Cenevre 3
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Biden, 23 Ocakta Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı gündem maddeli iki görüşme yaptı. T. Erdoğan, J. Biden'ı defterinden silmişti, ama yine de görüştü! Hangi sorunları ele aldıkları yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır: Başta Suriye savaşı ve Cenevre görüşmelerine katılımcıların kimler olacağı olmak üzere IŞİD'e karşı mücadele, Türkiye-Irak, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yanı sıra Kıbrıs sorunu ele alınırken, Biden Kürt sorununda “diyalog”, “barışçıl çözüm” temennisini dile getirmiştir.


Dünya basınına göre Irak'ın toprak bütünlüğüne atıf yapan taraflar, Başika kampı konusunda belli bir mutabakata vardılar. Böylece, Irak'taki durumu pek de parlak olmayan Amerikan emperyalizmi, bu ülkede de karşı karşıya kaldığı Rusya ve İran ile rekabetinde ve aynı zamanda IŞİD'e karşı mücadelede Türk askerinin Irak'taki varlığına ihtiyaç durduğunu kabul etmiş oluyor.


Özellikle Rusya'nın Suriye'deki varlığından dolayı güç dengelerindeki değişim, ABD'yi Türkiye ile İsrail ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi konusunda adımlar atmaya zorlamış ve basına yansıdığı kadarıyla her iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden kurulması için görüşmeler devam etmektedir. Tabii burada sorun sadece Türkiye-İsrail değil, aynı zamanda Türkiye-Mısır ilişkilerinin de yeniden düzenlenmesidir. Amerikan emperyalizmi hem Doğu Akdeniz'deki enerji kaynağı (doğal gaz ve petrol), bu enerjinin başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sevkıyatı konusunda hem de Ortadoğu'da Rusya-İran karşısında oluşturulması kaçınılmaz olan müttefik güçler bakımından Türkiye-İsrail ve Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzelmesini istemektedir.

Doğu Akdeniz'de enerji ve boru hattı bağlamında Kıbrıs sorunu da oldukça önemlidir.


Her iki görüşmenin ana gündem maddesini, şüphesiz ki, Suriye görüşmelerine katılacak taraflar ve IŞİD'e karşı mücadele konusunda Türkiye'nin ABD ve Rusya çizgisine getirilmesi oluşturmaktaydı.


IŞİD'e karşı mücadelede çok sayıda ülkeden oluşan koalisyon gücüne önderlik etmesine rağmen Amerikan emperyalizmi, Suriye'de sahaya sürecek gücü olmadığı için yalnızlaşmış durumdadır. Bu nedenle Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadelede daha aktif olmasını, bizzat savaşmasını istemektedir. Öyle ki, sınırın kapatılması için teknolojik destek de sunmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Faşist diktatörlük, 'eskisi gibi havadan bombalarım, ama Rusya var', “kırmızı çizgim var”, PYD taraf olarak görüşmelere katılamaz demenin ötesine geçmemektedir.

Amerikan emperyalizmi için oldukça önemli olmalı ki, B. Obama, Erdoğan'a “taziye” telefonunda J. Biden, bu iki konunun çözümü için geliyor demeye getirmiştir.


