Rojova'da devrimci süreç in ilerlemesi; kapsamlaşması ve derinleşmesi, aynı zamanda Suriye'de iç savaşta taraflar arasındaki güç dengesinde değişim ve Türkiye'den devam eden "barış süreci" Batı Kürdistan'da Kürt sorunu ve hareketinin yeniden ve daha yoğun tartışılmasına neden olmaktadır. 01 Ağustos 2013 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 130 Rojova'da devrimci sürecin ilerlemesi; kapsamlaşması ve derinleşmesi, aynı zamanda Suriye'de iç savaşta taraflar arasındaki güç dengesinde değişim ve Türkiye'den devam eden "barış süreci" Batı Kürdistan'da Kürt sorunu ve hareketinin yeniden ve daha yoğun tartışılmasına neden olmaktadır. Batı Kürdistan'da Kürtler ne yapmışlardı da bu denli yoğun tartışmaların ve devlet tarafından düşman algılanmasının nedeni olmuşlardı? Suriye'de iç savaşın başlamasından sonra bu savaşa taraf olmamışlar veya her iki taraf karşısında ayrı bir taraf olarak kalmayı doğru bulmuşlar ve bir sene önce, 19 Temmuz 2012'de "otorite" boşluğunu doldurarak, kendi kendilerini yönetmek için adımlar atmışlardı. Bu bir özyönetim yapılanmasıydı. Ne var ki, Türk burjuva devleti Batı Kürdistan Kürtlerinin PYD önderliğinde birleşmesini ve kendi kendilerini yönetmek için kurumlaşmalarını Türkiye'nin çıkarları açısından kabul edilemez addetmişler, bunu tehlikeli bir gelişme olarak algılamışlardır. B. Esad'ın oyununa gelinmemeli Suriye'nin birliği ve bütünlüğü savunulmalı türünden söylemler AKP hükümeti tarafından sürekli dillendirilmiştir. Hükümet, PYD'nin Esad rejimiyle ortaklık içinde hareket ettiğini sürekli vurgulamıştır. Ayn zamanda Batı Kürdistan'da özerklik yapılanmasını engellemek, Kürtlerin kontrolündeki alanların ellerinden alınması için El Nusra güçlerini desteklemekten geri kalmamıştır. Rojava'daki gelişmeler veya Batı Kürdistan varlığı Türk burjuvazisinin de öğrenme yeteneğinden yoksun olmadığını göstermektedir. İstemeyerek de olsa, geç de olsa, işine gelmese de, gülünç duruma düşene kadar dirense de öğreniyor. Küçümsememek lazım, "kart-kurt"tan Kürtlerin varlığını kabul eden bir hakim sınıfla karşı karşıyayız. Bölgemizdeki gelişmeler, bölgesel ve bölgemize yansıyan uluslararası güç dengeleri, bu çerçevede Kürt ulusal hareketinin mücadelesi, Kürtlerin artık uyutulamayacağını, kolay kolay baskı altına alınarak sindirilemeyeceğini, mutlaka dikkate alınması gereken bir aktör olduğunu göstermiştir. Kürtleri klasik sömürgeci statüde tutmanın olanakları tükeniyor; bu onların mücadelelerinin bir sonucudur. Güney'de merkezi hükümetle bazen sorunlu da olsa bir biçimde kendi kendini yöneten bir federal yapı oluştu. En "sessiz" parçayı oluşturan İran'da da Kürt halkı bölgesel ve bu bağlamda diğer parçalardaki gelişmelere kayıtsız kalmıyor. Kuzey'de on yıllarca süren direniş şimdilik meyvesini "barış süreci" olarak veriyor. Rojava, özerk yönetimi gerçekleştirme açısından en güncel deney veya gelişme olarak ortaya çıkıyor. Ve bu bakımdan da oldukça önemli oluyor. Kürtler Suriye'deki kanlı boğazlaşmanın dışında kaldılar, onbinlerce insanın katledilmesine ortak olmadılar. Ülkedeki iç savaş ortamının beraberinde getirdiği, ortaya çıkardığı çelişkilerden yararlanarak geçen yılın Temmuz ayından bu yana kendi yönetimlerini oluşturmaya başladılar. Toplumsal yaşamı düzenlemek için atılan adımların yanı sıra, hakimiyet kurdukları bölgeyi korumak için de savunma güçleri oluşturdular. Mevcut haliyle Rojava, Suriye'de can ve mal güvenliğinin sağlanabildiği, demokrasinin uygulandığı tek bölge konumundadır. Türk burjuvazisini rahatsız eden asıl neden de budur. Türkiye'de bastırmaya çalıştığı özerklik talebinin uygulanabilirliğinin Batı Kürdistan'da gösterilmesidir. Bu nedenle El Nusra ve benzeri El Kaidecilerin Kürtlerin otorite sağladıkları bölgelere saldırmaları hiç tesadüfi değildir. AKP hükümetinin Suriye'deki gelişmelere doğrudan ve hızla müdahale etme nedenlerinin başında Batı Kürdistan'da Kürtlerin Güney'de olduğu gibi bir statü oluşturmalarının önünü almaktı. Ama olmadı. Suriye'de gelişmeler