01 Aralık 2015 /Partinin Sesi / Sayı: 86
Bir gün duyulan, "okulu da bırakıp bizimle geleceksin, biz seni terörist olasın diye mi gönderdik buralara" sözleridir. Yanıt, ya, "hayır gelmeyeceğim, kalacağım", ya da -acılı da olsa, suskunlukla- "tamam, gidelim"dir! Yukarıdaki diyaloğu klişeleşmiş düzeyde çokça duymuşuzdur. İnsan, en büyük başarılara kendisinde güçlü kopuşlar yaptığı dönemlerde ulaşır. Her kopuş yeniyle buluşmaktır. İyi ama ne için, kim için kopuş? Az çok alıştığımız, sürdürülebilir bir yaşama sahipken, neden kendimize işler çıkaralım? Üstelik durumumuz da fena sayılmaz, bizden daha kötü durumda olan insanlar da var! Peki tamam, bir de başka açıdan bakalım meseleye. Mutlu muyuz, mutluluk üretebiliyor muyuz? Yanıtı çekincesiz evet olanlar bu yazının kapsamı dışında kalabilirler. Ancak çekinceli evet diyenlerimiz ve biraz düşünmek isteyenlerimizle devam edelim yola. Önce kendimizden başlayarak düşünelim. Hatta ben de kendimden başlayayım. Bir kadın olarak mutluluk üretimine hiç kolay ulaşmadığımı belirtmeliyim. Devrimcilerle tanışmak ilk sorularımın da başlangıcıydı. Neden ulusal kimliğim olan Kürt kimliğimi reddeden bir aile yapım vardı? Bu ilk sorumdu. Neden insanlar arasında bu kadar eşitsizlik vardı? Bu ikinci sorumdu. Ailem ya da tanıdığım pek çok insan gece gündüz çalıştığı halde hep yoksuldu. Birileriyse zenginlik içindeydi. Mesele çalışmaksa, biz daima çalışıyorduk ve değişen birşey yoktu! Bir başka sorum şuydu: yolda yürürken dahi bazı erkekler yanımdan geçerken beni taciz etme hakkını nereden buluyorlardı? Ve daha pek çok soru. Yanıtlarını aradığım bu sorular ve sormanın dışına çıkma isteğimdi beni devrimci olmaya iten. Karşıma çıkan ilk engel, ailem ve yönelimimi gören devletin polisiydi. Ailemle bir yol ayrımındaydım. Ya her şeyi bırakacak, devrimcilerden uzak, geleneksel olarak kadından beklenen ne varsa yerine getirmek yoluyla onların istediği yaşamı sürdürecektim ya da aileden kopuşu tercih edecektim. Kopuş, düşlerimin peşinden gitmekti, mutlu olmaktı. Aile ise, sorular sorduğum, mutlu olmadığım yaşamı sürdürmekti. Kopuşu tercih ettim ve yaşamımda mutluluk üretmeye başladım. Devrimci olmakla sorularımın çözüm yolunu bulmuştum. Ama sorularım bitmediği gibi, yeni sorular sormaya başlamıştım. Birileri karşısında konuşmak istediğinde, yüzü kızaran, sesi titreyen ben, artık saatlerce konuşur olmuştum. Benden deneyimli ve bilgili olduğuna inandığım yoldaşlar karşısında, fikrini ifade etmekte tereddüt eden, yanlış olduğuna inandığım duruma itiraz edemeyen ben, fikrimi ifade eder olmuştum. Yönetilmeye, yönlendirilmeye ihtiyaç duyan ben, başkaca yoldaşları, örgütleri yönetir olmuştum. Yine de birşeyler eksikti. Bir kadın için devrimci olmanın da kolay olmadığını anlamıştım. Düşmanla karşı karşıya geldiğim anlar, kendimi en zayıf hissettiğim anlar olmaya başlamıştı. Saldırılar karşısında kendimi zayıf ve