YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Zamanın Dizginlerini Tutmak

Zamanın ruhu, bizi zamanı çok yüksek bir düzeyde örgütlemeye çağırıyor. Yeni bir devrimler çağında, sıçramalar dönemindeyiz. Partimizin devrimci durum tespiti koşullarında kendi eksikliklerimizi hızla kapatmamız, donanımımızı güçlendirmemiz ve emeğimizi yoğunlaştırmamız gereken bir akışın içindeyiz. Boş geçen her saati, her dakikayı, her anı kendimizden ve devrimden çalıyoruz. Devrimci hareketin görece durgun yahut kendiliğinden ilerlediği zamanlarda değiliz. Her bir mücadele dinamiği hareketin ırmağını coşturup kabartıyor. Kabarıp taşan kitle hareketi devrimin sonsuz maviliğine dökülüyor.


Dönemin ihtiyaçlarına yanıt olacak biçimde kendimizi donatmada, eksikliklerimizi tamamlamada ne durumdayız? Kendimize, duruma, “an”a müdahale mi ediyoruz, yoksa akıp gidişini izleyip bir gün daha kendimizle barışık kaldığımız için vicdan terazimize bir yük daha bindirip ağırlaştırıyor muyuz durumumuzu?


Parti her cephede kendisini üst düzeyde kurma ve devrimci hareketin merkezinde politika yapma eylemi içinde. Buna cevap olmak için akıl ve fiziki enerjimizi yeni bir düzeyde seferber ederken kendimize daha fazla yoğunlaşmamız gereken bir dönemdeyiz. Geniş zamanlarımız yok, böyle bir kendiliğindenciliğe de tahammülümüz yok. O halde zamanın dizginlerini ele geçirmek zorundayız.


Bir komünistin yaşamının tüm anları devrim mücadelesinin hizmetindedir. Profesyonel devrimciliği

tanımlarken 24 saatini devrimci görevler için değerlendirebilmek diye bir vurgu vardır. Yani salt pratik politik görevler değil, belki daha da fazla günlük yaşamın nasıl örgütlendiğinde ortaya çıkıyor devrimcinin niteliği. Özellikle kitle faaliyeti yürütmeyen birimlerde, alanlarda zamanı örgütlemek daha büyük anlam ve önem kazanıyor. Sokakta yürütülen faaliyeti “iş” olarak görüp, üslerde yürütülen faaliyete “iş” gözüyle, görev gözüyle bakılmadığı, bu ciddiyetle yaklaşılmadığı durumda nitelikli bir üs yaşamı ve nitelikli bireysel ve kolektif çalışmalar yürütülemez. Yaşamın bütününün politik olduğu, ideolojinin esasen “günlük” yaşam ve ilişkilerdeki ayrıntılarda anlam kazandığı bir an dahi unutulmamalıdır. Kendiliğindencilik ve zayıf disiplinle örülü bir gündelik yaşamla güçlü bir devrimcilik üretilemez.


***

A alanındaki bir yoldaş bileşiminde yer aldığı organla yaptığı planlar kapsamında önüne görevler çekip belirlenen zaman dilimlerinde yaptığı, plana bağlı kaldığı için, yahut görevlerle doğru bir ilişki kurduğu için durumundan memnun olabilir. Peki bu yoldaşımız bu görevlerin yanı sıra şu toerik konu, şu teknik mesele, X yoldaşla sohbet, B alanın sorunlarına dair düşünüp öneriler sunma gibi gibi konuları da planına ekleyip zenginleştirse idi acaba bunu gerçekleştiremez miydi? Peki bu durumda yoldaşın yaptığı çalışmayı nasıl değerlendireceğiz? Yoldaş disiplinli, yaptığı planlara bağlı, sorumluluk sahibi bir yoldaş mı diyeceğiz? Bir yönüyle evet ama büyük oranda eksik. Planlamalarımızda partimizin perspektifleri doğrultusunda ve bulunduğumuz alanın ihtiyaçları çerçevesinde irade büyük oranda bize aittir. (Bizim dışımızdaki iradeler yahut geniş birleşik mücadele ihtiyaçları ve görevleri dışında elbette.) Yapabileceklerimizin sınırı bizim kafa

ve beden gücümüzün sınırlarına kadar genişleyebilir. Bir güne bir görev koyup ondan sonrasını dinlenme ve hazırlanma zamanı olarak da değerlendirmek mümkün. Ama daha sıkı bir plan ve daha yoğun görevler koyduğumuzda da üstesinden gelebiliyorsak neden bir günde yapabileceklerimizi üç güne yayalım.


Peki yoldaş nasıl yapmalı? Önce kendini sorgulamalı. Kendi pratiğine iyimser yaklaşmamalı. Eleştirelliği ön planda tutmalı. Devrimin kadrosu nasıl olmalı sorusunu sormalı kendisine sık sık. Kendi gelişimine ve emeğine sınırlar koymamalı, ufkunu geniş tutmalı. Devrim deneylerinden öğrenmeli, önder kişiliklerin yaşamlarını nasıl örgütlediklerini incelemeli. Ve hatta karşıdevrimin resmi örgüt ve kadrolarının zamanla kurduğu ilişkiye bakmalı. Yıkıcı gücü ancak böyle inşa edebilir.


Zamanın nitelikli kılınmasında amaç açıklığı bir diğer önemli etken. Kendimizde ve partide neyi inşa etmek istiyoruz? Neye müdahale etmek istiyoruz? Ne üzerine çalışacağız? Ya da hangi sosyal

ihtiyaçlarımız hangi kültürel gereksinimlerimiz var. Bunları nasıl çözeceğiz? Burada ne yapmak istediğimize net cevaplar vereceğiz. Örneğin bireysel eğitim kapsamında şu kitabı okumayı önüme aldım. O halde diğer çalışmalarımı da düşünerek onu şu kadar zamanda bitirmeyi planlayacağım. “Planlar uygulanmak için vardır.” öyleyse uygulayacağım. Bitmemişse kendime sorular soracağım. Planlamam gerçekçi değil miydi? Zamanımı doğru değerlendirmedim mi? Kendimi yeterince zorlamadım mı? Uykumdan ya da şu ya da bu andaki sohbetten bir süre feragat etmeyi göze almadım mı? O zaman bunları tartışacağım ve yeniden durumumu gözden geçireceğim. Ama bunu uzun zamanlara bırakmayacağım. An an, gün gün bir özdenetim içinde olacağım.


