Taraf gazetesinin 2004 yılına ait MGK (Milli Güvenlik Kurulu-Türk burjuva devletinde asker, sivil bürokrat ve hükümet üyelerinin yer aldığı ve cumhurbaşkanının başkanlık ettiği bir kurul. Devletin iç ve dış politikalarını oluşturur ve hükümete “tavsiye”lerde bulunma adıyla dayatılır. Son yıllara kadar askeri vesayet bu kurul üzerinde yürütüldü.) kararlarını yayınlanmasıyla AKP ve Cemaat (F. Gülen cemaati kendisini hizmet hareketi olarak niteler. Ve hocaefendi olarak hitap edilen F. Gülen ABD de yaşamaktadır. Dünya’da 135 ülkede okul ve vakıfları bulunmaktadır. Türkiye’de toplum üzerinde manevi ve siyasi bir etkisi vardır. Polis ve yargıda, basında, okullarda ve üniversitelerde kadrolaşması küçümsenemez.) arasında süregelen çelişki ve çatışmalar derinleşti, tırmanışa geçti. Anlaşılan o ki, köprüler atıldı, kılıçlar çekildi.
“Kamu ihalelerine fesat karıştırma ve rüşvet” iddiasıyla 50′ye yakın kişi gözaltına alındı ve engellenen yeni gözaltı listeleri ortaya çıkmaya devam ediyor. Bakan çocukları, işverenler, Halk bankası müdürü de gözaltına alınanlar içinde yer alıyor. Yolsuzluk zincirinin başbakan T. Erdoğan’a ulaşması engelleniyor. Soruşturmalar süreci polis, yargı ve hükümet arasında tam anlamıyla bir meydan savaşına dönüşmüş, fiili çatışma ve dalaşlarla sürüyor, öyle ki, kendi yaptıkları yasaların bir hükmü kalmamıştır. Böylece “temiz siyaset ve yolsuzluklara karşı olmak” adına tek başına hükümet eden AKP, yolsuzluk ve rüşvetle suçüstü oldu. İhale yolsuzluğu ve rüşvet olaylarında ele geçirilen para 100 milyar dolar gibi. Bunun üzerine hükümette üç bakan istifa etti. Ve yine AKP’den üç milletvekili de istifa etti. İstifalar devam ediyor. AKP hükümeti, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının önüne geçmek için F. Gülenci polis müdürleri, savcıları ve valileri görevden aldı, bazı yasal düzenlemelerle operasyonların önüne geçmeye çalışıyor. Böylece %50 oy oranı ile hükümet eden AKP, bir “bir çözülme” ve gerileme sürecine girmiştir. 30 Mart 2014 gerçekleşecek yerel seçimlere kadar varlığını sürdürürse, seçim sonuçları hükümetin geleceğini de belirleyecektir. Türkiye’de bir rejim krizi, bir devlet krizi yaşanmaktadır.
17 Aralıkta patlak veren “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonları ülkenin gündemini tamamen değiştirdi.
Oysa AKP ve Gülen Hareketi arasında bir nevi “kutsal ittifak” kurulmuştu: önlerindeki en büyük engeli ordu ve onun belirlediği siyasi yapılanma oluşturuyordu: Cemaat ve AKP, ordunun gücünü kırmak için ortak hareket ettiler ve ordunun politik etkisini; onun varlığına, gücüne dayanan faşist diktatörlüğün “askeri vesayet” düzenini gerilettiler. Anlaşılan o ki, “ganimeti” paylaşmakta anlaşamadılar. Siyasi ve iktisadi çıkarlar, onları bir iktidar dalaşı ve çatışması içerisine sokmuş bulunuyor.
Dershanelerin kapatılması meselesi, bardağı taşıran son vesile damlası olmuştur. Uzlaşma sağlandı sanılırken Cemaat saldırı hazırlıklarını tamamlayarak, AKP-Hükümetini en zayıf noktası olan yolsuzluklar konusunda vurmak için harekete geçti. Ama işin tuhaf yanı Gülen Hareketinin şimdiye kadar yolsuzluklar konusunda dikkate değer bir duyarlılık göstermemiş olmasıdır. Yani yolsuzluk denizi olan bu ülkede şimdiye kadar neden bir tepki gösterilmedi de şimdi gösteriliyor? Bırakalım tepki vermeyi Deniz Feneri soruşturmasının üstünün örtülmesine yardımcı olmuştur. Cemaat'in bürokrasideki unsurları yolsuzluk konusunda şimdiye kadar AKP-Hükümetini zora sokacak bir hareket içinde olmamışlardı. Aksine Cemaat yetkilileri de bu yolsuzluk ve rüşvet bataklığının içinde yüzüyorlardı…
Cemaat, AKP-Hükümetine karşı başlattığı saldırılara veya aralarında süren ve giderek şiddetleneceğe benzeyen “siyasi savaş”a yolsuzluk ve rüşvet üzerinden meşruiyet kazandırmaya çalışıyor.
