Mart - Nisan 2013 / Partinin Sesi / Sayı: 74 Parti, biz kadrolarına "niteliğinizi yükseltin" talimatı verdi. Bu çağrıya yanıt vermemizin yolu kendimizi yeni baştan inşa etmemizden geçiyor. Öncelikle, iktidar hedefli bir partinin kadroları olduğumuzu ve iktidarı almanın nesnel koşullarının çok güçlü olduğu bir dönemden geçtiğimizi hatırlayalım. Bu talimata uyma, dönemi değerlendirme ve hakkını verebilme tartışmasını, 4. Kongremizde karar altına alınan politik askeri partinin kadrosu nasıl olmalıdır sorusuna verilecek yanıttan bağımsız düşünemeyiz. Kuşkusuz ki yanıtlarımız yaşamımızda bir anlama ve değere, yani maddi bir güce dönüşüyorsa asıl amacımıza ulaşmış oluruz. Sonuçta tartıştığımız her şey, bir bilince, pratiğe dönüştüğü oranda anlamlı ve değerlidir. Aksi halde sadece durum değerlendirmesi yapmış ve kaydedicilikle yetinmiş oluruz. Çok doğru şeyler söylemiş bile olsak, bunları yaşam pratiği haline getirmiyorsak, belki iyi bir entelektüel oluruz ama iyi bir devrimci, iyi bir marksist leninist olamayız. En nihayetinde bizi aydınlardan ayıran en temel fark, değiştirme işinin öznesi olmamızdır. Bugün iktidarı almaya odaklanmış bir partinin, politik mücadeleyi özgürce, sınırlanmadan yürütebilmek için gizli örgütlenmesi ve zor karşısında zor kullanması haklı, meşru ve kaçınılmazdır. Buna hayat verecek olanlar kuşkusuz ki partinin kadrolarıdır. Bu kadroların gerilla tarzı yaşamı sürdürüp sürdürmediği, bu yaşam tarzının sorunlarını çözmeye odaklanıp odaklanmadığı temel önemdedir. İktidarı almaya kilitlenmiş bir partinin kadrolarının bu iddiaya uygun bir yaşam tarzına sahip olmaları gerekir. Peki bununla kastedilen nedir veya bundan ne anlamalıyız? İktidar bilinçli partinin kadrosu, günlük yaşamın devrimci üretiminin ne kadar önemli olduğunun bilincindedir. PKK gibi kendine özgür alanlar yaratmış partiler, kendi kültürünü, duruşunu, düşünüşünü, duygulanışını, kısacası ''yeni insan''ını bu alanlarda yetiştirebilir. Biz ise yeni insanı bu sistemin "alanlarında" yaratmak zorundayız. Bu nedenle işimiz hiç de kolay sayılmaz. Çünkü, şu an için, bizim parti üsleri dışında özgür alanlarımız yok. Bu ne demektir? Kapitalizmin günlük; düşünsel, duygusal, ahlaki vb birçok saldırısına maruz kalıyoruz. Farkında olalım ya da olmayalım, devrimciliğimizi nasıl ürettiğimiz asıl olarak günlük yaşamın küçük küçük parçalarında açığa çıkıyor. Ya ait olduğumuz sınıfın kültür ve düşünce sistemi yönetir bizi, ya da yok etmek istediğimiz burjuva kültürün, duygu ve düşüncelerin yaşamımıza nüfuz etmesine engel olamayız. Bu belirleme biraz keskin görünse de, aslında olan tam da budur. Kendi kültürümüzü ve yaşam tarzımızı güçlü, iradi ve bilinçli bir şekilde üretmediğimiz her an, farkında olmasak da, burjuvazinin yerleşeceği limanlar açmış oluruz. Ki bu durum, pratikte, sınıfın devrimci hedeflerine, komünist değerlerine, kültürüne, ahlakına yabancılaşma şeklinde su yüzüne çıkar. İktidar bilinçli partinin kadrosu, hiç kuşku yok ki yerleşikliğe karşı güçlü bir