Suriye savaşı, sadece Suriye savaşı olmaktan çoktan çıktı; etkisi sadece ve sadece Ortadoğu ile de sınırlı değildir. Bugün için Ortadoğu, Suriye merkezli savaştan dolayı emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği, oldukça dar bir alanda hemen bütün emperyalist ülkelerin en modern silahlarla karşı karşıya oldukları, ama savaşı vekalet savaşı olarak sürdürdükleri bir alandır. Sorun artık, Esad gitsin mi, geçici olarak kalsın mı olmaktan da çıkmıştır. Önemli olan, kimin yöneteceğinden ziyade bu alanda hangi gücün hangi emperyalist çıkarlara hizmet edeceğidir. ABD ve Rusya Cenevre'de sürdürülmesi planlanan Suriye görüşmelerine bu açıdan; kendi çıkarlarını en iyi bir biçimde temsil etme açısından bakmaktalar. Anlaşılan o ki, birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadıkları için de uzlaşma yolunu seçmişlerdir. Bu görüşmelere katılımcıların hangi güçler olacağı konusunda Türkiye'nin de kabul edeceği veya kabul etmek zorunda kalacağı formüller üretmekle meşguller. Söz konusu görüşmelerin sarkmasının nedeni de budur. Ne Kürt ulusu, Rojava Devrimi, özyönetim ne Araplar, Türkmenler ve ne de Akdeniz'de boğulan göçmenler hiçbirisinin umurunda değilidir. PYD'nin bu görüşmelere katılması veya katılmaması doğrultusunda sürdürülen görüşmeler bunun böyle olduğunu göstermektedir. Rojava devrimi ve orada inşası ilerleyen demokratik özyönetim ABD ve Rusya'da dahil hiçbir emperyalist ve bölgesel ülke tarafından istenmemektedir. Bu devrimin ve demokratik yönetimin dünya halklarına örnek olmasından rahatsız oldukları için Cenevre görüşmelerine PYD'nin katılmasından yana değillerdir. Bu katılımla Rojava devrimi, özerk yönetim bu ülkeler tarafından kabul gören bir siyasal statü elde etmiş olacaktır.


Sykes-Picot Anlaşması (1916) fiilen tarihe karışmıştır. Şimdi emperyalist ülkeler birbirleriyle rekabet içinde yerel güçlerini de yanlarına alarak Ortadoğu'da yeni bir harita çizmeye çalışmaktalar. Cenevre görüşmeleri yeni bir Ortadoğu haritasının şekillenmesine temel teşkil eder mi, burası bilinmez. Ama görüşmeyi gerçekleştirmek için harcanan çabalar bu toplantılardan bir şey çıkmayacağını da göstermektedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Cenevre 3
fc Share on Twitter
 

Biden, 23 Ocakta Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı gündem maddeli iki görüşme yaptı. T. Erdoğan, J. Biden'ı defterinden silmişti, ama yine de görüştü! Hangi sorunları ele aldıkları yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır: Başta Suriye savaşı ve Cenevre görüşmelerine katılımcıların kimler olacağı olmak üzere IŞİD'e karşı mücadele, Türkiye-Irak, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yanı sıra Kıbrıs sorunu ele alınırken, Biden Kürt sorununda “diyalog”, “barışçıl çözüm” temennisini dile getirmiştir.


Dünya basınına göre Irak'ın toprak bütünlüğüne atıf yapan taraflar, Başika kampı konusunda belli bir mutabakata vardılar. Böylece, Irak'taki durumu pek de parlak olmayan Amerikan emperyalizmi, bu ülkede de karşı karşıya kaldığı Rusya ve İran ile rekabetinde ve aynı zamanda IŞİD'e karşı mücadelede Türk askerinin Irak'taki varlığına ihtiyaç durduğunu kabul etmiş oluyor.


Özellikle Rusya'nın Suriye'deki varlığından dolayı güç dengelerindeki değişim, ABD'yi Türkiye ile İsrail ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi konusunda adımlar atmaya zorlamış ve basına yansıdığı kadarıyla her iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden kurulması için görüşmeler devam etmektedir. Tabii burada sorun sadece Türkiye-İsrail değil, aynı zamanda Türkiye-Mısır ilişkilerinin de yeniden düzenlenmesidir. Amerikan emperyalizmi hem Doğu Akdeniz'deki enerji kaynağı (doğal gaz ve petrol), bu enerjinin başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sevkıyatı konusunda hem de Ortadoğu'da Rusya-İran karşısında oluşturulması kaçınılmaz olan müttefik güçler bakımından Türkiye-İsrail ve Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzelmesini istemektedir.