Dağınıklık zamanı örgütlemede bir diğer sorun. Bir ağaç kütüğünü kırmak için elimize aldığımız baltayı her seferinde farklı bir noktaya vurursak sonuç ellerimizin kabarması ve o kütüğün bir türlü kırılamamasıdır. Oysa tek bir noktaya ve sistemli vurduğumuzda o kütüğün ısrarlı darbelere dayanmasına olanak yoktur. İlkinde de kütüğü kırmaya çalışan birini görürüz, ikincisinde de. Ama fotoğrafa biraz yakından bakarsak işin ikincisinde daha az enerjiyle ve daha hızlı çözüldüğü görülür. O zaman çalışmalarımızda nokta atışları yapacağız. Nereye hangi yöntemle nasıl yöneleceğimizi bileceğiz. Süreklilik ve ısrar çizgisi izleyeceğiz. Yaşamımıza ne kadar çok şeyi sığdıracağımız, ne kadarına etkin müdahale edeceğimiz, kendimizde ne kadar şeyi biriktireceğimiz, ömür dediğimiz göreli zamanın içinde bize bağlı. “Bir insan ömrünü neye vermeli” diye yeniden sormuştu Rezan yoldaş. Sahi, ömrümüzü, her parçasıyla zamanı neye veriyoruz?

Filiz Özgür


*****

Arap Halkının Yiğit Komünist Neferinin Bayrağı Ellerimizde


İnsanca bir yaşam düşü kurup, adil, özgür, ezme ve sömürme ilişkilerinin olmadığı bir dünyanın izini sürmekle başlayan arayışı, Halil Aksakal, parti adıyla Mazlum Aktaş yoldaşı komünist saflarla buluşturdu. Ezilmenin birçok boyutunu yaşayanlarımızdandı. Bu topraklarda hala hor görülen Arap halkından olması nedeniyle, alevi inancından olması nedeniyle, emekçi ve yoksul bir aileden gelmesi nedeniyle, değişik devrimci yapılardan yakınları ve şehitlerinin olmasından düşmanın

süreklileşen baskıları nedeniyle ezilme ve sömürülmenin her türünü yaşamıştı. O'nu yeni bir yaşam arayışına iten yeterli nedenlere sahipti Halil-Mazlum yoldaş. Arayışlarına cüretli yanıtlar verdi, komünist saflarda örgütlendi ve bunun hakkını da verdi. Hep en iyisini yapmaktı amacı. Sıkıntılarını yaşasa da bu zorlu hedefinin, hep ileri yürüdü, kendi devrimine yürüdü.


Ailesine katkıda bulunma zorunluluğu erken yaşta eğitimi bırakıp emek sürecine girmesine neden olmuştu. Onlarca farklı işte çalışırken aynı zamanda devrimci faaliyetler içinde yer aldı. Ek gelir sağlamak için Antakya sahillerinden topladığı taş ve kabuklardan takılar yapıp sattı. Uzun süre kitle faaliyeti yürüttü Arap Alevi toplumu içinde. Canlı, dinamik yapısı, düşman karşısındaki militanlığı Arap Alevi gençliğinde bir saygınlık yarattı. Komünistlerin Arap halkı içinde yeni mevziler kazanması için emeğini sakınmadı. Tek başına kaldığı, ekonomik sorunlarla uğraştığı oldu, ancak kitle kurumlarını faal tutarak, ezilen Arap halkı için bir adres kılma iradesini bir an bile elden bırakmadı.


O güne değin bu barbar sistem ve uzantılarınca maruz bırakıldığı sömürü, ezilme ve şiddetin hesabını sorma isteğindeki güç, yoldaşı özgür faaliyetlerle buluşturdu. Durmadı yoldaş, daha ilerisini hedefledi. İzini sürdüğü insanca yaşamın inşaa alanlarına, devrim coğrafyasına döndü yüzünü. Güçlü bir tarihsel mirası sırtlayarak Rojava Devrimi'ne katıldı. Çok etkilendiği ve izini sürdüğü Serkan Tosun yoldaşın Mazlum adını ve Arap komünisti Ali Aktaş'ın soyadını alarak geçmişle bugünü, Kürt halkıyla Arap halkını, düşle gerçeği, devrimle militan pratiği buluşturdu. Partinin Rojava Devrimine katılım çağrısına anında yanıt olma isteğindeydi. Rojava konusunda sürekli ısrar etti. Serkan yoldaşın ölümsüzleşmesinin ardından ise Halil yoldaşın isteğinin önünde durmak imkansızlaşmıştı. Partinin ve devrimin ihtiyaçlarıyla ortaklaştığı andan itibaren de, bu isteği kendine bir yol buldu. Serkan'ın silahını istiyordu, Serkanca bir pratik sergilemeyi düşlüyordu.


El becerileri ve sabırlı emeği Halil yoldaşı önce devrimin askeri üretim cephesiyle buluşturdu. Bir süre zor araçları üretiminde yer alarak devrime büyük katkılar sundu. Ardından Serkan Tosun Taburunun bir savaşçısı olarak Rojava kantonlarının, tecavüzcü faşist çetelere karşı savunulmasında etkin görevler üslendi. Arap halkın yaşadığı bölgelerin katil DAİŞ'ten temizlenmesi hamlesinin en önünde yer alan savaşçılardan biri oldu. Kendi halkı için, Kürt halkı için, dünya halkları için sürdü mermisini namluya. İsteği hep buydu. Devrimci zor aygıtlarının dolayımsız bir parçası olmak, bu barbar düzenin her türden uzantısına karşı savaşmak. "Serkan yoldaşın silahını yerde bırakmayacağım" diyordu, öyle de yaptı. Serkan'ın ideallerini yeni cephelerde bayraklaştırdığı gibi,

silahının da hakkını vererek yürüdü düşmanın üstüne. Arap halkının militan bir komünist evladı olarak Rojava devriminde ölümsüzleşti. Partimizin Rojava devrimine armağan ettiği, Arap ulusundan ilk üyesi ve gerillası oldu. Antakya'nın Rojava'da ölümsüzleşen ilk Arap Alevi devrimcisi olma onuruna erişti.


Kültürüne sıkı sıkı sarılırdı yoldaş. Alevi damarı güçlüydü. Dilini unutmamak için kendi kendine Arapça konuştuğu olurdu. "Meryem", "Beyrut" gibi güzel arap ezgileri söylerdi. Az badireler atlatmadıkları bir kadın yoldaşımızla Ahmet Kaya'dan "Kendine İyi Bak" şarkısının harika bir düetini yaparlardı. Düş Sokağı Sakinleri'nden söyleyip kuşak farkı olan yoldaşların şaşkın bakışlarına mazhar olurlardı. Herşeyle ritm tutabilirdi yoldaş. Bir teneke, bidon, tabak farketmezdi müzik yapmak için. Yaşadığı tüm zorluklara karşın komünist saflarda mutlulukla savaşmayı başaran bir militandı.


