Ağıt Ve Slogan
Share on Facebook Share on Twitter

 
Diğer yazılar
 

FESK Kürdistan Kır Birliği'mizin kuruluşunun duyurulmasından sonra kulağım oradan gelecek eylem haberlerindeydi. Bizimkiler Munzurlar'daydı ve oradan da UMUDUN sesi, soluğu yükselecekti. Birleşik güçlerle birlikte yapılan her eylemde umudumuz perçinleniyor ve sokaklardaki adımlarımıza ayrı bir güven geliyordu. Zira kavga için açılan her yeni cephe ve kazanılan her mevzi, devrimci kararlılığımızın ve iyimserliğimizin de aynası oluyordu.
Kulağım eylem haberlerinde olsa da, yüreğim şarkıda dendiği gibi "kirişte" idi. Dersim'de gerilla eylemleri ve şehadet haberleri her dönem peşpeşe gelmiştir. Bu hayat ve kavga bilgisi oradaki çatışma ve operasyon haberlerine daha bir dikkat kesilmeme neden olmuştu. Ve çok geçmeden Devrim ve Baran yoldaşların ölümsüzleştiğini öğrendik. Önce şehadet haberleri, ardından da isimleri ve resimleri yansıdı basına. Cenazelerini almaya gidenler arasındaydım. Her anı burada sizinle paylaşmak istesem de, buna gücüm yetmez, biliyorum. Ekin ve Berçem yoldaşların cenazelerini aldığımızda ve tabutları hazırlanırken onları gördüğümde anlamıştım, cansız kalmış yoldaş bedenini görmek, dokunmak başka hiçbir duyguya benzemiyor. Acının ve öfkenin en saf halini yaşıyor insan.
Adli Tıp'ta aileyle yan yana, polislerin tacizleri altında yoldaşları tabuta yerleştirirken, yoldaşları bir an önce oradan, onların elinden alma isteği ile en yakınımızdaki katillerden hesap sorma isteği iç içe geçiyordu. Belki de o an en büyük hesap sorma pratiği ölümsüzlerimizin bedenlerini ve umutlarını omuzlamamızdı.
Yoldaşları Elazığ'dan Dersim'e getirene kadar kaç arama noktasından geçtiğimizi, kaç katille yüz yüze geldiğimizi unuttuk. Ama taşıdığımız emanetin ağırlığını ve yol boyunca ettiğimiz yeminleri unutmadık.
Dersim'de son arama noktasını geçip Ovacık'a doğru yol alırken, gördüğüm her şeye, Munzur suyuna, dağlara, kayalıklara yazılmış sloganlara, hala indirilememiş HBDH pankartına, çeşmelere, ağaçlara ve yapraklara hep Devrim ve Baran yoldaşların gözleriyle bakmaya çalıştım. Birçok yer gezip badireler atlattıktan sonra kendi memleketlerinde gerilla olmaya karar vermelerindeki derinliği anlamaya çalıştım. "Devrimcinin görevi devrim yapmaktır" diyen CHE geldi aklıma. Statükolara teslim olmayan PARAMAZ'ı düşündüm, Dersim gerillacılığının ruhunu Rojava'ya taşıyan SARYA'ya selam yolladım. Bir de, o kıvrılan yolların bir dönemecinde önümüze bir barikatın çıkmasını delicesine istedim! Ovacık'a yaklaşırken belki yoldaşlar önümüze çıkmadılar, ama mutlaka bir siperde bizi görmüşlerdir diye kendimi avuttum. Fazla hayallere dalacak zaman değildi, zira ilçe girişinde aşmamız gereken son bir barikatın olduğunu biliyorduk. Arama noktasını geçtikten sonra, cemevinde toplanan yüzlerce insan karşıladı Dersim'in iki yiğidinin naaşlarını.