Doğu Akdeniz'de enerji ve boru hattı bağlamında Kıbrıs sorunu da oldukça önemlidir.


Her iki görüşmenin ana gündem maddesini, şüphesiz ki, Suriye görüşmelerine katılacak taraflar ve IŞİD'e karşı mücadele konusunda Türkiye'nin ABD ve Rusya çizgisine getirilmesi oluşturmaktaydı.


IŞİD'e karşı mücadelede çok sayıda ülkeden oluşan koalisyon gücüne önderlik etmesine rağmen Amerikan emperyalizmi, Suriye'de sahaya sürecek gücü olmadığı için yalnızlaşmış durumdadır. Bu nedenle Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadelede daha aktif olmasını, bizzat savaşmasını istemektedir. Öyle ki, sınırın kapatılması için teknolojik destek de sunmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Faşist diktatörlük, 'eskisi gibi havadan bombalarım, ama Rusya var', “kırmızı çizgim var”, PYD taraf olarak görüşmelere katılamaz demenin ötesine geçmemektedir.

Amerikan emperyalizmi için oldukça önemli olmalı ki, B. Obama, Erdoğan'a “taziye” telefonunda J. Biden, bu iki konunun çözümü için geliyor demeye getirmiştir.


Suriye savaşı, sadece Suriye savaşı olmaktan çoktan çıktı; etkisi sadece ve sadece Ortadoğu ile de sınırlı değildir. Bugün için Ortadoğu, Suriye merkezli savaştan dolayı emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği, oldukça dar bir alanda hemen bütün emperyalist ülkelerin en modern silahlarla karşı karşıya oldukları, ama savaşı vekalet savaşı olarak sürdürdükleri bir alandır. Sorun artık, Esad gitsin mi, geçici olarak kalsın mı olmaktan da çıkmıştır. Önemli olan, kimin yöneteceğinden ziyade bu alanda hangi gücün hangi emperyalist çıkarlara hizmet edeceğidir. ABD ve Rusya Cenevre'de sürdürülmesi planlanan Suriye görüşmelerine bu açıdan; kendi çıkarlarını en iyi bir biçimde temsil etme açısından bakmaktalar. Anlaşılan o ki, birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadıkları için de uzlaşma yolunu seçmişlerdir. Bu görüşmelere katılımcıların hangi güçler olacağı konusunda Türkiye'nin de kabul edeceği veya kabul etmek zorunda kalacağı formüller üretmekle meşguller. Söz konusu görüşmelerin sarkmasının nedeni de budur. Ne Kürt ulusu, Rojava Devrimi, özyönetim ne Araplar, Türkmenler ve ne de Akdeniz'de boğulan göçmenler hiçbirisinin umurunda değilidir. PYD'nin bu görüşmelere katılması veya katılmaması doğrultusunda sürdürülen görüşmeler bunun böyle olduğunu göstermektedir. Rojava devrimi ve orada inşası ilerleyen demokratik özyönetim ABD ve Rusya'da dahil hiçbir emperyalist ve bölgesel ülke tarafından istenmemektedir. Bu devrimin ve demokratik yönetimin dünya halklarına örnek olmasından rahatsız oldukları için Cenevre görüşmelerine PYD'nin katılmasından yana değillerdir. Bu katılımla Rojava devrimi, özerk yönetim bu ülkeler tarafından kabul gören bir siyasal statü elde etmiş olacaktır.


Sykes-Picot Anlaşması (1916) fiilen tarihe karışmıştır. Şimdi emperyalist ülkeler birbirleriyle rekabet içinde yerel güçlerini de yanlarına alarak Ortadoğu'da yeni bir harita çizmeye çalışmaktalar. Cenevre görüşmeleri yeni bir Ortadoğu haritasının şekillenmesine temel teşkil eder mi, burası bilinmez. Ama görüşmeyi gerçekleştirmek için harcanan çabalar bu toplantılardan bir şey çıkmayacağını da göstermektedir.