Duygularıyla yaşayan bir insandı Halil yoldaş. Her olayı, sorunu, duyguyu "uçlarda" yaşardı adeta. Küçük bir paylaşım onun saatlerce anlatabildiği bir değer kazanırdı gözünde. Bir isteğini gerçekleştirerek onu günlerce mutlu edebilirdiniz. Bir bakardınız kabına sığmaz bir mutluluk taşardı kelimelerinden, hareketlerinden, sesinden. Oradan oraya gider, bağıra çağıra şarkılar söylerdi. Hep birşeylerle uğraşması gerekirdi. Mutluluğunu bu taşkınlıkta yaşarken acıları da bundan payını alırdı. Canını yakan birşey olduğunda bir kaç gün, yetiştirdiği sebzelere, ağaçları yontarak yaptığı küçük şeylere verirdi kendini. Onlarla konuşurdu. Çekip çıkarmak gerekirdi o vakit O'nu oradan. Yeni niteliğimizi kendinde var etmenin sancılarını yaşadığına tanık olurduk. Kadın Devrimi çizgisine gelme, kadın özgürlük anlayışının bir militanı olmada nasıl da zorlanıyordu. Olması gerekenlere göre kendini örgütlemeye çalışıyordu, emeğini veriyordu ama yeniydi birçok şey O'nun için. Yenilik demek biraz da zorluk demekti Halil yoldaş için, sancılı süreçler, yanıbaşında yoldaş isteği demekti.

Duygularını her durumda yansıtan güçte yaşıyordu Halil yoldaş. Ancak O'nu asıl yöneten güçlü bir komünist bilinçti. Sarsılmaz bir komünizm inancı hayat veriyordu pratiğine. Devrimin militan bir savaşçısı, partinin donanımlı bir gerillası olmak için elinden geleni yapıyordu. Dinlediği, okuduğu her bilgi onda bir güce dönüşüyordu. Bir tartışma gücüne sahipti. Yazmayı ise sevmezdi, zorlanırdı. Her hücresiyle "Stalinist"ti. Stalin'e eleştiriniz varsa yoldaşın gözüne görünmemek gerekirdi. Halil yoldaş renkli bir kişilikti. Gerillaya da hayli yenilik katma iddiasındaydı. Çevresini bolca şaşırtan bir yoldaştı. Bir esprisi, ciddi söylediği birşey, bir davranışı ama neredeyse yaptığı çoğu şeyle ortamlarımıza renk katardı.


Arap, Alevi, yoksul, devrimci oluşu nedeniyle maruz kaldığı baskı ve sömürü, güçlü olmak zorundalığının bilincini yaratmıştı yoldaşta. Hayli özgüvenli olmaya çalışırdı. Çok iddialıydı bu nedenle. Osya, ezilmişliğin çok katmanlı hali, her birimizin özgüvenini parçalaması, kimliğimizde zayıf noktalar açması gibi Halil yoldaşı da etkilemişti. Her birimizde olan değişik kaygıları, zayıflıkları vardı O'nun da. Ve yine her MLKP'li gibi, bu kaygılarından daha güçlü olan bir şey taşıyordu yüreğinde. Devrim düşü. Komünizm hayali. Devrimi bizzat yaşama isteği. Serkanlaşarak devrimciliğini yüceltme kararlılığı. Adanmışlık ve feda ruhu... Asıl önemli olan da buydu. Yaslandığı asıl güç buydu. Tam da bu nedenle Halil yoldaşı yöneten, sorunları, kaygıları değil komünizm idealini Kürdistan'da bayraklaştırma bilinci oldu. Arap halkının, Rojava topraklarında özgürlük ve onur için savaşan militan bir gerillası olabilme düşü oldu. Değişmesi gerektiğine inandığı bu barbar sistemin ancak devrimle yıkılacağına olan inancı nedeniyle devrimin sıcak ateşine döndü yüzünü. Bedenini, aklını ve emeğini devrime kattı. İnsanlık için atan yüreğini, büyük insanlık savaşının verildiği coğrafyaya armağan etti.


Şimdi devrimciliğinin serpilip geliştiği topraklar kucaklıyor o büyük yüreğini. O güzel yüreğinde büyüttüğün düş, bu kez senin izini süren kendi halkından gençlerin, kadınların yüreğinde filizlenecek, büyüyecek. Onurlu savaşınla devrime çok şey kattığın gibi, onurluca direnişin ve ölümsüzlüğünle Arap alevi halkının bağrında yeni mücadele neferlerinin örgütleyicisi olacaksın. Komünizm düşünün, devrim inancının, devrimi an'da yaşama istek ve cüretinin, ezilenlerin dayanışma inceliğinin, Arap bilincinde Kürdistan devrimiyle empatinin yolunu aydınlatan

bir meşale olacaksın.

Serçe Delil


Güneş Yolcusu Kalmasın


Bir “ama”sı, bir kusuru olur her birimizin, arasak buluruz. Lakin bulmakla da azalmaz “ama”lar; onu da biliriz. Yaşamak gerekir, eylemek gerekir. Çaba harcamak gerekir. Böylece her gün yeni bir şey öğrenmenin, öğrenecek olmanın tadına varırız. İşte buna yol, kendimize de yolcu deriz.


Ve hakikat yolculuğu başlar. Yanyana gelişlerimiz soruların, tartışmaların uçuştuğu mecralara dönüşür. Ne çok da konuşuruz. Ne kadar da konuşacak şeyimiz olur. Her seferinde bambaşka konular, bambaşka sorular vardır. Çünkü önceki konular, iki sohbet arası geçen sürede yanıtını aramış, bulmuştur. Yolculuk ise sürmektedir.


Yolculuğumuz neşelidir. Salıncağa binmiş çocuklar gibi güleriz, bağıra bağıra. Öyle güleriz işte. Gören şaşar halimize, ayıplar; “ne biçim gülüyor bunlar hiç medeniyet görmemişler mi” der. Medeniyetleri olmaz üzerimize, iki beden küçük gelir. Olmadık yerlerde, olmadık şeylere güleriz. O kadar ciddiye aldıkları yaşamlarıdır en çok güldürten bizi. Bizimse, onlarınki gibi inciğine boncuğuna kadar hesaplanmış bir yaşamımız olmamıştır hiç. O tarzda, o içerikte kıymetli olmamıştır. Bu yüzden çoğu zaman erken ölürüz.