Gülen Hareketi ne denli güçlü olursa olsun doğrudan AKP ve hükümeti hedef alan bu türden bir saldırıyı tek başına gerçekleştirecek durumda değildir. Egemen sınıfların “ulusalcı” kliği ve “Ergenekon”cularla belli bir “işbirliği” içinde hareket etmektedir (1). Cemaat, AKP'ye karşı “Ancien” rejimin güçleriyle beraber hareket ediyor. Belki de bu devam edecek ve gittikçe şiddetlenecek bir “savaş cephesi” olabilecektir. Birkaç sene öncesinin amansız düşmanları şimdi ortak “düşman”a karşı devlet erkini paylaşmak için ortak hareket içindeler.
“Yolsuzluk ve rüşvet” operasyonu, başbakan T. Erdoğan’ın tek lider ve otorite olma politikalarına karşı Cemaatin mevzilerini koruma ve güçlendirme hamlesi olarak da görülebilir. Yolsuzluk ve rüşvet gibi geniş yığınların duyarlılığına hitap eden bir konunun operasyonun merkezine konması Cemaat'in hükümeti siyasi olarak yıpratarak iktidar mücadelesinde hamle yapmak istediğinin açık ifadesidir.
Aslında bu bir gelecek çatışmasıdır: 7 Şubattaki Cemaat'in MİT üzerinden hükümete saldırısından Cumhurbaşkanlığı seçimine (2014) kadarki hükümet ve Cemaat arasındaki bütün çatışmaları iktidar kavgasının birer yansıması olarak görmek gerekir.
F. Gülen Hareketinin mücadele anlayışı ve örgütlenmesi, onun bürokrasi üzerinden, bürokrasiyi ele geçirerek iktidar olmak istediğini göstermektedir. Bu hareketin tarihi şimdiye kadarki hareket tazının devlet içinde, bürokraside operasyon yapmak olduğunu göstermektedir. Bu hareket açıktan siyaset yapmıyor ve açık alanda siyasetle pek ilgilenmiyor. Bunun yerine gücünü kullanarak başka partilere kendi siyasetini yaptırmayı dayatıyor, ama esas işlerini, esas “siyaset”ini devlet organlarında, bürokrasi içinde örgütlenerek ve buraları ele geçirerek yapmaktadır. Bugün için amacına yönlendirecek derecede ele geçirdiği yargı-polis ittifakı ile ulaşmaya çalışmaktadır.
Ne var ki Cemaat'i tek başına hareket eden bir yapılanma olarak görmek tamamen yanlış olur. Gülen Hareketi sadece yerli bir oluşum değildir; onun bu denli güçlenmesinde ve hükümete kafa tutacak hale gelmesinde dış bağlantılarının büyük katkısı inkar edilemez. Bu bakımdan Gülen Hareketi aynı zamanda başka güçlerin hesabına da çalışan bir oluşumdur. Klasik anlamda emperyalizme bağımlı ülkelerde hükümetlerin şu veya bu emperyalist güce veya bloğa bağımlı olduklarını, onların çıkarlarına ters düşecek şekilde hareket edemeyeceklerini söyleriz. Bu doğrudur. Ama hükümet dışında Cemaat gibi oluşumlar da şu veya bu emperyalist gücün, somutta da ABD emperyalizmi adına, kendi çıkarlarının gözetilmesi adına hareket ediyorlar.
Tabi bu operasyonları devlete hakim olmak için güçler arasındaki bir “meydan savaşı” olarak görebileceğimiz gibi, bu savaşı uluslararası politikadan, en azından Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren gelişmelerden ayrı olarak ele alamayız. Örneğin Ortadoğu, İran, Suriye politikalarından ayrı ele alamayız.
AKP-Hükümetinden, onun iç ve dış politikasından kim neden rahatsız oluyor da bu hükümetin devrilmesi ya da geriletilmesini istiyor?
Burada öncelikle rahatsız olan Amerikan emperyalizmi ve onun güdümündeki İsrail'dir.
ABD, AKP-Hükümetinin İran ve Irak politikalarına tepki duyuyor ve bunu dile getiriyor. ABD, hükümetin Mısır politikasına, darbecilere karşı aldığı tavırdan dolayı rahatsız. ABD, Türkiye'nin Suriye politikasıyla her bakımdan aynı düşüncede değil. Bütün bu rahatsızlığa İsrail'in geleceği için kaygısını da katmak gerekir. Dolayısıyla bu çerçevedeki Türkiye politikası İsrail'in geleceğini doğrudan ilgilendirdiği için ABD ve İsrail mevcut hükümetten rahatsızlar.