savunmasız hissediyordum. Düşmanı yenmekten söz ediyor, insanları savaşmaya çağırıyordum. Kendimse bir silahı dahi kullanamıyordum. Öyleyse nasıl savaşacaktım! Bu iç gerilim, mutsuzluk hallerini de üretmeye başlamıştı. Rutin, görece de başarı sağladığım çalışma alanımı değiştirmem gerekti. Zor ve zorun araçları ile buluşma isteğim giderek daha fazla güçlendi. Ürkekliği Parçalar Güvenle Atılan Mermi Sesi Partinin açtığı olanaklarla nihayet isteğim gerçekleşti. İlk kez elime silah aldığımda ürktüm ve soğuk bir demire dokunduğumu hissettim. Yıllarca kadınların silahlarla işinin olmayacağının propaganda edildiği ortamlarda yaşamıştım. Duyduğum güçlü isteğe rağmen, öğretilmişliklerdi ilk duygularımı örgütleyen. Zamanla taşıdığım silah, soğuk bir demir olmaktan çıktı ve ürkek halim yerini güvene, sevmeye bıraktı. Bazı anlarda kendimi silahımı izlerken buluyor, onu yanlışlıkla bir yere çarptığımda içimden bir parça kopuyormuşcasına acı duyuyordum. Silahım, hem beni koruyacak, hem de düşmanı yenmemi sağlayacaktı. İlk tetiğe baştığımda, tek isteğim nişan aldığım hedef tahtasının herhangi bir yerine delik açmaktı. Ama yazık ki bu olmamıştı. Kendime kızmaların ve neden vuramadın hayıflanmalarımın başlaması hemen ardı sıra geldi. Bir kaç denemem daha aynı hüsranla sonuçlanmıştı. Erkek yoldaşların, aynı sonuçsuzluğa rağmen, güvenlerini koruma halleri dikkatimi çekmişti. Onlar daha baştan kendilerini iyi savaşçı, iyi nişancı görüyorlardı. Bu andan sonra kendime kızmayı bıraktım. Hedefe baktığımda, tetiğe bastığımda vurmaya yoğunlaştım. Artık attığım mermiler, hedefin istenilen noktalarındaydı. Her attığım mermiyle güven kazandım, güven kazandıkça tamamlandım, özgürleştim. Sorular bitmiyordu yine de. Zorun araçlarıyla buluşarak, kendimi geliştirerek, düzenle arama kalın duvarlar örmeye başlamıştım. Ancak yıllar önce, aileyle karşı karşıya geldiğimde kopuştuğumu zannettiğim geleneksel kadınlık hallerim ortaya çıkıveriyordu pat diye. Zorun araçlarının netliği, iç mücadelede de net kopuşları gerektiriyordu. Savaş iradem güçleniyordu, ancak kadın kimliğimin, kişiliğimin gelişimi buna eşlik edebiliyor muydu? Düşmana karşı savaşmakta, onu yenilgiye uğratacağımıza duyduğum inançta nettim. Çünkü söylediğim herşey, pratik olarak benim de uygulayacağım ve uygulamaktan büyük mutluluk duyacağım bir gerçeklikti. Eksik olan kadın kimliğimi güçlendirmemdi. Yaşadığım en mutlu anlarım, silahları başkaca yoldaşlara, ama ille de kadın yoldaşlara öğrettiğim anlardı. Bu mutluluğu yaşatan, bu sürecin sonucunun yaratağı güzelliği kendi pratiğimden bilmemdendi. Hakkımız Olan Mutluluğa Ulaşmak İçin Biz kadınların zor araçlarıyla buluşmaya, onlara dokunmaya ve tetiğe basmanın heyecanını duymaya çok daha fazla ihtiyacı var. Tam da bu nedenle tüm şehitlerimiz bizler için simge, birer yol göstericidir. Ama ille de Işık, Güneş, Yasemin, Sarya yoldaşlar mihenk