mücadele yürütür. Onu sınırlayan, özgürlüğünü güdükleştiren aile, eş, çocuk, okul, toplumsal statü gibi engeller karşısında devrimci bir pratik sergileme gücü geliştirir. Yaşamındaki hiçbir geri duygu ve düşünceyi gerekçelendirmez, aksine devrimci mücadelenin konusu haline getirir. Ancak adanmış bir devrimcilik iktidar merkezli yaşar. Gerilla tarzı yaşamı vareder. Yerleşik hayata, düzenle kurulmuş köprülere, vasat, yıkıcılığı zayıf tipten devrimciliğe panzehirdir gerilla tarzı yaşam. Tüm aklını, duygularını, yeteneklerini, ve enerjisini düşmana darbe vurmaya odaklamakta pratikleşir. O nedenle de, partinin bir işaretiyle düzenin sunduğu ''ayrıcalıklardan'' bir çırpıda vazgeçebilmek ve yeni duruma hızla geçiş yapabilmek gerilla tarzı yaşamı varedenler için doğaldır. Böyle bir kadroyu hangi engel durdurabilir. İktidar bilinçli partinin kadrosu, olumsuzluklardan yakınmaz, onlarla mücadele eder. Hangi sorun olursa olsun, o sorunun çözümü konusuna odaklanır. Bir yoldaş şöyle demişti: ''sana bir durumun olmazını anlatan çok olur, ama asıl mesele, nasıl olur hale getirileceğini tartışmaktır.'' Tam da böyle. Yaşanan tüm sorun ve sıkıntılara, "nasıl çözebiliriz, nasıl aşabiliriz" duygu ve düşüncesiyle yaklaşmak pratiğimize damgasını vurmalıdır. Bugünkü ihtiyaç, her birimizin kendimizi daha fazla özneleştirmemiz ve devrimin, partinin ihtiyaçlarına yanıt olabilmemizdir. Bunun için yerleşik yaşam alışkanlıklarıyla sınırlanma, sorunları dışımızda görme, işaret edip seyretme, çözümün gerektirdiği özverilerden uzak durma, riskten kaçma ve aynı çerçevedeki tutumlardan kopuşmak zorundayız. Bu temelde koparıp alma tarzını ve ruhunu geliştirebiliriz. Bunun dönemin en önemli ihtiyaçlarından biri olduğunu hangimiz reddebiliriz ki? Değerlerine, tarihine bağlılık, sorunları aşmada hiç kuşkusuz yol göstericimiz olacaktır. Şöyle kabaca bir tarihimize baksak bile, nice başarılar, başarısızlıklar, zaferler, yenilgiler çıkacaktır karşımıza. Değerlerden sözettiğimizde, hiç kuşkusuz ki, ilkin şehitlerimiz karşısındaki sorumluluklarımız gelmelidir aklımıza. Bu ideolojik ve politik bir güç kaynağı ve kılavuzdur. En karanlık anlarda bile ışık olurlar ve şehitlerimizin aydınlattığı yoldan yürürüz, hiç şaşırmadan. Bilincimizin bulandığı veya ne yapacağımızı bilemediğimiz anlarda onların yaşamları rehber olur bize. Erdal'la, gencecik oluşumuza aldırmadan bir üst geçitte bayraklaşırız. Güneş yoldaşla, gülümser ve bombamızı fırlatırken düzenle aramızdaki köprülere, politik askeri kadro olmanın anlamıyla buluşuruz. Ali Karahan'la mesleki statüleri ve konformizmi elimizin tersiyle iteriz. Özgür'le aşkla dövüşmenin sırrına ereriz. Hasan ve Süleyman yoldaşlarla cehennemleri yenmeyi, can bedeli savaşmada duraksamamayı yaşarız. Ali Haydar'la en önde dövüşmenin, cüretin, hem nefer, hem komutan olmanın onurunu paylaşırız. Zeynel'le emekçiliğin ve sadeliğin doruklarında dolaşırız. Işık yoldaşla düşmana inat yaşamayı, inatla üretmeyi, bir tekerlekli sandalyede bile partinin, devrimin