ABD aynı zamanda Türkiye'nin Rusya, Çin gibi emperyalist ülkelerle ilişkisini geliştirmesinden de oldukça rahatsız. Bunun ötesinde Türk burjuvazisinin birçok Afrika ülkesi, G. Kürdistan’la kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkiler de emperyalist ülkeleri, uluslararası tekelleri rahatsız etmektedir
Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Bu saldırılar devam edecek gözükmektedir. Bu demektir ki, sonuçlarını yerel seçimlerde göreceğiz. AKP'nin bundan yara almadan kurtulma şansı yok. Sürekli yolsuzluğa karşı mücadeleden bahseden, bundan dolayı da oy alan AKP'nin kendini yolsuzluk, rüşvet çukuru içinde bulması ve bunun inkar edilecek bir yanının kalmaması onun açısından bir felakettir. Cemaat'in başlattığı yıpratma, itibarsızlaştırma operasyonu etkili bir biçimde işliyor.
Diğer taraftan sadece hükümet değiliz, aynı zamanda devletiz de diyen AKP, devlet içinde, dış güçlerle ilişkili olarak kendisine karşı adeta ayaklanan bir yapılanmanın ortaya çıkmasıyla herhalde şok geçirmiştir. Ne de olsa “devlet içinde illegal bir örgüt”ü veya “devlet içinde devlet”in varlığını telaffuz edenler Başbakan'dan ve Başbakan yardımcısı olan B. Arınç'tan başkası değildir. Erdoğan’ın büyük bir öfkeyle bunları kökünü kazıyacaklarından, bunun için “inlerine kadar inecekler”inden bahsederek Türkiye’de yeni bir dönemin başlayacağını anlatmaya çalışıyor. Devleti, sızmış unsurlardan, kendi çıkarları için kullanmaya çalışanlardan; o zaman için “Ergenekon”culardan temizleyeceğini, şeffaflaştıracağını hemen her vesile ile dile getirmişti. Demek ki, devleti, devlete sızmış güçlerden temizleyememiş veya yolsuzlukların, rüşvetin önünü alamamış, yani şeffaflaştıramamıştır. Bu sefer bu martavalı kimse yutmaz!
Cemaat ile kendi arasındaki bu “meydan muharebesi”nde AKP “mağdur” konumda değildir; orduya karşı mücadelesinde “mağdur”luktan çok yararlandı, ama şimdi durum tamamen değişik.
Açık ki, burada “yolsuzluk” ve “rüşvet” kılıfı altında Türkiye'nin Erdoğan'lı AKP-Hükümetinde kurtulması ve politikasının yeniden dizayn edilmesi istenmektedir. Cemaat bunun yürütücüsü konumundadır.
Söz konusu olan aynı zamanda, ön plana “rüşvet” ve “yolsuzluk” çıkartılmış olsa da aslında yapılan doğrudan bir siyasi operasyondur. Zira, Türk burjuva devletinde gelmiş geçmiş bütün hükümetler yolsuzluk ve rüşvet bataklığına batmışlardır. CHP, MHP gibi faşist ve gerici partiler bunun dışında değildirler. Onlar da kirli ve karanlıktırlar.
Olayın kendisi sistemin ve rejimin ne denli çürümüş, kokuşmuş olduğunu göstermektedir. Görgüsüzlerin, hırsızların, insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyenlerin ama utanmadan dini bütünlük taslayanları bu dünyasını yıkmak için koşullar her zamankinden daha elverişlidir. Burjuvazinin kendi arasında devleti paylaşma veya tamamen ele geçirme mücadelesi siyasal bir krize dönüşmüştür. İşte bu kriz, her zamankinden daha çok, daha kolay hesap sorma ortamı yaratmıştır. Devrimci hareket ve partimiz MLKP, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenlere çağrısı: kendi kaderlerini ele alacak ve kendi iradelerinin ürünü olacak devrimci demokratik bir halk iktidar kurma savaşıdır…Bunun için sokağa, eyleme çağrısıdır. Birleşik devrimci bir cephenin oluşturulması ve mücadele içinde büyütülmesi çağrısıdır…Bugün bunun nesnel zemini, devrimci dinamikleri, olanakları ve koşulları vardır, devrimci ve komünist güçlerin öncülüğünü beklemektedir….
*
1) Örneğin ortada hiçbir işareti yokken M. Balbay'ın ve arkasında da Çevik Bir de dahil “28 Şubat” davasından yargılananların tahliyesi; Fethullah Gülen'in 'Yaşlı başlı adamları içeride tutuluyor' türünden açıklaması ve arkasından gelişen tahliyeler böyle bir işbirliğinin olduğunu göstermektedir. (M. Balbay’ın tahliyesiyle sonuçlanan yargı süreci jet hızıyla işletildi. Ama aynı yargı, tamamen aynı hukuki durumun söz konusu olmasına rağmen BDP’li vekilleri serbest bırakmadı. Böylece Cemaat, AKP-Hükümetine ben de bir gücüm mesajı vermiş oluyordu).
Yakın zamanda CHP lideri K. Kılıçdaroğlu ABD yi ziyaret etti ve aynı zamanda F. Gülen cemaati ile görüşmeler yaptılar…öyle görünüyor ki, yerel seçimlerde cemaat’in desteğini almış gibi. İstanbul’da CHP ‘nin belediye başkan adayı M. Sarıgül’ü destekleyebilirler…
|