Bazen de ağlarız. Hiç belli olmaz neye, ne zaman ağlayacağımız. Gider kurda kuşa ağlarız. Kendimize ağlamayız, ayıpsarız. Yani sağımız solumuz belli olmaz pek. Biraz "çılgınızdır" yani. Gelip gideriz. Ee, olacak o kadar, kolay değil.


Onları düşünürüz sık sık. Onlar yürek yaramız, sabır taşımız, en kıymetlilerimizdir. Öfkeleniriz, öfkeleniriz. Hesap sormak isteriz. Ve yumruklar aynı sertlikte sıkılır, hesapları sorulmalıdır! O sıra gözümüze ilişir eli kanlı bir faşist. Mesela Veli Küçük, Muammer Güler, Tayyip Erdoğan ya da Ebu Ali! Özgecan'ın, Ethem'in, Hasan'ın, Avaşin'in, Suruç şehitlerinin katili mesela. Katil önümüzdedir. Korkmaktadır. Suratına tükürürüz ilkin, rahatlarız.

Soluk soluğa bekleriz bir süre. Sonra ansızın bir silah patlar... Patlayan silah elimizdedir. Katil ölmüştür. Ansızın, birden bire ölmüştür. Artık o yoktur. Soluk almaya başlarız kesik kesik. Sonra soluğumuz sakinleşir. Defalarca ama defalarca tekrarlarız bu sahneyi yumruklarımızın sıkılı olduğu o altmış saniyede.


Öyle işte, kınımızdan sıyrılmayalım bir kez. Kınımızdan sıyrıldıkmı kimse duramaz önümüzde. Denizler gibi kabarır da patlar öfkemiz. En sert kayalar duramaz önümüzde, un ufak olur.


Yani anlayacağınız gencizdir, genç yaşarız yaşamı. Bakmayın kimimizin saçının ağarmış olduğuna, gençtir yolculuklarımız, taş çatlatırız. Tarihimiz de gençtir, atılımlarımız da. Üniversitelerde arabalar yakar, yanki kovalarız. Zaferler kuşağını, birlik devrimini böyle yaratmışızdır, genç kalarak, gençleşerek, meydanları, mahalleleri zaptederek. Bugün Rojava devrimimizi, Haziran ayaklanmamızı genç aklımız, genç yüreklerimiz yükseltmekte, kanlarıyla bu iki devrimi birleştirmektedir. Çünkü gelecek gençtir, biliriz.


Evet. Partimiz gençtir, gençlerin partisidir. Avaşin'in, Cebrail'in, Yasemin'in, Sinan'ın Yunus Emre'nin, Okan'ın, Büşra'nın ve artık saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok gencin partisidir. Genç olduğu için de aşırı ihtiyatlı değildir; ataktır. “Büyük ve olgun” düşünceleri kısıtlamaz eylemini; onun önünü açar. Çünkü düşündüğü yalnızca ama yalnızca düşleridir. Delidolu düşlerdir; “nesnel koşullar”a boyun eğmez. O düşler ki, hep birşeyler eylemek ister. Eylediğiyle konuşulsun ister.


Kazanmak için fakat kaybetmeyi göze alarak girer kavgaya. Risksizlik, "sağlamcılık" onun yürüyüşünde yer bulamaz. Gençtir çünkü. Kanı kaynar. Yerinde duramaz birşey yapmalıdır, mutlaka birşey. İki kardeş, aşık iki sevgili, liseli kafadarlar, anne-çocuktan daha yakındır yoldaşları, daha değerlidir. Üzerlerine titrer. "Teorisiyle" boğulanlarla zaman kaybetmez. Yalın düşünür, duyguları, yaşamı bulanık değildir. Sözleri de öyledir, nettir. O sebepten, gençleri çağırır öncelikle saflarına.


Evet, o halde çağrı gençleredir. En çok da komünist gençleredir. En iyi onlar anlar ne demek istediğimizi. Onlar paylaşır hislerimizi. Vakit savaşma vaktidir.


Bu savaş onur savaşımızdır. Özgürlük savaşımızdır. Barbarlığa, tiranlığa karşı savaşımızdır. Haklıdır, gereklidir, zorunludur, kaçınılmazdır. Ve bunu bilenlerin savaşmak dışında yapacağı hiç birşey, gerçek hazlar vermez. Çünkü hiçbiri hakikate yakınlaştırmaz. Sadece oyalar, zaman geçirtir. Zamanı geçen, oyalanan birey, yaşlanmaya başlar; mutsuz olur. Yaptıklarından mutsuz olur. Yaşlandığından mutsuz olur. Oysa kopuşmak gerekir. Bilindiği, konuşulduğu gibi, gerçekten istenildiği gibi, çocukken olduğu gibi yaşamak gerekir. Böyle yaşanılınca mutlu olur insan, özgür olur. Rojava'da savaşarak örneğin, ferahlar, nefes alır.


Öyleyse vakit, nefes nefese, bağıra bağıra, durmaksızın savaşma vaktidir. Öyle bir savaş ki, yerle bir edecek düşmanı, yere çalacak maskesini. Ve çıplak kalacak soytarı krallar, padişahlar. İşte o gün bir kez daha ferahlayacağız. Öyle bir savaş, öyle bir zafer ki, asırlar boyu anlatılacak, dilden dile dolaşacak.


Çağrımız böyle bir savaşa yüreği yetenleredir. Çağrımız, çağrıyı duyunca tüyleri ürperenleredir. Gençlere, genç kalanlaradır. Çağrı, partili olma çağrısıdır. Parti aklıyla, parti enerjisiyle ve parti adaletiyle birlikte savaşma çağrısıdır. Deli dolu düşlerin askerleri, komutanları olma çağrısıdır. Savaşarak özgürleşme çağrısıdır. Ölümsüzlerimizin yolunda bir şehitler partisi, ölümsüzler partisi yaratma çağrısıdır.


Partiyi bulmak zor değildir. Arayan herkes bulur. Silahıyla, bayrağıyla siperlerdedir, beklemektedir sizleri. Partimiz sokaklarda, işgallerde, barikatlarda, dağlardadır. Partimiz, nerede olduğunu bildiğiniz tellerin hemen ardındadır. Yeriniz hazır. Hakikat ve özgürlük savaşımızda yerinizi alın. Silahınız hazır. O gün, işte bugündür. Özgürlüğe koşma günüdür. Şimdi sokağa çıkın ve içinde olduğunuz düzene dair midenizi bulandıran ilk şeye güçlü bir tokat atın. Ve sonra yapmakta olduğunuz herşeyi bırakıp yolculuğumuza katılın. Güneşe yolculuğumuza.