gelişiminin sorunlarıyla uğraşmayı nefesleriz. Hüseyin yoldaşla, ''ilk ben olmalıyım'' diyerek, özneleşmenin, baş eğmemenin, zafere kilitlenmenin zaptedilmez anlamıyla buluşuruz. Tuncay ve Kayacı yoldaşlarla, meydan okur, aşılamayacak engel olmadığını, akışın yönünün değiştirilebileceğini gösteren ateşler tutuştururuz. Özkan'la, genç bedenimizi sarsıcı bir haykırışa, bir barikata çeviririz karanlık günlerde. Ahmet Metin'le tepeden tırnağa devrim ve irade kesiliriz. Yılmaz'la, bayraklarımızı yükseltmeye, yeni yollar açmaya koşarız. Yasemin yoldaş ise genç yüreğiyle haykırır bize, geriliklere teslim olmayın, savaş açın, komutanı olun yaşamın, daha yapılacak çok şey, çok eylem var diye. Anlam, ışık, güç, irade ve özneleşme şehitlerimizin armağanıdır bize. Biz de devrim sözüyle kucaklarız onları. İdeallerini gerçeğe dönüştürmek için ter dökeriz. Umudu büyütürüz eylemimizde. İktidar bilinçli bir partinin kadrosu neden umut ve irade olması gerektiğini bilir. Bu, bugün, çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Çünkü burjuvazi, faşist düşman, devrimcilerin, komünistlerin, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin umudunu yok etmeye, iradesini kırmaya odaklanıyor öncelikle. Çünkü iradesi kırılmış, umudunu yitirmiş insanları ya da kitleleri yönetmek çok daha kolaydır. Umutsuzluk, enerjisizlik, iddiasızlık üretir. İrade kırılması, imkanlardan güç çıkarmayı ve tüm varlığınla savaşmayı önler, olmazcılığı egemen kılar, yaratıcılığı öldürür, hayal gücünü boğar! Kitlelerin düzene, rejime öfke duyduğu, hatta ondan nefret ettiği koşullarda bile umut ve irade somut bir örgütlülükte, bir harekette cisimleşmiyorsa egemenler yönetmeye devam ederler. İşte tam da parti burada anlam taşır. Hesap sorulacağı ve adaletin sağlanacağı umudu olamazsa, bunca şeye rağmen topluma baktığımızda suskunlukla, örgütsüzlükle, "cinnet" halleriyle, ezilenin ezilene bireysel şiddetiyle yüz yüze geliriz. Artan intihar ve üçüncü sayfa haberleriyle karşılaşırız. Partinin umut olmayı başardığı durumda ise kitleleri oluşturan o seyirci durumundaki kadın ve erkekler yaşamlarını bir amaçla, yeni bir hayat, yeni bir dünya hedefiyle buluşturlar, birer savaşçıya dönüşürler. Özcesi iradeleşirler. Aslında umutlu olmak umudu büyütmek için o kadar çok nedenimiz var ki. Şöyle kabaca bir sıralayacak olsak önümüze kocaman bir liste çıkar. Kabaran öfkeye baktığımızda bile nesnel koşulların bizden yana olduğunu görürüz. Ki zaten bundan dolayıdır ki düşman polisiyle, askeriyle, yargısıyla vb tüm militarist güçleri ve baskı mekanizmalarıyla en vahşi şekilde saldırıyor, umudu büyütecek olan devrimcilere, komünistlere. Ya da işçi sınıfına ve ezilenlere. Arap halklarının bağrından fışkıran ayaklanmalar nasıl ki, yüreği halklar adına atan herkesi mutlu etmiş ve içimizdeki umudu büyütmemize yardımcı olmuşsa, aynı ayaklanma düşmanı da korkuya sürüklemiştir. Ya da Rojava'daki ulusal devrim, nasıl ki tüm Kürt halkını, yüreği devrim ateşiyle yanan herkesi sarıp