Ağıtlar ve sloganlar birbirine karışırken, orada acımı ve öfkemi yaşamayı, ciğerlerim yırtılırcasına slogan atmayı ölesiye istesem de, ilk sloganın ardından tabutları omuzlayıp cemevine giren topluluğun arasındaydım. Bir yandan aile ile törenin ayrıntılarını konuşmak, diğer yandan kendi hazırlıklarımızı kontrol etmek gerekiyordu. Zaten biz cenazelerin oraya getirilmesi ile uğraşırken, yoldaşlarımız hazırlıkların birçoğunu yerine getirmişlerdi. Pankart, bayraklar, karanfiller, resimler, ardı ardına ortaya çıktı. Polis ablukası yüzlerce insanın bir araya gelmesini de, materyallerin tören alanına ulaştırılmasını da engelleyememişti.
Yoldaşlarımız yıkanır ve tabutlar hazırlanırken ağıtlar ortalığı kapladı. O anda hayat sanki durdu benim için. Yine Ekin ve Berçem yoldaşları uğurladığımız güne döndüm. Gururla acı iç içe geçti. Orada kendimi bırakıp sadece acımı yaşamak istedim bir an. Acılarını yaşayan, doyasıya ağlayan insanları kıskandım! Devrim ve Baran yoldaşların işkence edilmiş bedenlerine dokunup, alınlarından öptüm! Onların son bakışlarını unutmamak üzere belleğimin en güçlü yanına kazıdım.
Tören anı için tabutları hazırlayıp dışarı çıktığımızda yine sloganlar ağıtlara karıştı. Konuşmalarda yoldaşların bedenleri gibi düşünceleri ve eylemlerini de sahiplenmenin önemi vurgulandı. Ailelerle günlerdir yan yana olup adeta yoldaşlaştığımız için, bazı akrabaların töreni sıradanlaştırma çabalarını boşa çıkartmakta zorlanmadık.
Törenin ardından kitle ikiye bölündü. İki yoldaş da köylerine uğurlandı cemevinden. Ben Veli yoldaşın köyüne doğru yola çıkanlar arasındaydım. Uzun bir araç konvoyu ile dağların arasında ilerledik. Bir yoldaşın elinde kızıl bayrak dalgalanıyordu. Hepimiz dalgın, sessiz ve ağlamaklıydık. Derken bir yoldaş "Şu dağların sırtında bir yiğit mezarı var Vurulup düşenlerin toprakta bedeni var" şarkısını mırıldanmaya başladı. Ardından herkes eşlik etti: "Sen ölmedin yiğidim türkülerde adın var Elbet bu karanlığın biteceği günler var." Peşi sıra türküler, marşlar söylenmeye başlandı. Büyülü bir andı. Tüm yoldaşlarımız bu anı yaşamalı, görmeli diye düşündüm. Etrafıma baktım ve her anı hafızama kaydetmeye çalıştım. Dört yanı dağlarla çevrili bir coğrafya, yanı başımızda doğduğu ve savaştığı toprakla buluşmayı bekleyen yiğit bir savaşçı, karanfillerle donatılmış tabutun başucunda gözyaşları hiç durmayan bir abla, nöbette duran genç yoldaşın elinde dalgalanan kızıl bayrak, cenazede ağıtlarla sloganların birbirine karışması gibi hüzün ve umudun iç içe olduğu türküler, marşlar. Partimizin ilk şehidi Erdal'ımız "türkülerle gömün beni" demişti. Ve biz "hep aynı inatla" türkülerle gömüyorduk yoldaşlarımızı.
Köyün bir tepesinde Veli yoldaşı parti bayrağıyla toprağa verirken (aynı anda Ümit yoldaşın köyünde de benzer sahneler yaşandığını daha sonra yoldaşlardan dinledik) gözüm yine hep doruklardaydı. Biliyordum, yanımızda olamasalar da orada bir ses mesafesi uzağımızdaydılar, Devrim ve Baran yoldaşların silah arkadaşları, can yoldaşlarımız.
Sıra neferleri nöbette olduğu müddetçe, her yoldaş ölümsüzlerimizin ayak izlerine basarak yürüdükçe, mutlaka kazanacağız! Em ê bi serkevin!