Çağdaş Azad 

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN........YOLDAŞLARDAN
fc Share on Twitter
 

Zamanın Dizginlerini Tutmak

Zamanın ruhu, bizi zamanı çok yüksek bir düzeyde örgütlemeye çağırıyor. Yeni bir devrimler çağında, sıçramalar dönemindeyiz. Partimizin devrimci durum tespiti koşullarında kendi eksikliklerimizi hızla kapatmamız, donanımımızı güçlendirmemiz ve emeğimizi yoğunlaştırmamız gereken bir akışın içindeyiz. Boş geçen her saati, her dakikayı, her anı kendimizden ve devrimden çalıyoruz. Devrimci hareketin görece durgun yahut kendiliğinden ilerlediği zamanlarda değiliz. Her bir mücadele dinamiği hareketin ırmağını coşturup kabartıyor. Kabarıp taşan kitle hareketi devrimin sonsuz maviliğine dökülüyor.


Dönemin ihtiyaçlarına yanıt olacak biçimde kendimizi donatmada, eksikliklerimizi tamamlamada ne durumdayız? Kendimize, duruma, “an”a müdahale mi ediyoruz, yoksa akıp gidişini izleyip bir gün daha kendimizle barışık kaldığımız için vicdan terazimize bir yük daha bindirip ağırlaştırıyor muyuz durumumuzu?


Parti her cephede kendisini üst düzeyde kurma ve devrimci hareketin merkezinde politika yapma eylemi içinde. Buna cevap olmak için akıl ve fiziki enerjimizi yeni bir düzeyde seferber ederken kendimize daha fazla yoğunlaşmamız gereken bir dönemdeyiz. Geniş zamanlarımız yok, böyle bir kendiliğindenciliğe de tahammülümüz yok. O halde zamanın dizginlerini ele geçirmek zorundayız.


Bir komünistin yaşamının tüm anları devrim mücadelesinin hizmetindedir. Profesyonel devrimciliği

tanımlarken 24 saatini devrimci görevler için değerlendirebilmek diye bir vurgu vardır. Yani salt pratik politik görevler değil, belki daha da fazla günlük yaşamın nasıl örgütlendiğinde ortaya çıkıyor devrimcinin niteliği. Özellikle kitle faaliyeti yürütmeyen birimlerde, alanlarda zamanı örgütlemek daha büyük anlam ve önem kazanıyor. Sokakta yürütülen faaliyeti “iş” olarak görüp, üslerde yürütülen faaliyete “iş” gözüyle, görev gözüyle bakılmadığı, bu ciddiyetle yaklaşılmadığı durumda nitelikli bir üs yaşamı ve nitelikli bireysel ve kolektif çalışmalar yürütülemez. Yaşamın bütününün politik olduğu, ideolojinin esasen “günlük” yaşam ve ilişkilerdeki ayrıntılarda anlam kazandığı bir an dahi unutulmamalıdır. Kendiliğindencilik ve zayıf disiplinle örülü bir gündelik yaşamla güçlü bir devrimcilik üretilemez.


***

A alanındaki bir yoldaş bileşiminde yer aldığı organla yaptığı planlar kapsamında önüne görevler çekip belirlenen zaman dilimlerinde yaptığı, plana bağlı kaldığı için, yahut görevlerle doğru bir ilişki kurduğu için durumundan memnun olabilir. Peki bu yoldaşımız bu görevlerin yanı sıra şu toerik konu, şu teknik mesele, X yoldaşla sohbet, B alanın sorunlarına dair düşünüp öneriler sunma gibi gibi konuları da planına ekleyip zenginleştirse idi acaba bunu gerçekleştiremez miydi? Peki bu durumda yoldaşın yaptığı çalışmayı nasıl değerlendireceğiz? Yoldaş disiplinli, yaptığı planlara bağlı, sorumluluk sahibi bir yoldaş mı diyeceğiz? Bir yönüyle evet ama büyük oranda eksik. Planlamalarımızda partimizin perspektifleri doğrultusunda ve bulunduğumuz alanın ihtiyaçları çerçevesinde irade büyük oranda bize aittir. (Bizim dışımızdaki iradeler yahut geniş birleşik mücadele ihtiyaçları ve görevleri dışında elbette.) Yapabileceklerimizin sınırı bizim kafa

ve beden gücümüzün sınırlarına kadar genişleyebilir. Bir güne bir görev koyup ondan sonrasını dinlenme ve hazırlanma zamanı olarak da değerlendirmek mümkün. Ama daha sıkı bir plan ve daha yoğun görevler koyduğumuzda da üstesinden gelebiliyorsak neden bir günde yapabileceklerimizi üç güne yayalım.


Peki yoldaş nasıl yapmalı? Önce kendini sorgulamalı. Kendi pratiğine iyimser yaklaşmamalı. Eleştirelliği ön planda tutmalı. Devrimin kadrosu nasıl olmalı sorusunu sormalı kendisine sık sık. Kendi gelişimine ve emeğine sınırlar koymamalı, ufkunu geniş tutmalı. Devrim deneylerinden öğrenmeli, önder kişiliklerin yaşamlarını nasıl örgütlediklerini incelemeli. Ve hatta karşıdevrimin resmi örgüt ve kadrolarının zamanla kurduğu ilişkiye bakmalı. Yıkıcı gücü ancak böyle inşa edebilir.


Zamanın nitelikli kılınmasında amaç açıklığı bir diğer önemli etken. Kendimizde ve partide neyi inşa etmek istiyoruz? Neye müdahale etmek istiyoruz? Ne üzerine çalışacağız? Ya da hangi sosyal

ihtiyaçlarımız hangi kültürel gereksinimlerimiz var. Bunları nasıl çözeceğiz? Burada ne yapmak istediğimize net cevaplar vereceğiz. Örneğin bireysel eğitim kapsamında şu kitabı okumayı önüme aldım. O halde diğer çalışmalarımı da düşünerek onu şu kadar zamanda bitirmeyi planlayacağım. “Planlar uygulanmak için vardır.” öyleyse uygulayacağım. Bitmemişse kendime sorular soracağım. Planlamam gerçekçi değil miydi? Zamanımı doğru değerlendirmedim mi? Kendimi yeterince zorlamadım mı? Uykumdan ya da şu ya da bu andaki sohbetten bir süre feragat etmeyi göze almadım mı? O zaman bunları tartışacağım ve yeniden durumumu gözden geçireceğim. Ama bunu uzun zamanlara bırakmayacağım. An an, gün gün bir özdenetim içinde olacağım.