taşlarımız, onur kaynaklarımızdır. Ve elbette Suruç'un kadın ölümsüzleri. Hepsinin kocaman tebessümlerine her baktığımızda umutlarımızı çoğaltacağımız, zaferler kuşağımızın genç kadınları. Onlar, en büyük kopuşları yapanlarımız, en fazla mutluluk üretenlerimizdir. Tam da bu yüzden Rojava Devriminin savaşçılarını görmek bizleri heyecanlandırır, ancak kadın savaşıları gördüğümüzde içimizde bir kıpırtı hissederiz. Bir parça imrenme hali oluşur. Oysa yanı başımızda durmaktadırlar, bir adımlık yoldan sonra üzerimizde aynı üniforma, elimizde silah savaşabiliriz bizler de. Sınırları aşındırarak ulaşacağımız bu güzellik, sınırsız özgürlük, çekincesiz güvenin adresidir. Ah bir kopabilsek bizi tutan engellerden, alışkanlıklarımızdan, ya da her ne varsa. İyi ama neden, kimden korkarız da kopamayız. Sakın kendimizden korkuyor olmayalım? Sürdürülebilir olanın içinde güvensizliklerin esiri olmuş olmayalım? "Bizi çok seven" ailemizi, üzmek istemiyor muyuz? İyi ama, bizi, bencillik üreten, insanı sevgisizleştiren ve en önemlisi de mutsuzluk üreten çürümüş kapitalist sistemin sınırları içinde tutmaya çalışan ailenin sevgisi nasıl bir sevgidir? Sakın bizi sevmekten çok, kendi sürdürülebilir yaşamlarını seviyor olmasınlar? Çok sevdiğimiz ve bizi de seven bir sevgilimiz var ve o mu engel kopuşa? İyi ama, insanlık üretmeyen bu düzende, özgür ve gerçek bir sevgiden, aşktan söz edebilir miyiz? Bizi gerçekten seven sevgilimizin, bizi özgürleştirecek ve mutluluğumuzu büyütecek kopuşlar yapmaya teşvik edip, kendisinin de aynı yönde yürümesi gerekmez mi? Sevgi, mutluluğu iki taraf için de çoğaltmak ve özgürleşmek dışında üretilebilir mi? Nereden başlamıştık söze. Kopuşlar ve yeniyle buluşarak mutluluklar üretmekten. Her birimizin kendi yaşamında, ilk kopuşudur devrimci olmak ve buna giderken sorular sormak. Kimimizi kadın olmakla bağlı yaşadıklarımız, kimimizi, ulusal, sınıfsal sorunlarımız, kimimizi ise iyi dostlarımız buluşturmuştur devrimcilerle. Ama ilk adımlardan sonra attığımız adımlardır iradi adımlarımız. Çok seçenekli bir ortamda, verdiğimiz kararlardır yönümüzü tayin eden. Sürdürülebilir bir yaşam, ancak duyumsanabilir bir mutluluk üretebilir. Yetinmecilik, yeni buluşmaları engellerken, güvensizlikleri kararsızlıkları büyütür. Biz kadınlar sürdürülebilir, yetinilir olana karşı savaş açarak sınırlarımızı yıkabiliriz. Bunu kadın yoldaşlarımıza yaslanarak, onların gücüne güven duyarak başarabiliriz. Bizler, cadı kazanlarında yakılan, tarihten bu güne payına düşen tüm güzellikleri çalınan ve kurtarıcılarımızın başkaca "sihirli" eller olduğuna inandırılmaya çalışılan, özgürlük "sihirinin" kendi ellerimizde olduğu unutturulmak istenenleriz. Hakkımız olan her şeyi ama her şeyi koparıp almak, daha güçlü kopuşlar yapmak dışında bir seçeneğimiz yok. Çünkü gerisi hazır bulduğumuzdur, ezilenin en ezileni olmayı sürdürmektir, köleliktir. Helin Dicle
|