sarmalıyorsa, düşmanı da o kadar telaşa sürüklüyor. Kürdistan'da bugün halkın serhıldana duruşunu, PKK'yi ve lideri Öcalan'ı sahiplenmesini, yek vücut oluşunu özgürlük ateşini büyütmesini coşkuyla ve eylemlerimizle selamlıyorsak, aynı durum düşmanın iradesini daha fazla kıran bir duruma dönüşüyor. Yukarda kabaca sıraladığımız bu kadar olumlu koşullara rağmen biz komünistleri başarı kazanmaktan alıkoyan nedir? "Başarı", çünkü, sürece bakan herkes, dönemin en acil görevlerinden birinin başarı kazanmak olduğunu görür. Tam da burada haklılık ve meşruluğumuza duyduğumuz güvenin önemi gündemleşir. Parti hiç kuşkusuz ki büyük iddialarla yola çıktı. Bu iddiaları gerçeğe dönüştürmeye öncülük edecekler de parti kadroları, yani bizleriz. Bizi yanyana getiren biricik neden devrim yapmak fikri ve eylemi değil midir? Bugün gelişimimiz açısından Denizler, İbrahimler, Mahirler çok özel bir anlam ve değer taşırlar. Onlara dönüp baktığımızda -kuşkusuz ki o dönemin kendi özgünlükleri vardır-, ruh halleri ve düşünce dünyaları dikkat çeker. Örneğin; ''devrimi ne zaman yapacaksınız" sorusuna, "erikler çiçek açtığında'' diyecek kadar ferah ve kararlıdırlar. Haliyle de yaşamlarını bu temelde düzenlerler. Örgütse örgüt, silahsa silah, politikaysa politika, o dönemin ihtiyacı her neyse, herşeyi ama herşeyi sonuna kadar yapma iradesini kuşanmışlardır. Ya da Che'ye baktığımızda ne görürüz? Küba devriminin öncü kadrolarındandır biridir. Devrimci Küba'nın bakanlarındandır. Bolivya'daki gerilla hareketinin lideridir. Bir komutan, bir savaşçıdır. ''Gerçekçi ol imkansızı iste'' diyerek cüreti, devrimci iyimserliği kuşanarak sürdürür devrimciliğini. O yokluğa ve olanaksızlığa boyun eğmez. En zor koşullarda bile umudu asla kırılmaz. İşte bu yüzdendir ki hala genç devrimcilere ışık tutmaya devam eder. Devam edelim. Bugün devrim ne istiyor bizden? Emek istiyor. Emeğini sabırla sunmayı ve planlı hareket etmeyi istiyor. İnsanla, kendimizle, yoldaşlarımızla ya da yaptığımız herhangi bir işle cömert bir emekçilikle ilişkilenmeyi istiyor. Başladığın işi sonuna kadar götürmeyi istiyor. Aksi takdirde niyetimiz ne olursa olsun yüzeyselleşmekten kurtulamayız. Bugün devrim ne istiyor bizden? Özne olmayı ve en önemlisi yüzünü geleceğe dönen bir yürüyüşün sahibi olmamızı istiyor. Kuşkusuz ki bu yürüyüşte hatalar yapılacak, yanlışlar da. Hiç şüphesiz ki mükemmel peşinde koşmuyoruz. Mesele büyük hatalardan kaçınmasını bilmekte, yanlışlarını hızla düzeltebilmekte, başarısızlıklardan başarı için gerekli olanı bulup çıkarmakta, tüm olumsuz durumlarla, "ilerlemek için şimdi ne yapmalıyız" sorusu temelinde hesaplaşabilmektedir. "Devrim ya ruhumuzdadır ya hiçbir yerde" diye bir söz vardır. Tam da o sözdeki gibi ruhumuzdaki devrim ateşini daha güçlü harmanlama zamanıdır şimdi. Hiç kuşkusuz ki bunları yapabilmek yılmaz bir savaşçı olmaktan geçer. Şimdi gücümüzü haklılık ve meşruluğumuzdan alarak ve kendimizden başlıyarak sınırları yıkma zamanıdır. Bugün devrim bunu istiyor.
Yasemin Ronahi
|