aklın gücü eylemin güzelliğiyle buluştuğu an isteklerimiz anlam bulacaktır.

Duygular

Kişisel devrimci gelişimizi örgütlemenin önemli, bir o kadar da sancılı bir alanı duygularımızı örgütlemek, yönetmektir. Öyle ki mücadele süreçlerimizde turnusol kağıdı gibidir. Yaşadığımız kötü bir durumu, yoldaşımızla yaptığımız herhangi bir tartışma, özeleştiri-eleştiriye yaklaşımımız, aşk ilişkimiz, haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz anlar, yoldaşlarının düşman terörüne maruz kaldığında elinin kolunun bağlı olduğu hissi, çok şey paylaştığın, hatta çoğu zaman aynılaştığını düşündüğün bir yoldaşından ayrılma zorunluluğu...Bu durumlar karşısında nasıl tepkiler veriyoruz? Bir düşünelim, duygusallık mı kazanıyor yoksa umut mu? Hissetmek ama sınırsızca derinden hissetmek... Denizin maviliğine dalar gibi özgürlüğü hissetmek, çıkmaza girdiğini düşündüğün bir anda ya da özel tarihi anlarda bakışlarında zaferi gördüğün şehitlerimizle buluşmak, geceleyin bize göz kırpan pırıl pırıl yıldızlara isimler verip zindandaki yoldaşlarımızı hissetmek, dağların denizlerin ardındaki - yerin yedi kat altındaki yoldaşlarımızı hissetmek, mücadele yaşamının kimi dönemlerinin yirmi dört saatini paylaştığın ve savaş iradeni büyüttüğün yoldaşları delice özlemek, onlarla kucaklaşmalarını düşlemek, yüreğini titreten bir ezgide yada martıların kanadında yarini bulmak gibi hepsi ve daha fazlası biz komünistlerin duygu okyanusunda saklıdır. İşte bu okyanustaki gemi kaptanıdır akıl ve irade. Doğru, duygularımızın derinliği ve yoğunluğu biz komünistlerin güçlü yanıdır kesinlikle. Bunu reddedemeyiz. Ama biliyoruz ki devrimci savaşımımızda ancak ve ancak bilinçle yoğrulmuş bir yürek bizi zafere taşıyabilir. Bir komünisti duyguları, yaşamının merkezinde duran devrimi örgütleme işinde sorumlu kılıyorsa, kendini aşma odaklı, iddialı, verimli ve mutlu bir devrimciliği besliyorsa bu; duyguların doğru yönetimi ve üretimindendir. Ama örgütsel görev ve sorumlulukları "unutturan", disiplinden uzak bir çalışma tarzına zemin sunan, özlem ve isteklerin aklı- yüreği yorarak kişiyi dibe çeken bir prangaya dönüştüğü, hep anlaşılamadığın ruh hali gibi durumlar ise duyguları doğru yönetemeyişin, duygusallığın sonuçlarıdır. Aksi takdirde gemimiz tsunamiye kapılmaktan kurtulamaz.
Süreçleri yönetme işi, aslolarak komünist bireyin belirleyici olduğu, partiyle planlanan koordineli bir iştir. Süreçlerde: komünist partinin planlama gücü ne denli önemliyse komünist kadronun rol bilinci de o denli önemlidir. Parti disiplini ne denli gerekliyse kadronun öz disiplin iradesi de o denli belirleyicidir. Dolayısıyla süreç yönetiminde, zaman olgusunu doğru planlayabiliyorsak, ortamlarımızı (kurum, üs, eğitim kampı vb.) devrimci mekânlara dönüştürebiliyorsak, yoldaşlık ilişkilerimiz özveri ve emeğe dayalı, birbirini tamamlayan, uzlaşmadan geliştiren bir paylaşımı resmediyorsa, hangi mücadele alanında olursak olalım ama öncelikle bir savaş partisi kadrosu olarak "duygularımızın komutanı" olabiliyorsak gerçek anlamda süreçlerimizi doğru yönetebiliyoruz demektir. Partili yaşamımızda doğru yönetilen her süreç sıçramalı gelişimi sağlamıştır. Madem kadroların niteliği komünist partinin niteliği demek o halde fazla vaktimiz yok! Halkların baharına denk düşen Mart-Mayıs sürecini örgütlemeye!