Dağınıklık zamanı örgütlemede bir diğer sorun. Bir ağaç kütüğünü kırmak için elimize aldığımız baltayı her seferinde farklı bir noktaya vurursak sonuç ellerimizin kabarması ve o kütüğün bir türlü kırılamamasıdır. Oysa tek bir noktaya ve sistemli vurduğumuzda o kütüğün ısrarlı darbelere dayanmasına olanak yoktur. İlkinde de kütüğü kırmaya çalışan birini görürüz, ikincisinde de. Ama fotoğrafa biraz yakından bakarsak işin ikincisinde daha az enerjiyle ve daha hızlı çözüldüğü görülür. O zaman çalışmalarımızda nokta atışları yapacağız. Nereye hangi yöntemle nasıl yöneleceğimizi bileceğiz. Süreklilik ve ısrar çizgisi izleyeceğiz. Yaşamımıza ne kadar çok şeyi sığdıracağımız, ne kadarına etkin müdahale edeceğimiz, kendimizde ne kadar şeyi biriktireceğimiz, ömür dediğimiz göreli zamanın içinde bize bağlı. “Bir insan ömrünü neye vermeli” diye yeniden sormuştu Rezan yoldaş. Sahi, ömrümüzü, her parçasıyla zamanı neye veriyoruz?

Filiz Özgür


*****

Arap Halkının Yiğit Komünist Neferinin Bayrağı Ellerimizde


İnsanca bir yaşam düşü kurup, adil, özgür, ezme ve sömürme ilişkilerinin olmadığı bir dünyanın izini sürmekle başlayan arayışı, Halil Aksakal, parti adıyla Mazlum Aktaş yoldaşı komünist saflarla buluşturdu. Ezilmenin birçok boyutunu yaşayanlarımızdandı. Bu topraklarda hala hor görülen Arap halkından olması nedeniyle, alevi inancından olması nedeniyle, emekçi ve yoksul bir aileden gelmesi nedeniyle, değişik devrimci yapılardan yakınları ve şehitlerinin olmasından düşmanın

süreklileşen baskıları nedeniyle ezilme ve sömürülmenin her türünü yaşamıştı. O'nu yeni bir yaşam arayışına iten yeterli nedenlere sahipti Halil-Mazlum yoldaş. Arayışlarına cüretli yanıtlar verdi, komünist saflarda örgütlendi ve bunun hakkını da verdi. Hep en iyisini yapmaktı amacı. Sıkıntılarını yaşasa da bu zorlu hedefinin, hep ileri yürüdü, kendi devrimine yürüdü.


Ailesine katkıda bulunma zorunluluğu erken yaşta eğitimi bırakıp emek sürecine girmesine neden olmuştu. Onlarca farklı işte çalışırken aynı zamanda devrimci faaliyetler içinde yer aldı. Ek gelir sağlamak için Antakya sahillerinden topladığı taş ve kabuklardan takılar yapıp sattı. Uzun süre kitle faaliyeti yürüttü Arap Alevi toplumu içinde. Canlı, dinamik yapısı, düşman karşısındaki militanlığı Arap Alevi gençliğinde bir saygınlık yarattı. Komünistlerin Arap halkı içinde yeni mevziler kazanması için emeğini sakınmadı. Tek başına kaldığı, ekonomik sorunlarla uğraştığı oldu, ancak kitle kurumlarını faal tutarak, ezilen Arap halkı için bir adres kılma iradesini bir an bile elden bırakmadı.


O güne değin bu barbar sistem ve uzantılarınca maruz bırakıldığı sömürü, ezilme ve şiddetin hesabını sorma isteğindeki güç, yoldaşı özgür faaliyetlerle buluşturdu. Durmadı yoldaş, daha ilerisini hedefledi. İzini sürdüğü insanca yaşamın inşaa alanlarına, devrim coğrafyasına döndü yüzünü. Güçlü bir tarihsel mirası sırtlayarak Rojava Devrimi'ne katıldı. Çok etkilendiği ve izini sürdüğü Serkan Tosun yoldaşın Mazlum adını ve Arap komünisti Ali Aktaş'ın soyadını alarak geçmişle bugünü, Kürt halkıyla Arap halkını, düşle gerçeği, devrimle militan pratiği buluşturdu. Partinin Rojava Devrimine katılım çağrısına anında yanıt olma isteğindeydi. Rojava konusunda sürekli ısrar etti. Serkan yoldaşın ölümsüzleşmesinin ardından ise Halil yoldaşın isteğinin önünde durmak imkansızlaşmıştı. Partinin ve devrimin ihtiyaçlarıyla ortaklaştığı andan itibaren de, bu isteği kendine bir yol buldu. Serkan'ın silahını istiyordu, Serkanca bir pratik sergilemeyi düşlüyordu.


El becerileri ve sabırlı emeği Halil yoldaşı önce devrimin askeri üretim cephesiyle buluşturdu. Bir süre zor araçları üretiminde yer alarak devrime büyük katkılar sundu. Ardından Serkan Tosun Taburunun bir savaşçısı olarak Rojava kantonlarının, tecavüzcü faşist çetelere karşı savunulmasında etkin görevler üslendi. Arap halkın yaşadığı bölgelerin katil DAİŞ'ten temizlenmesi hamlesinin en önünde yer alan savaşçılardan biri oldu. Kendi halkı için, Kürt halkı için, dünya halkları için sürdü mermisini namluya. İsteği hep buydu. Devrimci zor aygıtlarının dolayımsız bir parçası olmak, bu barbar düzenin her türden uzantısına karşı savaşmak. "Serkan yoldaşın silahını yerde bırakmayacağım" diyordu, öyle de yaptı. Serkan'ın ideallerini yeni cephelerde bayraklaştırdığı gibi,

silahının da hakkını vererek yürüdü düşmanın üstüne. Arap halkının militan bir komünist evladı olarak Rojava devriminde ölümsüzleşti. Partimizin Rojava devrimine armağan ettiği, Arap ulusundan ilk üyesi ve gerillası oldu. Antakya'nın Rojava'da ölümsüzleşen ilk Arap Alevi devrimcisi olma onuruna erişti.


Kültürüne sıkı sıkı sarılırdı yoldaş. Alevi damarı güçlüydü. Dilini unutmamak için kendi kendine Arapça konuştuğu olurdu. "Meryem", "Beyrut" gibi güzel arap ezgileri söylerdi. Az badireler atlatmadıkları bir kadın yoldaşımızla Ahmet Kaya'dan "Kendine İyi Bak" şarkısının harika bir düetini yaparlardı. Düş Sokağı Sakinleri'nden söyleyip kuşak farkı olan yoldaşların şaşkın bakışlarına mazhar olurlardı. Herşeyle ritm tutabilirdi yoldaş. Bir teneke, bidon, tabak farketmezdi müzik yapmak için. Yaşadığı tüm zorluklara karşın komünist saflarda mutlulukla savaşmayı başaran bir militandı.