Devrim Baran

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Ağıt Ve Slogan
fc Share on Twitter

 

FESK Kürdistan Kır Birliği'mizin kuruluşunun duyurulmasından sonra kulağım oradan gelecek eylem haberlerindeydi. Bizimkiler Munzurlar'daydı ve oradan da UMUDUN sesi, soluğu yükselecekti. Birleşik güçlerle birlikte yapılan her eylemde umudumuz perçinleniyor ve sokaklardaki adımlarımıza ayrı bir güven geliyordu. Zira kavga için açılan her yeni cephe ve kazanılan her mevzi, devrimci kararlılığımızın ve iyimserliğimizin de aynası oluyordu.
Kulağım eylem haberlerinde olsa da, yüreğim şarkıda dendiği gibi "kirişte" idi. Dersim'de gerilla eylemleri ve şehadet haberleri her dönem peşpeşe gelmiştir. Bu hayat ve kavga bilgisi oradaki çatışma ve operasyon haberlerine daha bir dikkat kesilmeme neden olmuştu. Ve çok geçmeden Devrim ve Baran yoldaşların ölümsüzleştiğini öğrendik. Önce şehadet haberleri, ardından da isimleri ve resimleri yansıdı basına. Cenazelerini almaya gidenler arasındaydım. Her anı burada sizinle paylaşmak istesem de, buna gücüm yetmez, biliyorum. Ekin ve Berçem yoldaşların cenazelerini aldığımızda ve tabutları hazırlanırken onları gördüğümde anlamıştım, cansız kalmış yoldaş bedenini görmek, dokunmak başka hiçbir duyguya benzemiyor. Acının ve öfkenin en saf halini yaşıyor insan.
Adli Tıp'ta aileyle yan yana, polislerin tacizleri altında yoldaşları tabuta yerleştirirken, yoldaşları bir an önce oradan, onların elinden alma isteği ile en yakınımızdaki katillerden hesap sorma isteği iç içe geçiyordu. Belki de o an en büyük hesap sorma pratiği ölümsüzlerimizin bedenlerini ve umutlarını omuzlamamızdı.
Yoldaşları Elazığ'dan Dersim'e getirene kadar kaç arama noktasından geçtiğimizi, kaç katille yüz yüze geldiğimizi unuttuk. Ama taşıdığımız emanetin ağırlığını ve yol boyunca ettiğimiz yeminleri unutmadık.
Dersim'de son arama noktasını geçip Ovacık'a doğru yol alırken, gördüğüm her şeye, Munzur suyuna, dağlara, kayalıklara yazılmış sloganlara, hala indirilememiş HBDH pankartına, çeşmelere, ağaçlara ve yapraklara hep Devrim ve Baran yoldaşların gözleriyle bakmaya çalıştım. Birçok yer gezip badireler atlattıktan sonra kendi memleketlerinde gerilla olmaya karar vermelerindeki derinliği anlamaya çalıştım. "Devrimcinin görevi devrim yapmaktır" diyen CHE geldi aklıma. Statükolara teslim olmayan PARAMAZ'ı düşündüm, Dersim gerillacılığının ruhunu Rojava'ya taşıyan SARYA'ya selam yolladım. Bir de, o kıvrılan yolların bir dönemecinde önümüze bir barikatın çıkmasını delicesine istedim! Ovacık'a yaklaşırken belki yoldaşlar önümüze çıkmadılar, ama mutlaka bir siperde bizi görmüşlerdir diye kendimi avuttum. Fazla hayallere dalacak zaman değildi, zira ilçe girişinde aşmamız gereken son bir barikatın olduğunu biliyorduk. Arama noktasını geçtikten sonra, cemevinde toplanan yüzlerce insan karşıladı Dersim'in iki yiğidinin naaşlarını.