AKP hükümetinin beklentilerine cevap verecek biçimde gelişmedi. Uzayan iç savaş koşullarında Rojava'da Kürtlerin örgütlenmesini ve kendi kendilerini yönetmeye başlamalarını engelleyemedi. Amacına ulaşmak için başka yol ve yöntemlere daha açık bir şekilde baş vurdu: İçeriden yıkıcılığa, sabotajlara başvurdu. Başından beri AKP hükümetinin amacı Rojava'da Kürtlerin elde ettikleri özgürlüğü ve bunu özyönetimle kurumlaştırma ve geliştirmek çabalarını tasfiye etmekti. Bu nedenle başta El Nusra olmak üzere İslamlık adı altında örgütlenmiş birçok gurubu, Rojava'da sağlanmış özyönetimsel barışçıl ortama istikrarsılaştırmak için ısrarla desteklemiştir. Bu grupların savaş için gerek duydukları araçlar ve olanaklar AKP hükümeti tarafından sağlanmaktadır. Bu olanaklara ve sırtını Türkiye'ye dayayan bu El Kaideci gruplar bölgede Kürtlere karşı savaşa sürülmekteler. AKP, bu amaç için başta El Nusra güçleri olmak üzere El Kaideci güçleri kullanmaktadır. Onları her bakımdan (lojistik, silah vs.) desteklemeye başladı, yaralılarını tedavi etmek için sınırları açtı. Bu da işe yaramadı. Bu sefer de, bir taraftan PKK ile "barış süreci"ni devam ettirirken, diğer taraftan Batı Kürdistan'da Kürt oluşumuna karşı medya üzerinden yeni bir savaş başlattı: Kürtler sınır kapılarını ele geçiriyorlar, oldu bittiye getirerek kendi düzenlerini kuruyorlar, Suriye'nin birlik ve bütünlüğünü dikkate almıyorlar. Onların yaptıklarını kabul edemeyiz, kırmızı çizgilerimiz var türünden atışlarla Kürtlere karşı şovenizmi ve düşmanlığı örgütlemeye devam etti. Ama bu tehditler de sonuç vermedi ve sonunda AKP hükümeti Batı Kürdistan Kürtlerinin temsilcisi olan PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile görüşmek zorunda kaldı. Bu görüşme sürecinde hemen öncesinde ve sonrasında A. Davutoğlu'nun Batı Kürdistan, PYD ve El Kaideci gruplar üzerine yaptığı açıklamalarında belli bir üslup değişiminin olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye sorununun üç noktaya indirgiyor: Batı Kürdistanlı Kürtler Esad rejimiyle işbirliği yapmamalılar, muhalefet cephesinde açıktan ve fiili olarak yer almalılar ve üçüncü olarak da, oldu bittiye getirerek, Suriye'nin birliğini ve bütünselliğini göz önünde tutmayarak ayrımcı yapılanmaya gitmemeliler ve Türkiye'nin güvenliğine zarar veren faaliyet içinde olmamalılar. Salih Müslüm'ün burjuva basına yansıyan açıklamalarına göre AKP hükümetini aydınlatmış: S. Müslüm, Rojava'da geçici bir yönetimin kurulması konusunda anlaşmaya varıldığını; toplumsal yaşamın örgütlenmesinde bir otorite boşluğunun olmaması gerektiğini; Rojava halkının ihtiyaçlarının karşılanması için bir sivil yönetimin kurulmasının zorunlu olduğunu; böyle bir sivil yapılanmanın toplumun tüm kesimlerini içine alacak şekilde yani Kürtlerden, Araplardan, Süryanilerden, Türkmenlerden, her kesimin katılımıyla olması gerektiğini ve muhataplarının buna olumlu yaklaştıklarını, kabul ettiklerini açıklıyor. Ayrıca, El Nusra ile çatışmalar bağlamında muhataplarının "Nusra sadece sizin düşmanınız değil, tüm Ortadoğu 'nun ve bizim de düşmanımızdır" dediklerini de açıklıyor. Devlet, "El Nusra'nın Türkiye'den Batı Kürdistan'a geçiş yaptığını kabul ediyor ve önlem almak için söz veriyor." Anlaşılan o ki, Türkiye'nin Rojava ve PYD'ye bakışında değişim olmuş, Türkiye "yardım sözü" vermiş. Her halükarda bu görüşme, Güney Kürdistan'da ve Kuzey Kürdistan'da olduğu gibi Batı Kürdistan'da da Kürtleri ciddiye almak zorunda kalmıştır. Bunun anlamı şudur: Rojava'ya saldırı bütün Kürtleri birleştirmek anlamına gelir. Batı Kürdistan'ı tehdit, "barış süreci"ni tehlikeye sokar. Suriye'de Kürtleri ve örgütlenmelerini artık yok sayamazsınız. Rojava Kürtleri olmaksızın B. Esad rejimini yıkamazsınız.
El Nusra'nın Kürtler karşısında aldığı yenilgi, aslında AKP hükümetinin aldığı bir yenilgi ve Rojava politikasının iflasıdır. Dahası, devlet "Türkiye El Kaide'yi destekliyor" görüntüsünden kurtulmaya çalışmaktadır. Kürtlere karşı kullanılan silah geri tepmiştir.
|