Duygularıyla yaşayan bir insandı Halil yoldaş. Her olayı, sorunu, duyguyu "uçlarda" yaşardı adeta. Küçük bir paylaşım onun saatlerce anlatabildiği bir değer kazanırdı gözünde. Bir isteğini gerçekleştirerek onu günlerce mutlu edebilirdiniz. Bir bakardınız kabına sığmaz bir mutluluk taşardı kelimelerinden, hareketlerinden, sesinden. Oradan oraya gider, bağıra çağıra şarkılar söylerdi. Hep birşeylerle uğraşması gerekirdi. Mutluluğunu bu taşkınlıkta yaşarken acıları da bundan payını alırdı. Canını yakan birşey olduğunda bir kaç gün, yetiştirdiği sebzelere, ağaçları yontarak yaptığı küçük şeylere verirdi kendini. Onlarla konuşurdu. Çekip çıkarmak gerekirdi o vakit O'nu oradan. Yeni niteliğimizi kendinde var etmenin sancılarını yaşadığına tanık olurduk. Kadın Devrimi çizgisine gelme, kadın özgürlük anlayışının bir militanı olmada nasıl da zorlanıyordu. Olması gerekenlere göre kendini örgütlemeye çalışıyordu, emeğini veriyordu ama yeniydi birçok şey O'nun için. Yenilik demek biraz da zorluk demekti Halil yoldaş için, sancılı süreçler, yanıbaşında yoldaş isteği demekti.

Duygularını her durumda yansıtan güçte yaşıyordu Halil yoldaş. Ancak O'nu asıl yöneten güçlü bir komünist bilinçti. Sarsılmaz bir komünizm inancı hayat veriyordu pratiğine. Devrimin militan bir savaşçısı, partinin donanımlı bir gerillası olmak için elinden geleni yapıyordu. Dinlediği, okuduğu her bilgi onda bir güce dönüşüyordu. Bir tartışma gücüne sahipti. Yazmayı ise sevmezdi, zorlanırdı. Her hücresiyle "Stalinist"ti. Stalin'e eleştiriniz varsa yoldaşın gözüne görünmemek gerekirdi. Halil yoldaş renkli bir kişilikti. Gerillaya da hayli yenilik katma iddiasındaydı. Çevresini bolca şaşırtan bir yoldaştı. Bir esprisi, ciddi söylediği birşey, bir davranışı ama neredeyse yaptığı çoğu şeyle ortamlarımıza renk katardı.


Arap, Alevi, yoksul, devrimci oluşu nedeniyle maruz kaldığı baskı ve sömürü, güçlü olmak zorundalığının bilincini yaratmıştı yoldaşta. Hayli özgüvenli olmaya çalışırdı. Çok iddialıydı bu nedenle. Osya, ezilmişliğin çok katmanlı hali, her birimizin özgüvenini parçalaması, kimliğimizde zayıf noktalar açması gibi Halil yoldaşı da etkilemişti. Her birimizde olan değişik kaygıları, zayıflıkları vardı O'nun da. Ve yine her MLKP'li gibi, bu kaygılarından daha güçlü olan bir şey taşıyordu yüreğinde. Devrim düşü. Komünizm hayali. Devrimi bizzat yaşama isteği. Serkanlaşarak devrimciliğini yüceltme kararlılığı. Adanmışlık ve feda ruhu... Asıl önemli olan da buydu. Yaslandığı asıl güç buydu. Tam da bu nedenle Halil yoldaşı yöneten, sorunları, kaygıları değil komünizm idealini Kürdistan'da bayraklaştırma bilinci oldu. Arap halkının, Rojava topraklarında özgürlük ve onur için savaşan militan bir gerillası olabilme düşü oldu. Değişmesi gerektiğine inandığı bu barbar sistemin ancak devrimle yıkılacağına olan inancı nedeniyle devrimin sıcak ateşine döndü yüzünü. Bedenini, aklını ve emeğini devrime kattı. İnsanlık için atan yüreğini, büyük insanlık savaşının verildiği coğrafyaya armağan etti.


Şimdi devrimciliğinin serpilip geliştiği topraklar kucaklıyor o büyük yüreğini. O güzel yüreğinde büyüttüğün düş, bu kez senin izini süren kendi halkından gençlerin, kadınların yüreğinde filizlenecek, büyüyecek. Onurlu savaşınla devrime çok şey kattığın gibi, onurluca direnişin ve ölümsüzlüğünle Arap alevi halkının bağrında yeni mücadele neferlerinin örgütleyicisi olacaksın. Komünizm düşünün, devrim inancının, devrimi an'da yaşama istek ve cüretinin, ezilenlerin dayanışma inceliğinin, Arap bilincinde Kürdistan devrimiyle empatinin yolunu aydınlatan

bir meşale olacaksın.

Serçe Delil


Güneş Yolcusu Kalmasın


Bir “ama”sı, bir kusuru olur her birimizin, arasak buluruz. Lakin bulmakla da azalmaz “ama”lar; onu da biliriz. Yaşamak gerekir, eylemek gerekir. Çaba harcamak gerekir. Böylece her gün yeni bir şey öğrenmenin, öğrenecek olmanın tadına varırız. İşte buna yol, kendimize de yolcu deriz.


Ve hakikat yolculuğu başlar. Yanyana gelişlerimiz soruların, tartışmaların uçuştuğu mecralara dönüşür. Ne çok da konuşuruz. Ne kadar da konuşacak şeyimiz olur. Her seferinde bambaşka konular, bambaşka sorular vardır. Çünkü önceki konular, iki sohbet arası geçen sürede yanıtını aramış, bulmuştur. Yolculuk ise sürmektedir.


Yolculuğumuz neşelidir. Salıncağa binmiş çocuklar gibi güleriz, bağıra bağıra. Öyle güleriz işte. Gören şaşar halimize, ayıplar; “ne biçim gülüyor bunlar hiç medeniyet görmemişler mi” der. Medeniyetleri olmaz üzerimize, iki beden küçük gelir. Olmadık yerlerde, olmadık şeylere güleriz. O kadar ciddiye aldıkları yaşamlarıdır en çok güldürten bizi. Bizimse, onlarınki gibi inciğine boncuğuna kadar hesaplanmış bir yaşamımız olmamıştır hiç. O tarzda, o içerikte kıymetli olmamıştır. Bu yüzden çoğu zaman erken ölürüz.