Ağıtlar ve sloganlar birbirine karışırken, orada acımı ve öfkemi yaşamayı, ciğerlerim yırtılırcasına slogan atmayı ölesiye istesem de, ilk sloganın ardından tabutları omuzlayıp cemevine giren topluluğun arasındaydım. Bir yandan aile ile törenin ayrıntılarını konuşmak, diğer yandan kendi hazırlıklarımızı kontrol etmek gerekiyordu. Zaten biz cenazelerin oraya getirilmesi ile uğraşırken, yoldaşlarımız hazırlıkların birçoğunu yerine getirmişlerdi. Pankart, bayraklar, karanfiller, resimler, ardı ardına ortaya çıktı. Polis ablukası yüzlerce insanın bir araya gelmesini de, materyallerin tören alanına ulaştırılmasını da engelleyememişti.
Yoldaşlarımız yıkanır ve tabutlar hazırlanırken ağıtlar ortalığı kapladı. O anda hayat sanki durdu benim için. Yine Ekin ve Berçem yoldaşları uğurladığımız güne döndüm. Gururla acı iç içe geçti. Orada kendimi bırakıp sadece acımı yaşamak istedim bir an. Acılarını yaşayan, doyasıya ağlayan insanları kıskandım! Devrim ve Baran yoldaşların işkence edilmiş bedenlerine dokunup, alınlarından öptüm! Onların son bakışlarını unutmamak üzere belleğimin en güçlü yanına kazıdım.
Tören anı için tabutları hazırlayıp dışarı çıktığımızda yine sloganlar ağıtlara karıştı. Konuşmalarda yoldaşların bedenleri gibi düşünceleri ve eylemlerini de sahiplenmenin önemi vurgulandı. Ailelerle günlerdir yan yana olup adeta yoldaşlaştığımız için, bazı akrabaların töreni sıradanlaştırma çabalarını boşa çıkartmakta zorlanmadık.
Törenin ardından kitle ikiye bölündü. İki yoldaş da köylerine uğurlandı cemevinden. Ben Veli yoldaşın köyüne doğru yola çıkanlar arasındaydım. Uzun bir araç konvoyu ile dağların arasında ilerledik. Bir yoldaşın elinde kızıl bayrak dalgalanıyordu. Hepimiz dalgın, sessiz ve ağlamaklıydık. Derken bir yoldaş "Şu dağların sırtında bir yiğit mezarı var Vurulup düşenlerin toprakta bedeni var" şarkısını mırıldanmaya başladı. Ardından herkes eşlik etti: "Sen ölmedin yiğidim türkülerde adın var Elbet bu karanlığın biteceği günler var." Peşi sıra türküler, marşlar söylenmeye başlandı. Büyülü bir andı. Tüm yoldaşlarımız bu anı yaşamalı, görmeli diye düşündüm. Etrafıma baktım ve her anı hafızama kaydetmeye çalıştım. Dört yanı dağlarla çevrili bir coğrafya, yanı başımızda doğduğu ve savaştığı toprakla buluşmayı bekleyen yiğit bir savaşçı, karanfillerle donatılmış tabutun başucunda gözyaşları hiç durmayan bir abla, nöbette duran genç yoldaşın elinde dalgalanan kızıl bayrak, cenazede ağıtlarla sloganların birbirine karışması gibi hüzün ve umudun iç içe olduğu türküler, marşlar. Partimizin ilk şehidi Erdal'ımız "türkülerle gömün beni" demişti. Ve biz "hep aynı inatla" türkülerle gömüyorduk yoldaşlarımızı.
Köyün bir tepesinde Veli yoldaşı parti bayrağıyla toprağa verirken (aynı anda Ümit yoldaşın köyünde de benzer sahneler yaşandığını daha sonra yoldaşlardan dinledik) gözüm yine hep doruklardaydı. Biliyordum, yanımızda olamasalar da orada bir ses mesafesi uzağımızdaydılar, Devrim ve Baran yoldaşların silah arkadaşları, can yoldaşlarımız.
Sıra neferleri nöbette olduğu müddetçe, her yoldaş ölümsüzlerimizin ayak izlerine basarak yürüdükçe, mutlaka kazanacağız! Em ê bi serkevin!

Devrim Baran