Bazen de ağlarız. Hiç belli olmaz neye, ne zaman ağlayacağımız. Gider kurda kuşa ağlarız. Kendimize ağlamayız, ayıpsarız. Yani sağımız solumuz belli olmaz pek. Biraz "çılgınızdır" yani. Gelip gideriz. Ee, olacak o kadar, kolay değil.


Onları düşünürüz sık sık. Onlar yürek yaramız, sabır taşımız, en kıymetlilerimizdir. Öfkeleniriz, öfkeleniriz. Hesap sormak isteriz. Ve yumruklar aynı sertlikte sıkılır, hesapları sorulmalıdır! O sıra gözümüze ilişir eli kanlı bir faşist. Mesela Veli Küçük, Muammer Güler, Tayyip Erdoğan ya da Ebu Ali! Özgecan'ın, Ethem'in, Hasan'ın, Avaşin'in, Suruç şehitlerinin katili mesela. Katil önümüzdedir. Korkmaktadır. Suratına tükürürüz ilkin, rahatlarız.

Soluk soluğa bekleriz bir süre. Sonra ansızın bir silah patlar... Patlayan silah elimizdedir. Katil ölmüştür. Ansızın, birden bire ölmüştür. Artık o yoktur. Soluk almaya başlarız kesik kesik. Sonra soluğumuz sakinleşir. Defalarca ama defalarca tekrarlarız bu sahneyi yumruklarımızın sıkılı olduğu o altmış saniyede.


Öyle işte, kınımızdan sıyrılmayalım bir kez. Kınımızdan sıyrıldıkmı kimse duramaz önümüzde. Denizler gibi kabarır da patlar öfkemiz. En sert kayalar duramaz önümüzde, un ufak olur.


Yani anlayacağınız gencizdir, genç yaşarız yaşamı. Bakmayın kimimizin saçının ağarmış olduğuna, gençtir yolculuklarımız, taş çatlatırız. Tarihimiz de gençtir, atılımlarımız da. Üniversitelerde arabalar yakar, yanki kovalarız. Zaferler kuşağını, birlik devrimini böyle yaratmışızdır, genç kalarak, gençleşerek, meydanları, mahalleleri zaptederek. Bugün Rojava devrimimizi, Haziran ayaklanmamızı genç aklımız, genç yüreklerimiz yükseltmekte, kanlarıyla bu iki devrimi birleştirmektedir. Çünkü gelecek gençtir, biliriz.


Evet. Partimiz gençtir, gençlerin partisidir. Avaşin'in, Cebrail'in, Yasemin'in, Sinan'ın Yunus Emre'nin, Okan'ın, Büşra'nın ve artık saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok gencin partisidir. Genç olduğu için de aşırı ihtiyatlı değildir; ataktır. “Büyük ve olgun” düşünceleri kısıtlamaz eylemini; onun önünü açar. Çünkü düşündüğü yalnızca ama yalnızca düşleridir. Delidolu düşlerdir; “nesnel koşullar”a boyun eğmez. O düşler ki, hep birşeyler eylemek ister. Eylediğiyle konuşulsun ister.


Kazanmak için fakat kaybetmeyi göze alarak girer kavgaya. Risksizlik, "sağlamcılık" onun yürüyüşünde yer bulamaz. Gençtir çünkü. Kanı kaynar. Yerinde duramaz birşey yapmalıdır, mutlaka birşey. İki kardeş, aşık iki sevgili, liseli kafadarlar, anne-çocuktan daha yakındır yoldaşları, daha değerlidir. Üzerlerine titrer. "Teorisiyle" boğulanlarla zaman kaybetmez. Yalın düşünür, duyguları, yaşamı bulanık değildir. Sözleri de öyledir, nettir. O sebepten, gençleri çağırır öncelikle saflarına.


Evet, o halde çağrı gençleredir. En çok da komünist gençleredir. En iyi onlar anlar ne demek istediğimizi. Onlar paylaşır hislerimizi. Vakit savaşma vaktidir.


Bu savaş onur savaşımızdır. Özgürlük savaşımızdır. Barbarlığa, tiranlığa karşı savaşımızdır. Haklıdır, gereklidir, zorunludur, kaçınılmazdır. Ve bunu bilenlerin savaşmak dışında yapacağı hiç birşey, gerçek hazlar vermez. Çünkü hiçbiri hakikate yakınlaştırmaz. Sadece oyalar, zaman geçirtir. Zamanı geçen, oyalanan birey, yaşlanmaya başlar; mutsuz olur. Yaptıklarından mutsuz olur. Yaşlandığından mutsuz olur. Oysa kopuşmak gerekir. Bilindiği, konuşulduğu gibi, gerçekten istenildiği gibi, çocukken olduğu gibi yaşamak gerekir. Böyle yaşanılınca mutlu olur insan, özgür olur. Rojava'da savaşarak örneğin, ferahlar, nefes alır.


Öyleyse vakit, nefes nefese, bağıra bağıra, durmaksızın savaşma vaktidir. Öyle bir savaş ki, yerle bir edecek düşmanı, yere çalacak maskesini. Ve çıplak kalacak soytarı krallar, padişahlar. İşte o gün bir kez daha ferahlayacağız. Öyle bir savaş, öyle bir zafer ki, asırlar boyu anlatılacak, dilden dile dolaşacak.


Çağrımız böyle bir savaşa yüreği yetenleredir. Çağrımız, çağrıyı duyunca tüyleri ürperenleredir. Gençlere, genç kalanlaradır. Çağrı, partili olma çağrısıdır. Parti aklıyla, parti enerjisiyle ve parti adaletiyle birlikte savaşma çağrısıdır. Deli dolu düşlerin askerleri, komutanları olma çağrısıdır. Savaşarak özgürleşme çağrısıdır. Ölümsüzlerimizin yolunda bir şehitler partisi, ölümsüzler partisi yaratma çağrısıdır.


Partiyi bulmak zor değildir. Arayan herkes bulur. Silahıyla, bayrağıyla siperlerdedir, beklemektedir sizleri. Partimiz sokaklarda, işgallerde, barikatlarda, dağlardadır. Partimiz, nerede olduğunu bildiğiniz tellerin hemen ardındadır. Yeriniz hazır. Hakikat ve özgürlük savaşımızda yerinizi alın. Silahınız hazır. O gün, işte bugündür. Özgürlüğe koşma günüdür. Şimdi sokağa çıkın ve içinde olduğunuz düzene dair midenizi bulandıran ilk şeye güçlü bir tokat atın. Ve sonra yapmakta olduğunuz herşeyi bırakıp yolculuğumuza katılın. Güneşe yolculuğumuza.

Çağdaş Azad